1. Saha kenarında, yedek kulübesinde değil de tribünde çocukluğunuz oturuyor. Size bakıyor. O çocuğa tek bir cümle fısıldama şansınız olsa, ne söylerdiniz?
En içten duygularımla, “Seninle gurur duyuyorum,” derdim.
2. Bir sabah uyandınız ve 20 yaşındaki halinizsiniz, ama bugünkü aklınızla. Ne yapardınız ilk olarak?
Herhalde ilk işim, kendime yatırım yapacak bir ekip kurmak olurdu. Hayatımı kolaylaştıracak, gelişimime katkı sağlayacak insanlarla vakit kaybetmeden yola çıkardım.
3. Kariyerinizde bir maçı tekrar oynama hakkınız olsa; hangisini seçerdiniz? Bu kez neyi farklı yapardınız?
Tek bir maç değil, birkaç maç var. En çok üzüldüğüm AZ Alkmaar maçlarıydı. Toplamda takım olarak 5 gol attık, üçünü ben atmıştım ama turu geçemedik. O sene onlar finale çıktı, biz olabilirdik. Ayrıca iki baraj maçı var: Biri 2004 Avrupa Şampiyonası’na gidişte Letonya karşısında 2-0 öndeyken 2-2 biten maç, diğeri de 2006 Dünya Kupası barajı olan Kadıköy’deki İsviçre maçı. Hepsi kalbimde yaradır.
4. Hayatta hiç “bir gol kadar sevindiğiniz” ya da “bir kırmızı kart gibi üzüldüğünüz” bir an oldu mu?
Elbette olmuştur. Futbol, hayatın ta kendisi... Ya da hayat futbola çok benzer. Ama sahadaki duygular daha agresif, kazanma duygusu ön planda. Hayat ise yaş aldıkça daha ılıman, daha dingin hale geliyor. Bu noktada ayrışıyorlar. Gençken belki daha çok benziyor olabilir.
5. Oynadığınız dönemle bugünü kıyasladığınızda; sizce futbol o zaman mı
Bugün futbol biraz daha mekanik, daha çok sisteme dayalı oynanıyor. Teknik direktörler artık rakamları, koşu mesafelerini çok önemsiyor. Biz ise yolumuzu biraz daha el yordamıyla, duygularımızla bulmuştuk. Bu yüzden, günümüzde futbol oynamak bana daha zor gibi geliyor. Yetenekli bir oyuncunun işi bizim dönemimizde daha kolaydı. Bugün ise sistemin içinde ayakta kalabilmek için yeteneğe çok daha fazla ihtiyaç var. Sanki bizim zamanımızda futbol oynamak daha kolaydı.