Pink Floyd’un, 1979 yılında çıkan bu albümü Pink adında, sanal bir karakter üzerinden, giderek yalnızlaşan, yabancılaşan insanın korkuları ile kendi çevresine ördüğü soyut duvarı anlatır. Büyük ölçüde konseptin yaratıcısı ve şarkı sözlerinin yazarı Roger Waters’ın kişisel deneyimlerine ve Pink Floyd’un kurucusu olan Syd Barrett’in yaşamı üzerindeki izlere dayanmaktadır. Albüme adını veren “The Wall” yani duvar, kişinin kendini soyutlamasını anlatan bir metafor olarak kullanılmıştır.
Duvar (Wall) simgesi, 1977’de Animals albümünden sonra yapılan 'In The Flesh' turnesinin Montreal ayağında, Roger Waters’ın sürekli bağıran bir seyirciye tükürmesi sonucunda seyirciyle arasına bir duvar çekme fikriyle ortaya çıkmıştır. Yazım süreci sonunda seyirciyle sahne arasına duvar çekme düşüncesi ana karakterin kendini toplumdan soyutlaması fikri ile bir temele bağlanmıştır.
Şarkılarda ve albümün bütününde insan hayatının evrelerinde karşılaştığı eğitim sistemleri, kadın erkek diyaloğu, radikalizim, yalnızlık, savaş ve çevresel etkenler gibi insan hayatı ve psikolojisiyle doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan pek çok konu hakkında da ciddi eleştiriler ve vurgular yer alır.
Pink adlı kahraman, yaşamını albümde değişik evrelerle okul, evlilik ve aile kurallarına karşı sert ve kendi içinde tutarsız (daha sonraları şizofrenik) tepkilerle sürdürmektedir. Hayatının ilk aşamasında Pink'in annesiyle yaşadığını ve buram buram baba özlemi duyduğunu görüyoruz. Bu babasızlık Pink ile annesi arasında inanılmaz bir yakınlık kurmuş olmalı ki, Pink bir noktadan sonra ona göre kuru ve kurumsal olan bu bağı dışlamaya yönelmektedir.
Okul yaşamı da Pink'in aykırı bir kimliğe bürünmesinin en önemli nedenidir ve Pink, içinde yaşadığı bu sevgisiz ortama değişik biçimlerde sert tepkiler sunmaktadır. Bundan sonra evliliği ve eşiyle olan anlaşmazlığı gitgide dağınık ve katı bir iç dünyasının oluşmasına neden olur ve psikolojik bir yıkım başlar.
Yıkılmaz duvarlar olarak simgelenen kurumlara karşı kendi içinde devamlı tepkilerde bulunur ve daha da katılaşarak 'çekirdek faşist ideolojinin' bir savunucusu olma durumuna gelir. Kendisinin özgürlük diye nitelediklerinin duvarların içinde çırpınmalar olduğunun farkına varınca esas amacının bu kurumlara yönelik olmasının gerektiğini anlayacak ve bir iç duruşmayla (Trial) kendini duvarın içinde yeni bir alana sokmaya çalışır. Ancak bunun dışında üzülen insanlar da vardır ve bu insanların tavırları 'Outside the Wall' isimli final parçasında belirtilmektedir.
Albüm 1982 yılında Alan Parker yönetmenliğinde sinemaya aktarılmıştır. Albümde ve filmde bir çok simge yer almaktadır
Çekiçler: İnsan topluluklarını şekillendiren otoriter, despot, yapıcı ancak öte yandan ironik olarak yıkıcı güçlerin temsilidir. Bu açıdan gücü temsil eder. Yönetimlerin de, duvarı yıkma için başkaldıranların da kullandığı bir araçtır güç yani çekiç.
Tuğlalar: Bireyin yaşamda karşılaştığı tüm sorunlar, engeller, kurallar, acılar bir tuğlaya benzetilir sonuçta hepsinin birleşimiyle bir duvar örülecektir.
Beyaz/Kırmızı Çekiç Arması: Her ne kadar bunu Zonguldakspor kendi armalarından çalınma olarak nitelendirse de bu aslında beyaz masumiyet simgesiyle kırmızı kan karışımından oluşan pembe (Pink) rengi özelinde diktatoryal eğilimleri simgeler.
Göz ve Ağzı Olmayan Yüzler: Ülkelerin eğitim sistemlerinde kişilik ve karakterleri özelliklerini yitirerek tek bir tornadan çıkmış gibi ses çıkarmayan ve görmeyen sessiz çoğunlukları ifade eden topluluklar, gençler, öğrenciler simgeleniyor.
Solucanlar: Sistem tarafından üretilmiş, kulağı, gözü ve ağzı olmayan, yaratıcı yetenekleri ve şahsiyetleri eğitim sistemi ve despot yönetimler tarafından yok edilmiş insanları sembolize eder. Sistemin, insanın veya beynin çöküşü kendini yiyişi, çürümesinin de sembolüdürler. Okullarda despot hocalar tarafından aşağılanarak kişiliklerini yitiren öğrenciler sisteme itiraz edemeyen soluncanlar haline dönüştürülürler. Hikâyede (ve tabii çoğu zaman gerçekte) insanın yanlızlaşması onu fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duygusal açıdan beyin ölümüne sürükleme benzetmesine yol açıyor. Hey You ve Waiting For The Worms parçalarında görüntüye gelir.
Çiçeklerin Savaşı: Kahramanın ve insanların hayatlarında yaşadığı cinsler arası mücadeleler, ilişkiler simgelenerek savaşan iki biri erkek biri dişi iki çiçekle simglenir.
Akrep: Akrep’e benzetilen hikâye kahramanının onu aldatan anlayışsız karısıdır. Konserde bunu One of My Turns de yeşil bir kukla olarak duvarın üstünden sarkıtılır.
Anne: Albümde yalnızlaşmanın etkenlerinden biri olarak çocuğunu dış dünyadan aşırı bir şekilde korumaya çalışan anne figürü duvardaki bir başka tuğla olarak tasvir edilir. Diğer kuklalardan farklı olarak Mother parçasında şişme balon olarak duvarın önünde değil arkasında belirir.
Öğretmen: Açıkça kalıplaşmış tek tip insan yaratmayı hedefleyen öğretmen yapısına eleştiri olarak simgelenen büyük balon kuklayı Another Brick In The Wall’da izleriz. Sınıfta öğrencileri küçük düşüren, onlara kendi yeteneklerini geliştirme fırsatı vermeyip tek bir tornadan çıkmış görüntüsü kazandırmaya çalışan öğretmenler kastedilir.
Yargıç: Albümün en son bölümü Trial’de kahramanın iç hesaplaşmasının karar mekanizmasını temsil eden yargıç dev bir kıç görünümünde Gerald Scarfe’ın çizgi filmiyle sahnelenir.
Savcı: Trial başlangıcında Roger Waters’ın tiz sesiyle savcının Pink için geçmişinde yaşadığı ve yalnızlaşmasına neden olaylar hicvedilerek suçlamaları sıralar.
Domuz: 1977 yılında çıkan Animals albümünden sonra kapakta fabrika üstünde uçan domuz Pink Floyd’un simglerinden biri haline geldi. Albümün temasındaki kapitalist sömürgecileri simgeler. The Wall konserlerinde seyircilerin üzerinde büyük bir şişme balon olarak uçurulur.
Sahane icerik. Eline saglik editor arkadasim.
2013 The Wall İTÜ konseri.. Kıbrısta yaşıyordum ve patronum müsaade etmemişti İstanbul a gitmeme, bende bastım istifayı. Tabi kadın şok, inanamadı.. ama sonra orta yol bulundu ve ben o konsere gittim. O gün ağzıma gram alkol veya başka bir akıl bulandırıcı madde sürmedim konseri bütünüyle hatırlamak için. Konser sonrası soranlar oldu ' nasıldı' diye. Cvp verilmesi imkansızdı, yaşanması şarttı. Benim için şarkılarından, melodilerinden öte oldular. 2005 te ki Live 8 konserinde onca yıldan sonra bir araya gelmeleri ve konser boyunca ki vücut hareketleri ile dışarı patlattıkları özlemleri, duygusallıkları beni ağlayacak duruma getirir, bir yandan da bu herifleri onca yıldan sonra beraber çalarken görmek harika hissettirir, güzel bir tebessümde oluşur zaman zaman yüzümde. Hele Roger ın hali ' ne yaptım ben' der gibi. David in Pompeii konseri sırasında C.N solosunda arkadaşımın görüntülü arayıp bana dinletmesi gece uyuyamama neden olmuştur.
Muhteşem bir dosya. Eline sağlık arkadaşım 👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻