Tüm Bildiklerinizi Unutun: 50 Yılı Aşmış Bir Efsane Olan Pink Floyd Hakkında 50 Bilgi

Birçok kişi onları “tüm zamanların en iyi grubu” diye niteledi. Konserleri dünyanın iki ucundaki insanları bir araya getirdi. 70’lerde yaşanılan Rock müzik patlamasının en büyük halkalarından birisiydiler. Değişim sürecinin tam ortasında doğan bir gruptular. Var olan sisteme ve aldatıcı düzene karşı agresif ama bir o kadar da gerçekçi bakan ve döneminde imkansızı başarmış bir topluluktular. Pink Floyd, müziğe iz bırakmış felsefi bir dinamo gibiydi… İşte bu efsanevi grubun deyim yerinde ise A’dan Z’ye her şeyini öğrenmek istiyorsanız sizi güzel, uzun ve sürükleyici bir Pink Floyd içeriği bekliyor... Bilmediğiniz çok şey olabilir...

Not: Pek çok kaynaktan derlenen bu içeriğimize kuşkusuz en fazla katkıyı Pink Floyd Türk sitesindeki bilgiler vermiştir. 

Tavsiye: İçeriği okurken “The Wall” albümünü dinlemenizi tavsiye ediyoruz.

Pink Floyd

Her albümünde ayrı bir tat alırsınız Pink Floyd’u dinlerken. Çoğu kişi gibi gözlerinizi kapatarak dinlersiniz. Sadece müzik altyapılarına saygı duymakla kalmayıp şarkı sözlerine de hayran olmadan duramazsınız. 18 albümünün neden dünya çapında yaklaşık 150 milyon sattığını kolayca anlayabilirsiniz. Pink Floyd sadece şarkı sözleri ve müzikalitesi ile değil klipleri, sahne performansları ve fan kulüpleri ile birçok kişinin hayatında izler bırakmış felsefi bakış açılarıyla da müzik dünyasının bambaşka bir yerine konumlanmıştır. Belgeseli çekilmiş ve tabiri yerindeyse (ki yerinde) müzik dünyasına damgasını vurmuş bir müzik ekolüdür. Konserini izledikten sonra müzikle uğraşan diğer tüm insanların başka bir klasmanda olduğunu düşündürten kısaca farklı bir kulvarda müzik yapan bir gruptur. Hatta sevenleri arasında Pink Floyd edebiyatı dahi oluşmuştur.

1. Pink Floyd'un kuruluşu

İkinci Dünya Savaşı öncesi İngiliz toplumu, geleneklerine ve birbirlerine bağlı, üst sınıflara çoğunlukla saygılı insanların oluşturduğu bir toplumdu. Ancak bu savaş bunalımını küçük yaşta izlemeye mahkum edilmiş çocuklar, yaşları büyüdükçe bu muhafazakar görünümlere karşı olan her tür eylemi, tüm yönleriyle destekliyorlardı. İşte Pink Floyd elemanlarını hepsi de 1940'lı yıllarda doğan kuşağın içinden çıktı. Bilinçli bir şekilde olmasa bile bu gençlerin çabaları, duygularını, iç çatışmalarını yaptıkları müzikle yoğurup geniş kitlelere sanat yoluyla sunmaktı. 

Pink Floyd, basçı Roger Waters, klavyeci Richard “Rick” Wright ve davulcu Nick Mason’a, Pink Floyd’un Pink Floyd olmasını sağlayan isim olan Syd Barrett’in Waters aracılığıyla katılmasıyla 1964-1966 yılları arasında kuruldu ve kısa sürede, yerleşik müzik tarzlarına ve müzik sanayisinin işleyişine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış underground türü müzik yapan toplulukların önde gelenlerinden biri oldu.

İlk dönemlerinde daha küçük bir kitleye seslenen grup kullandıkları görsel efektler ve sahne performansları ile kısa denilebilecek bir sürede ulusal kitleye sahip oldu.

Kısa sürede müzisyenlerinin çalgılarla olan diyaloğu ve özel becerileri ile müzikte; şarkı sözleri ile de felsefede öne çıkan grup giderek popülerleşti. Bu ilginin nedeni ise Pink Floyd üyelerinin hiçbiri diğerlerinin gerisinde kalmaması ya da onları gerisinde bırakmamış olmasıydı.

Çıktıkları anda müzik eleştirmenlerinin sınıflandıramadığı bir müzik yapıyorlardı. Ses efektlerini, caz ve gitar sololarını baz alarak, dünya ve insan sorunları etrafında yoğunlaşan bir müzik yapmaya başladılar. Psychedelic Rock ve Caz müziğin altyapısını değerlendiren Pink Floyd, belli bir süre sonra kendi tarzını iyice oturtmayı başardı. Ekol denmesinin sebebi de bu sebepten ötürü oldu Pink Floyd’a… Pink Floyd kendi müzik tarzını efsaneleşerek yaşıyordu zaten…

2. Grup üyeleri;

David Gilmour (Gitar)

David Gilmour 6 Mart 1946’da Grantchester’da doğdu. Babası bir genetik doktoruydu. Annesinin tüm ilgi alanı ise gitar çalmaya uğraşan oğluydu. 13 yaşındayken komşuları tarafından hediye edilen bir klasik gitar ile yolculuk başladı. Çevresinde mükemmel ritm duygusu ve gitara olan hakimiyeti ile dikkat çekiyordu. 

O yıllarda okul Barrett gibi Gilmour’u da sıkıyordu. Barrett’dan çok daha iyi bir gitarist olan Gilmour, ona ilk gitar dersini veren kişidir. Gilmour’un gitara karşı olağanüstü bir yeteneği vardı, ama Syd’in de inanılmaz dehası. Bu ikili zamanla halef selef oldular ve birçok eleştirmen tarafından birbirleriyle karşılaştırıldılar. 

Syd ilk bestelerini yapmaya başladığında Dave, Joker’s Wild isimli bir grupta çalıyordu, bu grupla birlikte Fransa’da bir yıl kaldı, sonra İngiltere’ye döndü, grup dağılmıştı ve o beş parasızdı. Uzun zamandan beri Syd’i görmemişti, diğerlerini ise hiç tanımıyordu, Pink Floyd bu arada epey yol almıştı ve Syd artık gruptan kopuyordu, böylece Dave, Pink Floyd’un beşinci elemanı olarak gruba katıldı.

Dave' in en önemli hobisi uçmak; bunun dışında model uçak koleksiyonu ile ilgileniyor ve çeşitli havacılık gösterilerine katılıyor. İki kez evlenen Gilmour 3'ü eski eşinden olmak üzere 7 çocuk babası...

Roger Waters (Bas-Vokal)

George Roger Waters 6 Eylül 1943’te Cambridge’te doğdu. John ve Duncan isimli iki kardeşi var. 6 Eylül 1943' de Cambridge' de doğdu. Daha çocuk yaşta babasını (Eric Fletcher Waters) savaşta kaybetti. Bu onun tüm hayatını etkiledi. The Final Cut albümünü babasına adadı. 

O da Syd gibi Cambridge Erkek Lisesi’ne gitti. 60’ların başında Nükleer Silahsızlanma kampanyasında ilk defa seyirci karşısına çıktı. Bir müzisyen olmaya karar verdiğini bakın nasıl anlatıyor: 

“Regent Street Politeknik’te mimari okuyordum, sanırım orada ciddi olmayan birkaç grup deneyimimiz olmuştu ama hiçbir yerde çalamadık. Bir çok ismimiz oldu en sevdiğimiz ise Megadeths idi. Sadece oturup kazanacağımız parayla neler yapabileceğimizi konuşurduk. Bursumuzun önemli bir kısmını bir İspanyol gitar almak için harcadım ve ders almak için kursa gittim. Okulda enstrümanlarıyla gelip bir şeyler çalanların takıldığı bir oda mutlaka bulunurdu, şimdi düşününce sanırım gitarımı daha önce almıştım, çünkü Shany Toen isimli şarkıyı öğrendiğimi anımsıyorum. Okulda öğrendiklerimizle kesinlikle ilgilenmiyordum. Zaten aldığımız bütün bursu da aletlere yatırıyorduk.”

Daha sonra Mimarlık eğitimi için Cambridge'ten ayrılarak Londra'daki The Regent Street Polytechnic'e girdi. Nick Mason ve Richard Wright ile burada tanıştı. The T-Set ve The Screaming Abdabs gibi ünlü guruplarla çalıştılar. 1980'lerin ortalarında Pink Floyd'dan ayrıldı ancak parlak lirik zekası ile gruba damgasını vurdu.

Grubun en çok okuyan üyesi Waters’tı. Bütün yapıtlarında Blues’un yoğun etkisi vardı. Ayrıca Barrett sonrası yapıtlarda Waters’ın hemen hemen tüm hayatını izleyebiliriz. Aslında o hiçbir zaman bunu itiraf etmedi ama “The Wall”un onun ve Syd’in hayatından bölümler olduğu kesin. 

Çalışkan, hareketli ve yaratıcı bir özelliğe sahip olan Waters, grubun diğerlerinden ayrılan entelektüel yönlerinin en önemli temsilcisi. Zor anlaşılır bir adam olduğunu düşünür ve bundan gizli bir sevinç duyar. Arabalarla ve mekanikle çok ilgilidir, tümüyle işlemez durumda olan beyaz renkli 1950 model Lotus Super Seven marka otomobiliyle övünür. Bugün bile bir çok kişi için Pink Floyd denilince akla gelen ilk isim Roger Waters' dır.

Richard Wright (Klavye)

Richard (Rick) William Wright; 28 Temmuz 1945’de Londra’da doğdu. Müzik kariyeri Londra'daki The Regent Street Polytechnic'e girmesi, Roger Waters ve Nick Mason ile tanışması ile başladı, ancak o mimar olmak istemiyordu, tek düşündüğü şey müzik yapmaktı. 6 ay sonra aralarına Syd’i de alarak bir grup kurdular. Wright okuldan önce piyano, harmonium, harpiscord ve çello çalmayı öğrenmişti, Politeknik'te ise mimari ve müzik bölümlerinde okumaya başladı. 

Okulda elektronikle ve elektronik kompozisyonlarla ilgilendi. Özellikle öğretmeni Stockahausen’in yazdıklarıyla. Bu eğitim ve onun yeteneği daha sonraki yıllarda oluşacak Pink Floyd sound'unun ortaya çıkmasında önemli katkılarda bulundu.

Tek ve en önemli ilgi alanının müzik olduğu biliniyor, ancak grubun en karamsar kişisi de olduğu bir gerçek. Kötü çaldığını hissettiği zamanlar her şeyi bırakıp gidebiliyor. Bir zamanlar en büyük amacı bir melletron (Dünyanın en gelişmiş klavyeli enstrümanı) satın alıp müzik deneylerine girişmekti. Sonradan bu amaca erişti. Yüzlerce şarkı sözü yazmış, bir o kadar da beste yapmış fakat tümünü yaptıktan sonra değersiz olduklarını düşünüp çekmeceye kaldırmıştır hep. Rick' in en büyük tutkusu fırsat bulduğu zaman yat ile gezintiye çıkmak.

Nick Mason (Davul)

Nicholas (Nick) Berkeley Mason, 27 Ocak 1945’da Birmingham’da doğdu. Bill ve Sally Mason’un Sarah, Melanie ve Serena’yla birlikte 4 çocuğundan biridir. Ailesi varlıklıydı. Londra’nın en zengin mahallelerinden Hampstead’te büyüdü, pahalı bir özel okulda okudu. küçüklüğünden itibaren model arabalara merak sardı. Oldukça yaramaz bir çocuktu. Nick ilkokulu olan Frensham Heights' de Nick hala gelmiş geçmiş en yaramaz öğrenci olma unvanını koruyor. 

Küçük yaşlarda piyano, keman ve davul çalmayı öğrendi, sonunda o da Politeknik'e geldi ve diğer çocuklarla tanıştı. Rick ile birlikte bir daire tuttu ama sonra yeniden ailesinin yanına döndü. Ve o daireye Syd ile Waters yerleştiler. Ufo kulüpteki başarılardan sonra okulu bir yıl bırakmaya karar verdi. 1969’daki bir röportajda şöyle diyor:

“Yıldız olma fikri çok hoşuma gitmişti, müzikten başka bir şey beni ilgilendirmiyordu. Seyredebildiğim kadar çok grup seyrediyordum ve pop müziğin nasıl gerçekleştirileceği konusu beni meşgul eden tek meseleydi.”

Nick Mason, kişiliğinde hümanist bir yapının her zaman ön planda olduğunu söyler. 1965'li yılların en popüler gruplarından olan Cream'in davulcusu Ginger Baker'ın hayranıdır ve tekniğinde en çok o sanatçının etkisi sezilir. Yavaş, duygusal, az gerilimli, zaman zaman kendisinin de şaştığı başarılı ataklarla donanmış bir tekniktir Mason'ınki. Günlük yaşamında neredeyse hiçbir şeyi umursamayan ve hatta grubun başarısını bile önemsemeyen, kendine özgü bir kişiliğe sahiptir.

Syd Barrett (Gitar-Vokal)

Syd Barrett (Roger Keith) 6 Ocak 1946’da Cambridge’te doğdu. 2 ağabeyi ve bir kız kardeşi var. Cambridge erkek lisesinde, aynı lisede okuyan Roger Waters’dan iki sınıf gerideydi. Oldukça konforlu yaşayan bir İngiliz orta sınıf ailesinin çocuğuydu. Normal bir çocukluk dönemi geçirdi. Babası, Syd' in müzikal yeteneğini fark ettiğinde ona hemen bir banjo, daha sonra da bir gitar alarak cesaretlendirdi. Syd 14 yaşındayken babasını kaybetti, bu erken ölüm onun psikolojik yapısını travma denebilecek derecede olumsuz etkiledi.

Her zaman sanat ve müziğe yatkın gözüktü ve erken yaşlarda müzik ve resim eğitimi almaya karar verdi. İlk enstrümanı Ukulele’ydi (4 telli Hawai gitarı). Gitar çalmayı da metodlardan ve arkadaşlarından öğrendi. İlk grubunu kurdu (Geof Mott ve Mottoes). Bu grupla partilerde ve evin çevresinde çalıyordu. Sonra Hollering Blues isimli bir grupla birlikte çalmaya başladı. Londra’ya gittiğinde 3 çocukla tanıştı. Dördü daha sonra Pink Floyd oldular. 

Syd ve Dave beraber büyüdüler. Dave daha iyi bir gitaristti, ama Syd'in söz yazma konusundaki başarısına asla yetişemedi... Syd müzik eğitimini Camridge’te David Gilmour ile birlikte yaptı. Teknik okuldan sonra Syd, Londra’ya resim okumaya gitti, orada Roger Waters’la beraber oturmaya başladı. 

Müzik ve resme ilk ilgi duyduğu andan itibaren Syd, bir yandan da içki, sigara ve kadınlara merak saldı. Yakışıklılığı ile okulda dikkat çekiyordu ve o da bunu kullanıp bütün kızlarla birlikte olmak için her yolu deniyordu. Bu arada evi de hafta sonları müzik yapar gibi yapan çocuklarla dolup taşmaya başlamıştı. İşte bu sıralar tüm gençlerin yaptığı gibi Syd de uyuşturucu kullanmaya başladı. 1964 sonbaharında okula başlamak üzere Londra’ya geldi ve Waters’la aynı eve yerleşti. 

Bu evde daha önce oturan Mason ve Wright ise ayrıldılar. Mason zengin ailesinin yanına döndü, Wright ise evlendi. Mason, Waters, Barret ve Bob Klose birlikte çalmaya başlamışlardı. En büyük destekçileri ev sahipleri Leonard’dı ve bu yüzden gruba Leonard’s Lodgers ismini koydular. Birkaç ay sonra Wright gruba katıldı, grubun beyni tabii ki Syd’di ve hemen hemen bütün parçaları o yazıyordu. Ama grubun bir solisti yoktu ve Chris Dennis bu grubun solisti oldu. 

Syd’in soyut resimleri okulda ilgi gördü ama bu seferde okul Syd’i doyurmamaya başladı. 1965’te bir sih tarikatı olan Sant Mant’a girdi, bu sadece bir yaz sürdü ve Syd uyuşturucuya geri döndü. 

1968'de gruptan ayrıldı ve gruptaki yerini David Gilmour'a bıraktı. Müzik çevrelerinin fazlasıyla onayladıkları bir kişilik olan Barrett, hala İngiltere’nin en büyük müzikçilerinden biri sayılır. Eleştirmen Pete Brown, Barrett için “tipik bir Rimboud figürü” demekle şaşılası bir benzetme yapmıştır. Yakaladığı bu ortaklığın ana nedeni resmi değerlere karşı açtığı savaştan olsa gerek. Konuşmalarından birinde Barrett 'Ben her zaman böyle içe dönük olmam' der. 'Galiba genç insanların sevinecek fazlasıyla şeyi var. Fakat ben herhangi bir tane bulabileceğimi sanmıyorum'. Gruptan ayrıldıktan sonra 4 solo albüme imzasını atan Barrett'ın en büyük destekçileri gene eski grup arkadaşları idi. 

Syd Barrett, grubun belki en gizemli elemanı. Uç yaşayışların hepsini destekleyen bir yapıya sahip olan Barrett'i bir yazar 'çingene yürekli' olarak tanımlıyordu. Barrett'ın en önemli özelliği gitar ve müzikteki becerisinin yanı sıra resim ve felsefeyle de ilgilenmesiydi. Tüm insanlara yönelik özel bir sempatisi vardı bu onu diğer sanatçılardan ayıran bir özelliğiydi. 

Giyimine fazlasıyla önem verirken, bu önemin içinde yatan resmi koşullara karşı isyanıdır ve bunun kendi de bilincindedir. Aykırı, çirkin, kural dışı giysileri giymek ve özgürlüğü her şeyiyle bir bütün olarak algılamak ve yaşamın her boyutunda özgürlüğüyle birlikte olmak isterdi. Hiçbir tedirginliği olmayan ve yaşadığı ana hesap veren bir kişiliğe sahipti.

3. Grubun bir araya gelme hikâyesi

Kısaca grubun nasıl bir araya geldiğine değinecek olursak; Waters ilk girdiği yüksek okuldan ayrılıp Cambridge Regent Street Polytechnic School'da mimarlık eğitimine yönelmek istiyordu. Wright ve Mason'da o süreçte Sigma 6 isimli bir grupta birlikte çalıyorlardı. Her ikisi de müzik eğitimi görmekteydiler. İşte bu üçlü ilk kez, Poly isimli bir okul grubunda birlikte göründüler. Sonra Abdabs diye bir grupta birlikte çaldılar. Bu grupta gitarı sonradan en ünlü caz gitaristlerinden bir olacak Bob Close çalıyordu. Bob Close'dan ayrılan bu üçlüye sonradan büyük kente sanat öğrenimi yapmak için gelen Syd Barrett'da katılınca Pink Floyd ilk şeklini almış oldu.

4. İsim arayışları

Progressive Rock’ın öncüsü olarak bilinen Pink Floyd kurulduğu dönemin iki Blues ustası olan Pink Anderson ve Floyd Council’den alarak vücuda geldi. Ama Pink Floyd ismini kullanana dek bir kaç isim ve bir kaç üye de değiştirdiler. Sırasıyla Sigma 6, The Megadeaths, The Architectural Abdabs, The Abdabs, The Tea Set, The Pink Floyd Sound, The Pink Floyd isimlerini kullanan grup son hali olan “Pink Floyd”da karar kıldılar. Pink Anderson ve Floyd Council fikri de Syd Barret’in aklına geldiği için grubun kurucusu olarak anıldı.

5. Pink Floyd doğuyor (İlk kayıtlar ve ilk albüm)

Grubun ilk oluşumundan sonraki kayıtları ve çalışmaları psychedelic rock tarzından oldukça uzaktı. Ve grup o zamanlar ciddi anlamda dinlenen ve de beğeni toplayan caz müziğini, alt yapıları olarak benimsedi ve müziklerindeki bateri ve gitar alt yapılarını caz akorları üzerine kurarak başarı sağladı. 

Daha sonra kendilerini geliştirerek kendi müziklerini oluşturdular. Bunun ismi ne Caz ne de Psychedelic Rock'tı. Bu, diğer müzik türlerinden farklılık gösteren bir müzikti. Bu Pink Floyd gerçeğiydi. O zamanlar tüm dünya Pink Floyd'u konuşuyordu. Müzik otoriteleri bile ne yorum yazabileceklerini bilmiyorlardı.

Grup 'Psychedelic Rock' tarzları ve görselleri çok iyi kullandıkları konserler ile Londra yer altının en önemli gruplarından biri haline gelmişti. 1966'da daha bir firmayla anlaşmamışken gazeteci Peter Whitehead'ın çektiği Tonite Let's All Make Love in London belgeselinde şarkılarıyla yer aldılar.

6. The Piper at the Gates of Dawn (1966-1967)

1966’da ilk kez bir müzik şirketiyle anlaşan Pink Floyd, 1967’de “Arnold Layne” ve “See Emily Play” 45’likleri ile albüm dünyasına ilk adımı attı. Tüm şarkılarını Syd Barrett’in yazdığı ilk albümleri 'The Piper at the Gates of Dawn', İngiltere’de büyük bir başarı sağladı. Albüm en çok satan albümler listesinde 7 hafta ilk 10 içinde yer aldı ve eleştirmenler tarafından olumlu karşılandı. Fakat aynı başarı Amerika’da gelmedi. Grup o dönemde Jimi Hendrix ile turne yapıp kendisini tanıttı. 

Değişime ulaşmak için müziği kullanan Pink Floyd, durağanlığı ortadan kaldırmak için müzik yapıyordu. İlk bakışta anlamsız, garip gelen, dinledikçe haz veren besteleriyle müziğin bugünlere gelmesinde tam bir öncülük yaptı. Kısaca Rock müziğe cesaret ve hız kazandırdı. Müzikteki en son devrimlerden birini yaşatmakla kalmadı, bilinen değerleri farklı bakışıyla bütünleştirerek sanatta erişilemez yerlerden birine kendi ismini koydu.

Bu albümün ardından 'Apples and Oranges' adlı bir 45'lik çıkardılar, ancak bu albüme ilgi oldukça az oldu. Aynı dönemde bir dizi grupla birlikte konser turlarına çıktılar ve Floyd bu konserlerin en ilgi çeken grubu oldu.

Albümün kapağının hikâyesi: İlk albüm kapaklarında o yıllarda içinde bulundukları saykodelik akıma uygun giysilerle sahne şovlarında kullandıkları çoğaltılmış görüntülerini kullandıkları poz Vic Singh tarafından çekildi. Grup daha sonraki yıllarda giyim şeklini değiştirdi ve diğer gruplardan farklı olarak sıradan, dikkat çekmeyen günlük giysilerle görünmeye başladılar.

7. “Yapabileceğimiz tek şey bizim sevdiğimiz kayıtlar yapmak. Eğer çocuklar beğenmezlerse, almazlar.”

1967 yılında yapılan bir Pink Floyd röportajında Syd Barrett’in söylediği sözler bunlar. Şöyle devam ediyor Syd;

'Gruplar kendi müziklerini kendisi kaydetmeli, albümlerini kendileri basmalı, kendileri dağıtmalı ve kendileri satmalı”

Sahnedeki ışık şovları için o yıllarda şöyle diyorlar; 

“Işık ve müziğin birleşimi fikri ve efektlerini daha yeni yeni eşelemeye başladık; bizce müzik ve ışık aynı sahnenin parçaları, biri diğerini artırır ve kendine ekler. Ama bize öyle geliyor ki, gelecekte gruplar sadece bir pop şovundan çok daha fazlasını önermek zorunda kalacaklar. İyi sunulmuş bir tiyatro şovunu önermek zorunda kalacaklar.”

8. Syd Barret’in gruptan ayrılması ve uyuşturucu sorunları

“Apples and Oranges”a gösterilen ilgisizliğin nedenleri ise oldukça önemliydi. Syd Barrett'ın alışılmış beste performansı gittikçe düşmekteydi ve kullandığı aşırı uyuşturucu yüzünden dengesini tamamen yitirme durumundaydı. Gün geçtikçe ruh sağlığını daha çok kaybediyor, stüdyolara katılmıyor ve sahnedeki performansı düşüyordu. Grup Syd’siz bir şeyler yapabileceğinin farkındaydı. Bütün sözleri ve müzikleri yapan oydu. Ama Syd’in grupta kalması artık grubun yükselişe değil düşüşe geçmesine neden oluyordu.

Elbette ki grubun diğer üyeleri de uyuşturucu kullanıyordu ancak Syd kadar değildi. 1967'nin sonlarında grubun işlevsiz bir elemanıydı artık ve arkadaşları bu sevdikleri insanın gruptan ayrılmasına seyirci kalacaklardı. Gruba 18 Şubat 1968'de yeni bir gitarist katıldı. Pink Floyd 2 ay gibi kısa bir süre için 5 kişilik bir kadroya sahip oldu. Barrett'ın boşluğunu doldurmak için gruba katılan bu yeni eleman ise David Gilmour'du. Barrett bu olay üzerine 6 Nisan 1968'de gruptan tümüyle ayrılarak evine kapanmayı tercih etti.

Böylece Syd Barrett’ın uyuşturucu ve uyarıcılarla zenginleşen psychedelic çizgisi, 1968-1973 arasında, topluluğun üstündeki etkisini giderek yitirmeye başladı ve yerini, bir ölçüde ses efektlerine dayanan, Progressive Rock'a yakın bir anlayışa bıraktı. Syd Barrett gruptan ayrıldıktan sonra birçok uzun deneysel şarkı, film müziği ve stüdyo çalışmaları yaptılar. Vokal ise grup üyeleri arasında değişiyordu. Waters, Gilmour ve Wright üçlüsü bu görevi üstlenenlerdi.

9. A Saucerful of Secrets (1968)

Haziran 1968’de grup Syd’siz yaptıkları ilk çalışma olan 'A Saucerful of Secrets' albümünü çıkardı. Albüm’de yer alan 'Set the Controls for Heart of the Sun' isimli şarkı bugün hala zihinlerde. David Albüm kapağı için şunları söylüyor: 

“Roger ve Nick albüm kapağını herhangi bir müzikal formda yapmaktansa mimari bir diagram oluşturmayı düşündüklerini anımsıyorum. Kapak müziğin güzelliğinden değil de duygulardan oluşan bir öyküyle ortaya çıkacaktı. Böyle de oldu. Yıllar sonra bize hala kapağın kendilerinde uyandırdığı duyguları yazan insanların gönderdiği mektuplar geliyor.”

'A Saucerful of Secrets' grubun beş kişi ile yayınladığı tek albümdür. Ancak Barrett, sadece 'Jugband Blues' adlı şarkıyı yazmış ve 'Remember A Day'de gitar çalmıştır.

Bu dönemde aralarında Antonioni’nin Zabriskie Point’ide olmak üzere birçok filmin müziğini yaptılar.

“A Saucerful of Secrets” albümü eleştirmenler tarafından, Progressive Blues türü müzik yapan Cream, Fleetwood Mec ve Ten Years After gibi grupların dışında değerlendirildiler. Bu ilgi kaçınılmaz olarak Avrupa'ya da sıçradı ve Pink Floyd'un etkisiyle kıtanın her yanında yeni “Psychodelic Rock” grupları görülür oldu 

Albümün kapağının hikâyesi: Müziklerine uygun görüntülerin Marvel karakterleri, astroloji, simya, dönen desenler, uzay ve kızılötesi tuhaf fotoğraflarla birlikte üst üste binerek ilk dönem Floyd konserlerindeki gibi rüya hissi veren birbirine karışmayan yağ ve su kabarcıkları olabileceğine karar verdiler. Neticede o zaman için modern sayılacak renk varyasyonlarının grup fotoğrafıyla birleşiminden oluşan tuhaf bir fotoğraf ortaya çıktı.

10. “More” filmi müzikleri (1969) ve Ummagumma (1969)

Yeni Pink Floyd, grubun beyni Barrett'ten sonra kendilerini bulmak için stüdyoda uzun zaman geçiriyordu. Grup zaman zaman 'Careful With That Axe', 'Eugene' gibi uzun ve deneysel şarkılar üzerinde çalışıyorlardı. Grup 1969'da 'More' filminin Soundtrack'ini yaptı. Albümde daha önceden yaptıkları bestelerin yanında film için özel besteler yaptılar.

1969 yılı da yoğun konser ve albüm çalışmalarıyla geçti. Aynı yıl “Ummagumma” adını taşıyan ikili bir albüm çıkardılar. Bu albüm de hem dinleyiciler hem de eleştirmenler tarafından tahminlerin üzerinde bir ilgi topladı. 

Ummagumma, 4 elemanın da sanatçılıklarını ayrı ayrı kabul ettirdikleri bir çalışmalar toplamıdır. Bu ikili albümün ilki konser kayıtlarından, ikincisi ise grup üyelerinin her birinin kendi bestelerinden oluşmaktadır. İkinci Disk'te bulunan solo şarkılardaki Psychedelic özellikler hem dinleyiciler hem de eleştirmenler tarafından çok başarılı bulunmuştu.

Albümün kapağının hikâyesi: Kapakta birinci, ikinci ve diğer odalarla yaratılan 3D etkisiyle basitçe Pink Floyd müziğinin derinlikli katmanlardan oluştuğu, keşfetmek gerektiğini vurgulamaya çalışmış. Temel fikri 'içiçe dolanan siyah beyaz çizgilerin' oluşturduğu sonsuz gidiş veya geliş perspektifiydi. Arka kapakta grubun aletlerinin yer aldığı fotoğrafın seçilmesinin nedeni albümün yarısının konser içeriyor oluşundandı.

11. Pink Floyd yükseliyor (Atom Heart Mother-1970)

1970’de bir çok filmin müzikleri için yapılan teklifleri değerlendirdiler. İşte bu sıralarda çok farklı bir albüm üzerine çalışmaktaydılar. “Atom Heart Mother” isimli 1970 yapımı bu albüm, gerçekten son derce özgün bir sound içermekteydi. Progressive türün içine yerleştirilmiş klasik formlar, orkestra ve gençlik korosunun olağanüstü uyumu bambaşka bir ürün çıkardı ortaya. Kasetin iki yüzünü de kaplayan 6 bölümlük “Atom Heart Mother” adlı parçada zengin bir orkestranın ve 40 kişilik bir gençlik korosunun yaşattığı olağanüstü zengin bir sound yer alıyordu. 

Albümü beğenmemiş olsalar bile deneyselliği ve farklı ses efektleriyle Pink Floyd ile bütünleşecek elementlerin bulunduğu ilk albüm olmuştu. Floyd albümün başarısıyla ilk Amerika turnelerine çıkmıştı. Albüm o dönemin en çok satan albümü oldu. 

Albümün ismi hakkında sorulan bir soruya Mason; 

'Her şey atomik bir kalp makinesiyle hayata bağlanmış hamile bir kadının gazete manşetine çıkmasıyla başladı. Dünyanın annesini ya da dünyanın kalbini düşünmek istiyorsan ineklerle başlık arasındaki bağlantıyı da görürsün.' 

cevabını vermişti.

Albümün kapağının hikâyesi: Thorgerson, kapak teşkil etmeyecek, isimsiz görüntü ve konseptsiz albüm için kimsenin beklemeyeceği, diğer rock ve saykodelik kapaklarından farklı benzersiz bir şey düşünür. Fikri John Blake adlı fotoğrafçı bir arkadaşına söyleyen Storm’a inek kullanması önerisi gelir. İlginç olarak göz alıcı olmadığı düşünülen kapak diğer tüm alternatiflerden daha çok göz alıcı gelir. Kapağında grup ve albüm adı yer almamasına karşın albüm bir numaraya çıkar. Böylece albümün ruhu olan alakasızlık 1995 yılında yeniden hazırlanan iç tasarımda eklenen fotoğrafların da teması olur. Bunlardan biri de CD’nin içine eklenen yemek tarifiydi, 1 adet deve, 1 adet kuzey Afrika keçisi…

12. Meddle (1971) ve La Vallee (1972)

Grup 1971'de ilk dönemlerindeki teklilerinin toplandığı 'Relics' albümünü çıkardı ve 'Zabriskie Point' albümüne şarkılar verdi.

Aynı yılın sonuna doğru ABD ve Uzak Doğu turnesinden dönüşte yeni bir albüm ortaya çıktı. “Meddle”. Yeni albümün iddialı parçası “Echoes” ilginçliğin zirvesinde bir yapıttı, gizemli yanının yanı sıra melodik özgünlük de rahatsız edici güzellikteydi. Ses efektlerin daha da dikkat çektiği albüm, grup tarafından da grupça çalıştıkları ilk albüm olarak görülmüştü. Albüm yeni bir soundu beraberinde getiriyordu. İngiltere listelerinde 3 numaraya kadar çıktı.

Albümün kapağının hikâyesi: Kapak yakın çekim uzmanı olan Robert Dowling’in çektiği renklendirilmiş insan kulağının üstünde üzerinde yayılan su halkalarının görüntüsünden meydana geldi.

1972'de çıkan 'Obscured By Clouds', 'La Vallee' adlı filmin film müziğiydi. Albüm bir önceki Meddle'a göre daha sade olmasıyla dikkat çekiyordu. Albüm eleştirmenler tarafından çok beğenilmese de ilk kez Amerika listelerine ilk 50'den giriyordu. 'Free Four' şarkısı ise Amerika'da bir hit haline geldi. Şarkı daha sonra çok konu olacak Roger Waters'ın babasıyla ilgiliydi. Albüm Waters gruptan ayrılana dek David Gilmour'un son yazdığı sözleri içeriyordu. Haziran ayında piyasaya sürülen bu albümün 10 besteden çoğu başarılı parçalar olarak göze çarpmaktaydı ve lirik, hafif çocuksu bir anlatım tarzıyla dikkati çekmekteydi. 

13. Albümlerle ilgili kısa kısa...

  • 12 | Kabaca dünyadaki her 12 kişiden biri, The Dark Side of the Moon albümünün kopyasına sahiptir.

  • Hayvanların temsil ettikleri | Kısa olarak bir kavram kargaşasını açıklamak gerekirse; Animals, George Orwell’in Hayvan çiftliği adlı kitabından esinlenmemiştir. Orwell kitabında Sovyet komünizmine göndermeler yapmakta idi. Animals ise batı kapitalizminin sürdüğü modern Avrupa’daki insan tiplerini betimlemeyi hedeflemektedir. Koyunlar sürüden ayrılmayan bilinçsiz insanları, domuzlar kendilerine insanın ahlaki açıdan ne yapıp ne yapmaması gerektiğini denetleme görevi veren ahlak polislerini; para ve güç sahibi olan kesimi, köpekler ise açgözlü ve arkadan bıçaklamayı seven iş adamlarını, hükümeti ve yargı organlarını sembolize eder… Farklı kaynaklarda farklı bilgiler olsa da, en akla yatkının bu olduğu şarkı sözlerinden de anlaşılmaktadır

  • Reddediş | Stanley Kubrick, ''Atom Heart Mother Suite'' albümünü soundtrack olarak ''A Clockwork Orange'' distopyasında kullanmak istedi. Ama reddedildi.

  • Delinin gülüşü The Dark Side of the Moon albümü boyunca duyulan “Delinin gülüşü” grubun turne menajeri, Naomi Watts’ın babası Peter Watts idi.

  • “741” | Billboard 200 listesinde 741 hafta kalmıştır. Bu eksik bir bilgidir. Albüm aslında 741 haftadan çok daha uzun süre Billboard listesinde kalmış ve kalmaya da devam etmektedir, sadece dergi 1988 yılında eski albümler için kategori yaratma baskısı altında kaldığından 741 hafta sonra kategorili yeni sıralamaya geçildiği için o sayı verilmektedir.

  • Ummagumma | Ummagumma grubun 1969 yılı albümünün adıydı. Kelime grubun arkadaş çevresi tarafından üretildi. Cinsel ilişkinin argo ifadesiydi.

  • Havuza doğru araba süren şöför yerine “İnek” | Hard Rock grubu Def Leppard`ın 1981 yılı albümü High`n`Dry`ın kapağı Pink Floyd albüm kapaklarını da hazırlayan firma Hipgnosis tarafından boş bir havuza doğru araba süren şöför olarak resmedildi. Yıllar sonra aynı o kapağın aslında 1970 yılında Atom Heart Mother için önerildiğini fakat grup tarafından reddedildiğini öğrendik. Grup meşhur inek resmini tercih etmişti.

  • The Wall albümündeki gizli mesaj | “Girdiğimiz yer burası mı?” anlamına gelen Roger Waters tarafından söylenmiş sözler bölünerek, son parça 'Outside The Wall'un sonuna'isn't this...' diye başlayan bölüm ve ilk parça 'In The Flesh?'in başına da '...we came in' sözleri yerleştirilerek albümün başı ve sonu birbirine bağlanmak istemiştir. Bu sözler arka arkaya getirilerek yüksek volümde dinlendiğinde ortaya çıkmaktadır.

14. 13 Yaşında Pompeii’yi canlı izlemek

Pink Floyd’un 'Live In Pompei' filminin yönetmeni Adrian Maben filmin çekiminin 40. yılı dolayısıyla İtalya’da gerçekleşen konferansta kendisine çekimler esnasında orada bulunan 13 yaşında bir çocuktan yıllar sonra gelen mektubu okudu.

“1971 yılında 13 yaşındaydım ve tabii ki bu 4 çılgın adamın kim oldukları hakkında hiç bir fikrim yoktu.O zamanlar babam Pompei'nin en büyük otellerinden biri olan The Grand Hotel Rosario otelinin yöneticisiydi ve grupta tam o otelde kalıyordu. 1 hafta boyunca kaldılar ve bizim için oldukça yoğun geçen bir haftaydı çünkü odalardan birinin yer döşemesi üzerine düşürdükleri bir sigara izmariti yüzünden yangın tehlikesi geçirdik. Bu da bizim için grubu karakterize eden çılgınlığın seviyesini öğrenmenin bir yoluydu.Çekimler Ekimin 4’ünden 7’sine kadar 1971 olmak üzere 4 gün sürdü.”

Pink Floyd 24 kamyonluk ses sistemi de dahil olmak üzere tüm malzemeleri getirdi ve de ödemeleri yaptı. Böylece bir kayıt stüdyosundaki ses kayıt kalitesini tutturmayı hedefliyorlardı.Grup Anfiteatr’a geldiğinde tüm aletlerinin bir arada çalışmasını sağlayacak güçte elektrik olmadığını fark ettiler. Bu sorun Anfiteatr’tan şehrin ana caddelerinden olan Dia Roma‘ya çekilen direk bir elektrik kablosu ile çözüldü. Ardından grubu şirkete ait 2 otobüsle Pozzuoli’ye götürdük. Döndüklerinde şoförler 'tımarhanede gibiydik ama eğlendik, hepiniz delisiniz' dediler. Hatırlıyorum Anfiteatr’a çekim için gittik, getirilen ekipmanın dağ gibi büyüklüğü ve bir uzun saçlı teknisyen ordusu beni çok etkiledi.”

“Nick Mason, Roger Waters, David Gilmour ve Rick Wright gibi yabancı ama egzantrik 4 kişinin canlı çalmasına şahit olmak ve müziğin içine girmek hele ki 13 yaşında bir çocuksanız büyük bir deneyimdi; hele ki akşam otelde son albümleri Meddle’ı ufak bir pikapta çalma şerefine eriştiğimde etrafımda bütün personel ve grup yemek yemekteydi.”

“Bugün; 44 yıl sonra, o kısa ve yoğun deneyimi düşündüğümde orada bulunmuş olmaktan sadece mutlu ve gururluyum bunca yıl sonra şunu söyleyebilirim: oradaydım“.

15. Bir dönüm noktası (Dark Side Of The Moon-1973)

1973 başlarına çok önemli bir olay gündemdedir artık. Gerek Avrupa'da gerek ABD konserlerinde başarıyla icra ettikleri, hem albüm kapağıyla hem de yarattığı etkiyle efsaneleşen “Dark Side of the Moon” albümü çıktı piyasaya. 

Albüm, grup için bir dönüm noktası oldu. 1973’te çıkan 'Dark Side of the Moon' topluluk için dönüm noktası oldu. Albüm güçlü melodik yapılarıyla Rock klasiklerinden sayıldı ve efektlerle desteklenen bir bütünlük içinde kurgulandı. Saksafon, bayan vokalistler, Wright'ın piyano kullanarak şarkılara caz havası katması ve grup elemanlarının günlük hayatın sorunlarını tartıştıkları ses kayıtları bu albümde kullanılmıştı. Şarkılar farklı yapılarda olsa da aslında albüm tamamıyla insan hayatını temel almaktaydı.

40 milyondan fazla satan albüm, dünyanın en çok satan Rock albümü oldu... Aynı yıl 'Money' şarkısına yapılan single bir numaraya yerleşti. İlk albümlerden toplama olan 'A Nice Pair', Pompeii Konseri gibi materyallerin yayınlanmasına neden oldu. Bu toplamalar Pink Floyd’un ilk dönemlerini yeni dinleyicilere aktardı. 

Albüm Britanya ve Amerika müzik listelerine birinci sıradan girdi. Özellikle grup üyelerinden David Gilmour ve Nick Mason'a göre bu albüm müzikal açıdan 'Meddle' veya 'Atom Heart Mother'dan daha iyi değildi; fakat ilk defa albüm tanıtımı için belirli bir para ayrılmıştı ve basın gruba destek vermişti. David Gilmour albümün müzikal başarısını parçaların daha önce canlı olarak çalınması ve parçaların bilinmesine, dolayısıyla kayıtların iyi olmasına bağlıyordu.

Bu albüm bambaşka bir arayış, bambaşka bir duyarlılıktı. Efekt kullanımının ayrıcalığıyla birlikte şarkı sözlerinin farklılığı da girmeye başladı. Sanki diğer albümlerde müzikle anlatmaya çalıştıklarını, artık sözle yansıtmaya başlamışlardı. Resmi değerlere karşı olan isyanlarını artık açıkça dışa vurdular, her şey son derece belirgindi artık. 

Bu arada, topluluk içinde ağırlık kazanmaya başlayan Waters’ın, söz yazılarıyla entelektüel bir tavra girdiği gözlendi. Albümün mühendisliğini Alan Parsons yaptı. Parsons'a Chris Thomas da destek verdi. Thomas özellikle albümdeki 'Us and Them' parçasındaki yankılar gibi dikkate değer değişiklikler yaptı.

16. “Dark Side of the Moon” albüm kapağının hikâyesi

Grup üyelerinin albüm kapağı hakkında karar vermeleri 3 dakika sürdü. Tasarımcı Storm Thorgerson albümün kayıtları sırasında onlara Abbey Road stüdyolarında yedi farklı tasarı sundu. Grup içeri geldi ve hepsine bakıp “işte bu” diye prizmalı tasarımı işaret ettiler.  Hepsi üç dakika sürdü. 2011 deluxe kutusunda Thorgerson 2003 yılındaki söyleşisinde söyledikleri yer aldı: 

“Başka bir seçenek için onları ikna etmek mümkün olmadı, hatta ne açıklama yapmam gerekti ne de nasıl görüneceğini anlatmam. Kayıtlara geri dönmeliyiz deyip gittiler” 

Kabul edilmeyen bir dizayn daha sonra popüler olan Marvel çizgi roman kahramanı oldu. Kapağı Silver Surfer olan bir albüm için onay vermiş olsalar nasıl düşünebileceğimizi hayal etmesi zor değil.

Grup, kapaklarda kendi fotoğrafları olmasından hep nefret ederdi. David Gilmour Rolling Stone dergisine 2003 yılında verdiği söyleşide; 

“Storm bize alternatifleri gösterdiğinde hepimiz şüphesiz 'bu' diye gösterdik prizmayı. Mükemmel bir kapaktı. Ayrıca vitrinler de de harika görünecekti. Çayırda zıplayan dört kadın değildi en azından biz yoktuk.”

Prizma Floyd’un abartılı sahne ışık şovlarından esinlenmişti. 30. yılı basımı için Thorgerson “Yansıtan cam prizma Pink Floyd’un konserlerinde kullandığı ışık düzenine bir gönderme idi” demişti. 

“Üçgen tutkunun sembolü olarak görülür. Albümdeki evren ve delilik üzerine eşit ağırlıklı sözler de bize Piramit’leri akla getiren temalar içermekteydi. Spektrumun albüm kapağını baştan başa dolanması da albümdeki kalp atışlarının başında ve sonunda yer almasını simgeliyor.”

17. "Dark Side of the Moon" albümündeki sesler ve albümün diğer adı

Pink Floyd’un 'Dark Side Of The Moon' albümünün parçaları arasında bir çok konuşma duyabilirsiniz. Bu sesler Roger Waters tarafından ses sistemini kuranlara, tır şoförlerine, ışıkçılara ve diğer ekip elemanlarına verilen cevaplardır. Şarkıların çoğunda bu konuşmalar duyulabilir. Mesela Dark Side of the Moon sizce ne anlama geliyor?” veya En son ne zaman şiddete başvurdunuz ve haklı mıydınız?” gibi soruların cevaplarıdır.

Üzerinde çalışıldığı sırada albümün başka bir adı vardı. 'Eclipse '(A Piece for Assorted Lunatics – Çeşitli Deliler İçin Parça)

Başka bir ismi olmasının nedeni o sırada 'Dark Side of the Moon' isimli başka bir albüm daha çıkmış olması. 'Medicine Head' isimli beat grubu 1972 yılında aynı isimde bir albüm çıkardı ve Pink Floyd yeni albümlerinin adını bir süre değiştirdi. Ancak Medicine Head’ın albümü başarısız olunca eski adı yeniden gündeme geldi

Albüm sadece 1 Grammy ödülü kazandı. O ödül de Alan Parsons’a en iyi kaydedilmiş albüm’den geldi.

18. “Pink Floyd beni hiç etkilemedi...”

Torry’i “The Great Gig In The Sky” parçasında vokal yapması için grubu ikna eden Alan Parsons’dur. Parsons “Light My Fire” şarkısının cover versiyonunda onu dinlediğini -her ne kadar Claire Torry hayatında hiç bir Doors şarkısı söylemediğini iddia etse de- ve o yüzden gruba tavsiye ettiğini söyler. Telefon geldiği zaman Pink Floyd ile ilgili tek bildiği “See Emily Play” şarkısıydı ve “Beni hiç etkilemedi. Benim favori grubum değillerdi. Eğer Kinks olsalardı kendimi gökyüzünde hissederdim” diyor Torry.

19. Wish You Were Here (1975) ve Animals (1977)

Pink Floyd stüdyoya Ocak 1975'de geri döndü. Alan Parsons grubun kendisiyle çalışmaya devam etmesi önerisini kendi çalışmalarına öncelik vermek için reddetti, grup da 'More' albümünde çalıştıkları Brian Humphries ile anlaştı. Grup 'Dark Side of the Moon' albümünün başarısından sonra, fiziksel ve duygusal olarak bitkin durumdaydı.

Waters, yeni bir konsept için araştırmaya girişti. Grup 1974'de çıktığı Avrupa turnesinde üç yeni besteyle hayranlarının karşısına çıktı. Bu besteler sonraki albüm için bir başlangıç noktası oldu. Bu bestelerden birinde Gilmour tarafından çalınan bir gitar solosu Waters'a grubun eski üyesi ve kurucusu Syd Barrett'i hatırlattı.

Albümde yer alan 'Shine On You Crazy Diamond' ve 'Wish You Were Here', Barrett’ın anısına yapılıyordu. Kalan şarkılar ise müzik endüstrisine karşı bir tutum içeriyordu. Bu albümün stüdyo kayıtları 6 ay gibi kısa bir sürede bitirilmiş ve tüm sözleri gene Waters tarafından yazılmıştı. Besteler ortaktı ve albüm tümüyle eski arkadaşları Syd Barrett'a atfedilmişti.

Albümün kapağının hikâyesi: Dark Side albüm kapağının hızla seçişindeki durumun tersine bu kez kapak konsepti çok uzun süren görüşmelerden ve ortaya çıkan Shine On melodilerinden sonra belirlenmiş: 'Olmayış'. Fikrin kuvvetle meydana gelip şekillenmesine neden olacak olan olay ise Syd Barrett’in tam yedi yıl sonra bir gün ansızın Abbey Road stüdyolarında tam da onun hakkındaki 'Shine On You Crazy Diamond' parçasının geri vokal kaydı sırasında stüdyoda belirmesi oluyor. Görüntüsü ve tuhaf davranışlarıyla Roger ve David’i ağlatan Syd tümüyle aslında gerçek haliyle orada değildi.

Storm, daha sonrasında grubun kişisel ilişkileri yüzünden de zihnen tam olarak orada olmadıklarını sezinledi. Fiziken oradadırlar ama zihinleri orada yoktur. Roger’ın da daha sonra söylediği üzere grup tam olarak birlik değildi. Buna karşın bu halleri Shine On gibi bir parçayı yaratmalarına engel olmadı.

Belirlenen bu temayı kapağa taşıyabilmek için daha önce 'The Beatles' White Album’ü yaptığı için boş bir kapak yapamadılar. Bunun yerine piyasaya çıkan tüm albümlere yapılan saydam naylon kaplama yerine siyah mat naylonla kaplanmasına karar verildi. Böylece insanlar içinde ne olduğunu göremeyeceklerdi. Tam bir yokluk. Tam bir 'olmayış'

Plak şirketleri tabii bu fikre şiddetle karşı çıktılar. Onlara göre kimsenin göremeyeceği pahalı ve değerli bir plak kapağına para yatırmanın anlamı neydi? Ki tamamen bütün olay da buydu. Thorgerson tüm konsepti hazırlayıp gruba sunduğunda tüm grup ve çalışanlar ufak bir alkış dahi tutarlar.

2 yıllık aradan sonra grup Harvest yapımı olan “Animals” adlı yeni bir albüm daha çıkardı. Sürdürdükleri anlayışta, resmi ve kuraldışı olana tepki de bir farklılık yoktu ancak müzikalitenin düştüğü hemen dikkati çekti. İşlenen konu oldukça ilginçtir. İnsanoğlunun kişiliklerine göre sınflandırmaya tabii tutulduğu bu albümde insanlar; köpekler, domuzlar ve koyunlar olarak üç kategoriye ayrılmıştır. 

George Orwell'in ünlü eseri 'Hayvan Çiftliği'ne nazireten çeşitli kişilik yapılarının birer hayvan olarak sembolize edildiği albüm büyük ilgi gördü. Albümde Gilmour ve Waters'ın birlikte yaptığı bir şarkı dışında her şarkı Roger Waters'a aitti. Albüm turnesinde albüm kapağında da kullandıkları domuz da konserlere çıkıyordu. 

20. Tanınmayacak halde olan Syd Barrett’in stüdyo ziyareti ve gözyaşları

'Wish You Were Here' albümünün kayıtları sırasında Syd Barrett stüdyoyu ziyaret etmişti ancak grup elemanları fiziksel olarak değişmiş Syd Barrett'i tanımamışlardı. Tanıdıklarında ise gözyaşlarına boğulmuşlardı. Ona besteledikleri şarkıları dinletmişlerdi ve daha sonra Barrett stüdyodan ayrılmıştı. Bu grubun Barrett'i son kez gördüğü andı.

Waters o günleri şöyle anlatıyor: 

'Çok garipti, sözler yazılmıştı ve aslında Syd ile ilgiliydi, geri kalan her şey başka bir şey anlatabilirdi ama neden sözleri Syd hakkında yazmaya başladım, bunu bilmiyorum. Sanırım Dave'in solosu ve onun hüzünlü sound'u beni oraya götürdü. Aslında Syd'in durumunun grubun genel durumunun bir sembolü olması “Wish You Were Here” kayıtlarının başlamasından çok önceydi. (...) Elbette o çok önemliydi, grup Syd olmadan asla başlayamazdı. Çünkü her şeyi yazan oydu. Onsuz hiçbir şey olmazdı ama diğer yandan onunla da yürüyemezdi. Rock'n Roll tarihinde Syd önemli olabilir ya da olmayabilir ama Pink Floyd için insanların düşündüklerinden çok daha önemli. Kendimi yıllarca onun tehdidi altında hissettim. Ama o 'Wish You Were Here' kayıtlarında geldiğinde karşımda iri, şişman, kel, delirmiş bir insan buldum ve gözyaşlarımı tutamadım.'

Wright ise olaydan şöyle bahsediyor: 

'Bütün albüm Dave'in baştaki gitar solosundan yola çıktı, çok güzel bir soloydu. Sonuçta bence albüm bizim en iyi albümümüz oldu, çünkü en renklisi ve en duygusalıydı. “Shine On”un sözleri Syd için yazılmıştı. Stüdyoya yürüyerek gelmiştim. Roger masasında miksaj yapıyordu, sonra onun yanında oturan şişman, kel bir adam gördüm. Bunu garipsemedim çünkü insanların bizi merak edip gelmesi normaldi. Sonra Roger “Bu adam kim bilmiyorsun değil mi?” dedi. “Bu Syd”. Büyük bir şoktu, çünkü onu 6 yıldır hiç görmemiştim. Ayağa kalktı, dişlerini fırçaları, yeniden oturdu ve 'Pekala gitarı ne zaman çalacağım?' dedi. Tabii yanında gitarını getirmemişti. Biz ise 'Üzgünüz Syd, gitarların işi bitti', dedik.'

21. "Animals" albüm kapağının hikâyesi

Albümün kapak tasarım önerisi bu kez Roger Waters’dan gelir. Kapaktaki Battersea 1930’larda inşaa edilip artık terkedilmiş Londra’nın merkezinde bulunan kömürle çalışan bir enerji santralıdır. 2010’lu yıllarda yeniden projelendirildi. Çevresine yapılan rezidans ve apartmanlarla değişik bir görünüme kavuşan yapının bu eski orijinal hali bu kapakla ölümsüzleşti.

Bacalar arasında uçurulan domuz 10 metre uzunluğunda 6 metre genişliğinde şişme bir balondu. Po ve Storm 11 adet farklı pozisyonda fotoğrafçı ayarlayıp onları çatı dahil santralın etrafında düşünülebilecek her noktaya yerleştirdiler. Tekrar edilemeyecek bir olay olduğundan hiç bir görüntüyü kaçırmak istemiyorlardı.

Herkes yerini aldıktan sonra Menajer Steve O’Rourke domuzun kaçması halinde yaşanabilecek olumsuz kazalar ve yaralanmalar için bir de nişancı kiraladı. Yavaş yavaş şişirilen domuz teknik nedenlerle hiç uçamadı. Hava koşulları bulutların pozisyonları çok uygundu ancak ortada bir domuz yoktu. Çalışmaya ara verildi ve ertesi gün herkes yine tam yerlerine geçti. Bu kez domuzun şişmesi tamamlandı, çeşitli kabloların yardımıyla yavaşça binanın üstünde uçmaya başladı. Herkes birbirini kutlamaya başladı fakat bu kez de yer ekibi tam hazır olup yeterince fotoğraf çekemeden sert rüzgar akımları tüm bağlantı halatlarını zorlayarak hayvanı sallayıp döndürmeye başladı ve birden iplerini kopardıktan sonra beklenmedik bir hızla gökyüzüne yükselerek bir kaç dakikada gözden kayboldu. Tabii ki ekonomik olması için nişancı o gün getirilmemişti dolayısıyla vurup indiremedi. Ancak Storm bu çok hızlı yükselen domuzu nişancının da vurabileceğinden emin değilmiş.

Çekilen çok az sayıda fotoğrafın hayal kırıklığına ilaveten bu kez havalanan hayvanın Heatrow Havaalanına doğru gittiği fark edildi. Ertesi günün gazeteleri havaalanına iniş için yaklaşan domuz şakalarının yanında havada domuz gördüğünden şüphelenen pilotların haberlerini içeriyordu. Üçüncü gün yine her şey hazırlandı, bir çiftçinin tarlasına düşen domuz bulunup tamir edildi. Bu kez çekim için helikopter de hazırdı ve domuz gayet başarıyla bütün gün uçurularak görüntülendi. Albümde gördüğümüz fotoğraflar bütünüyle üç gün boyunca yapılan çekimlerden oluşuyor. Buna karşın bilinen ancak üçüncü gün uçabilen domuzun arka plan görüntülerinin birinci güne ait olduğudur. İşin başında kendi teklif ettiği tasarımların kabul edilmeyişine üzülen Thorgerson, iş bittiğinde Waters’ın fikrinin çok doğru olduğunu itiraf eder.

22. Pink Floyd'un meşhur domuzu

1980’lerde basçı ve besteci Roger Waters gruptan ayrıldığında grup aleyhine isim hakkı ve meşhur 'uçan domuz' balonuyla ilgili hukuki bir savaş başlattı. Waters domuzun kendi fikri olduğunu iddia etti. Grup daha sonraki yıllarda telif hakkı ödememek için yeni bir uçan domuz dizayn etti. Bu domuzun dişi olan orjinalinden farkı kocaman testislerinin olmasıydı.

Roger Waters'ın ilk olarak Aralık 1976'da yapılan ve isminin Algie olduğu domuzun hikâyesini kendi ağzından okuyalım... İşte bu hikâyeyi anlattığı bir röpartajından kesit;

Muhabir: Ne zaman böyle bi fikre sahip oldunuz?

Roger Waters: Her zaman Battersea Enerji Santralını bir mimari yapı olarak sevmişimdir. Sonra onunla o günün Pink Floyd`u arasında hoş bir sembolik bağ kurdum.

A) Çünkü bir enerji istasyonu gibiydik ve B) dört ayağı vardı. Ters çevirdiğinizde bir masa olurdu. Grubun dört üyesini temsil eden bacaları vardı. Fakat tersyüz olmuştu ve bir kaplumbağa gibi hiçbir yere gidemiyordu. Konserler sırasında zaten uçan bir şeyler kullanmayı düşünüyordum. Koyun veya domuz falan. Sonra neden bu konser fikirini albüm kapağıyla bir araya getirmeyelim diye düşündüm. Bir grubun düşüşü ve hepsi bir arada.

Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz

23. En iyi albüm “Wish You Were Here”

Grubun iki lideri de en iyi albümleri olarak Dark Side‘ı düşünmez. Waters 1993 yılında The Wall’un “çok daha önemli bir çalışma olduğunu” söyledi. Gilmour’un ise farklı bir seçimi vardı. “Benim için, Wish You Were Here en tatmin edici albüm” demişti Guitar World’e.

“Dark Side of the Moon’dan çok onu dinlerim. Çünkü biz o albümde müzik ve söz arasındaki dengeyi iyi bulduk. Dark Side ise çok öteye gidip sözleri çok fazla öne çıkarttı. Ve bazen şarkılar -ki onlar sözleri taşır- zayıf kaldılar. Benim için Roger’in bazen başarısızlığı sözleri oturtmak için en iyi araç olan müziği kullanamayışıdır.”

24. Pink Floyd’un duvarları (The Wall-1979)

Animals albümün ortaya çıkmasından hemen sonra Waters yeni bir konu arayışına ve müzik çalışmasına girmişti. 1977'de bir banta kaydettiği bestelerini 1978'de arkadaşlarına sundu. Bu besteler şimdiye kadarki bestelerinin oldukça dışındaydı. Müziğe kendine özgü efektlere ve geliştirdiği tekniklere bir de şiir-öykü karışımı bir sözel anlatımı da ekliyordu. 

Grup elemanları 1979'un hemen başında yoğun bir stüdyo çalışmasına girdiler ve 9 ayı bulan yoğun uğraşın sonucunda, dışı tuğlalarla örülmüş bir duvar görüntüsündeki kapağıyla ikili bir albüm sundular müzik dünyasına. Bu albüm Rock klasikleri arasında belki de en önemli yeri tutacak olan “The Wall”du.

Albümde en dikkati çeken nokta müzik eşliğindeki temaydı. Bu temada öylesine bir toplumsal bilincin varlığı seziliyordu ki, bir ucuyla kapitalist ve kültürel formasyonu açısından muhafazakar bir İngiltere'nin ürettiği insan tipleri ayrıntıyla çiziliyor, diğer uçta ise Waters'ın Pink adıyla konuya yerleştirdiği kahramanın söz ettiğimiz yapılara karşı değişikliklerini, bizler reel değerlerin dışında da düşünebiliyor ve yaşayabiliyorduk. (Albümün temasının ayrıntılı bir şekilde açıklaması içeriğimizin bir sonraki maddesinde)

Bu ciddiyetle yapılmış bir tema, radikal bir son, başından sonuna dek ayrıntılarıyla yansıtılmış toplumsal bir eleştiri, özellikle de Pink Floyd'da, genelde Rock tarihinde ilk kez görülüyordu.

“Pink” adındaki karakterin doğumundan itibaren olan süreç, savaş, babaya duyulan hasret, eğitim sistemi, aldatma gibi konular işlenen albümün aynı ismi taşıyan filmi de yapıldı. Alan Parker yönetmenliğinde 85 dakikalık bir filme dönüştürülen “The Wall” Cannes film festivaline yarışma dışı katılarak ilgiyi dünya çapında üstüne topladı.

Albümde bulunan 'Another Brick In The Wall' isimli şarkı büyük başarı kazanmış, şarkı günümüzde bile çok dinlenmekte ve video klibi youtube'da en çok izlenenler arasında yer almaktadır.

“The Wall” için bir dönemin sonu diyebiliriz. Syd sonrası Floyd’taki iktidar savaşı grubu sonunda bu noktaya getirdi. Zamanla Roger, Pink Floyd’u tek bir adamın grubu gibi görmeye başladı. David’in gerçek bir müzik dehası, Roger’ın ise gerçek bir söz yazma yeteneği vardı. Ama bunu hiçbir zaman ortak bir potada eritmeye çalışmadılar.

25. "The Wall" albümü ne anlatır?

Pink Floyd’un, 1979 yılında çıkan bu albümü Pink adında, sanal bir karakter üzerinden, giderek yalnızlaşan, yabancılaşan insanın korkuları ile kendi çevresine ördüğü soyut duvarı anlatır. Büyük ölçüde konseptin yaratıcısı ve şarkı sözlerinin yazarı Roger Waters’ın kişisel deneyimlerine ve Pink Floyd’un kurucusu olan Syd Barrett’in yaşamı üzerindeki izlere dayanmaktadır. Albüme adını veren “The Wall” yani duvar, kişinin kendini soyutlamasını anlatan bir metafor olarak kullanılmıştır.

Duvar (Wall) simgesi, 1977’de Animals albümünden sonra yapılan 'In The Flesh' turnesinin Montreal ayağında, Roger Waters’ın sürekli bağıran bir seyirciye tükürmesi sonucunda seyirciyle arasına bir duvar çekme fikriyle ortaya çıkmıştır. Yazım süreci sonunda seyirciyle sahne arasına duvar çekme düşüncesi ana karakterin kendini toplumdan soyutlaması fikri ile bir temele bağlanmıştır.

Şarkılarda ve albümün bütününde insan hayatının evrelerinde karşılaştığı eğitim sistemleri, kadın erkek diyaloğu, radikalizim, yalnızlık, savaş ve çevresel etkenler gibi insan hayatı ve psikolojisiyle doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan pek çok konu hakkında da ciddi eleştiriler ve vurgular yer alır.

Pink adlı kahraman, yaşamını albümde değişik evrelerle okul, evlilik ve aile kurallarına karşı sert ve kendi içinde tutarsız (daha sonraları şizofrenik) tepkilerle sürdürmektedir. Hayatının ilk aşamasında Pink'in annesiyle yaşadığını ve buram buram baba özlemi duyduğunu görüyoruz. Bu babasızlık Pink ile annesi arasında inanılmaz bir yakınlık kurmuş olmalı ki, Pink bir noktadan sonra ona göre kuru ve kurumsal olan bu bağı dışlamaya yönelmektedir. 

Okul yaşamı da Pink'in aykırı bir kimliğe bürünmesinin en önemli nedenidir ve Pink, içinde yaşadığı bu sevgisiz ortama değişik biçimlerde sert tepkiler sunmaktadır. Bundan sonra evliliği ve eşiyle olan anlaşmazlığı gitgide dağınık ve katı bir iç dünyasının oluşmasına neden olur ve psikolojik bir yıkım başlar. 

Yıkılmaz duvarlar olarak simgelenen kurumlara karşı kendi içinde devamlı tepkilerde bulunur ve daha da katılaşarak 'çekirdek faşist ideolojinin' bir savunucusu olma durumuna gelir. Kendisinin özgürlük diye nitelediklerinin duvarların içinde çırpınmalar olduğunun farkına varınca esas amacının bu kurumlara yönelik olmasının gerektiğini anlayacak ve bir iç duruşmayla (Trial) kendini duvarın içinde yeni bir alana sokmaya çalışır. Ancak bunun dışında üzülen insanlar da vardır ve bu insanların tavırları 'Outside the Wall' isimli final parçasında belirtilmektedir.

Albüm 1982 yılında Alan Parker yönetmenliğinde sinemaya aktarılmıştır. Albümde ve filmde bir çok simge yer almaktadır

Çekiçler: İnsan topluluklarını şekillendiren otoriter, despot, yapıcı ancak öte yandan ironik olarak yıkıcı güçlerin temsilidir. Bu açıdan gücü temsil eder. Yönetimlerin de, duvarı yıkma için başkaldıranların da kullandığı bir araçtır güç yani çekiç.

Tuğlalar: Bireyin yaşamda karşılaştığı tüm sorunlar, engeller, kurallar, acılar bir tuğlaya benzetilir sonuçta hepsinin birleşimiyle bir duvar örülecektir.

Beyaz/Kırmızı Çekiç Arması: Her ne kadar bunu Zonguldakspor kendi armalarından çalınma olarak nitelendirse de bu aslında beyaz masumiyet simgesiyle kırmızı kan karışımından oluşan pembe (Pink) rengi özelinde diktatoryal eğilimleri simgeler.

Göz ve Ağzı Olmayan Yüzler: Ülkelerin eğitim sistemlerinde kişilik ve karakterleri özelliklerini yitirerek tek bir tornadan çıkmış gibi ses çıkarmayan ve görmeyen sessiz çoğunlukları ifade eden topluluklar, gençler, öğrenciler simgeleniyor.

Solucanlar: Sistem tarafından üretilmiş, kulağı, gözü ve ağzı olmayan, yaratıcı yetenekleri ve şahsiyetleri eğitim sistemi ve despot yönetimler tarafından yok edilmiş insanları sembolize eder. Sistemin, insanın veya beynin çöküşü kendini yiyişi, çürümesinin de sembolüdürler. Okullarda despot hocalar tarafından aşağılanarak kişiliklerini yitiren öğrenciler sisteme itiraz edemeyen soluncanlar haline dönüştürülürler. Hikâyede (ve tabii çoğu zaman gerçekte) insanın yanlızlaşması onu fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duygusal açıdan beyin ölümüne sürükleme benzetmesine yol açıyor. Hey You ve Waiting For The Worms parçalarında görüntüye gelir.

Çiçeklerin Savaşı: Kahramanın ve insanların hayatlarında yaşadığı cinsler arası mücadeleler, ilişkiler simgelenerek savaşan iki biri erkek biri dişi iki çiçekle simglenir.

Akrep: Akrep’e benzetilen hikâye kahramanının onu aldatan anlayışsız karısıdır. Konserde bunu One of My Turns de yeşil bir kukla olarak duvarın üstünden sarkıtılır.

Anne: Albümde yalnızlaşmanın etkenlerinden biri olarak çocuğunu dış dünyadan aşırı bir şekilde  korumaya çalışan anne figürü duvardaki bir başka tuğla olarak tasvir edilir. Diğer kuklalardan farklı olarak Mother parçasında şişme balon olarak duvarın önünde değil arkasında belirir.

Öğretmen: Açıkça kalıplaşmış tek tip insan yaratmayı hedefleyen öğretmen yapısına eleştiri olarak simgelenen büyük balon kuklayı Another Brick In The Wall’da izleriz. Sınıfta öğrencileri küçük düşüren, onlara kendi yeteneklerini geliştirme fırsatı vermeyip tek bir tornadan çıkmış görüntüsü kazandırmaya çalışan öğretmenler kastedilir.

Yargıç: Albümün en son bölümü Trial’de kahramanın iç hesaplaşmasının karar mekanizmasını temsil eden yargıç dev bir kıç görünümünde Gerald Scarfe’ın çizgi filmiyle sahnelenir.

Savcı: Trial başlangıcında Roger Waters’ın tiz sesiyle savcının Pink için geçmişinde yaşadığı ve yalnızlaşmasına neden olaylar hicvedilerek suçlamaları  sıralar.

Domuz: 1977 yılında çıkan Animals albümünden sonra kapakta fabrika üstünde uçan domuz Pink Floyd’un simglerinden biri haline geldi. Albümün temasındaki kapitalist sömürgecileri simgeler. The Wall konserlerinde seyircilerin üzerinde büyük bir şişme balon olarak uçurulur.

26. Grup üyeleri ile ilgili kısa kısa

  • Cenazede şarkı | Gilmour, Mason ve Wright 2003'te ölen menejerleri Steve O'Rourke için birleşip 'Fat Old Sun' ve 'The Great Gig In The Sky''ı cenazede çaldılar.  

  • Satılan resimler | Pink Floyd`un kurucu üyesi Syd Barrett`in yaptığı resimler satışa çıkarıldıktan sonra toplam on adet resmine 55.000 pound (yaklaşık 156.000 TL) ödenmiştir

  • “David ve ben hiçbir zaman yakın arkadaş olmadık.' | Amerikanın ünlü talk show’u 60 Minutes programına katılan Waters kendisi ve gruptan ayrılışı hakkında sorulan sorulara cevap verdi ya da en azından öyle görünmeye çalıştı. Programda sunucu ve bir Pink Floyd hayranı olan Steve Kroft’un David Gilmour ile ilgili sorusuna şöyle yanıt verdi; “David ve ben hiçbir zaman yakın arkadaş olmadık. O bir kaç spot altında bile müzik yapmak isteyen biriydi ben ise sosyal, politik ve hatta felsefik konularla teatral sahneler hayal eden biriydim”

  • Yılbaşı hediyesi | Melody Maker`in 1971 albümü Meddle hakkında ilgisizce yazdığı yazıya sinirlenen grup derginin yardımcı editörü Michael Watts`a bir hediye gönderdi. Bir yılbaşı hediyesi olmasını bekleyen Watts paketi açtığında yaylı bir box eldiveni fırladı.

  • Big In Japan | 1960’larda Floyd önderi Syd Barrett`in annesi Cambridge Hill Road daki evlerine sık sık pansiyoner alırdı. Bunlar genellikle üniversite öğrencileri olurdu. Bir keresinde de gelecekte Japonya Başbakanı olacak Junichiro Kouzumi`yi misafir etmişti.

27. Another Brick in the Wall II ("Ben" değil "biz")

'Another Brick In The Wall II', Pink Floyd’un “The Wall” albümünde bulunan ve dünyaca büyük bir ün kazanmış bir şarkıdır. Single olarak yayınlanan bu şarkı 1968’den bu yana İngiltere’de yayınlanan ilk Pink Floyd single’ıdır ve Amerika listelerine olduğu gibi İngiltere listelerine de bir numaradan girmiştir. Şarkı 1979 Grammy’lerine de aday olmuştur. 

Şarkı ana kahraman Pink’in öğretmenleri tarafından aşağılanması sonucu öğretmenlerine ve eğitim sistemine karşı çıkmasını anlatır. Birinci şarkı daha bireyseldi fakat bu şarkı “ben değil biz” teması üzerine kurulmuştur.  The Wall albümü tek bir karakterin hikâyesini anlatmasına rağmen bu  şarkısında bir kez bile ”ben” kelimesi geçmez. Bu uygun adım yürüyen çekiçlerle birlikte kurumsallık ve mahkumiyeti sembolize eder. Şarkı, konusu yüzünden birçok ülkede yasaklanmıştır. 1980’de Güney Afrika’da yaşanan bir okul protestosunun marşı haline geldiği için yasaklanması en ünlü örneklerinden biridir.

28. Comfortably Numb’ın gerçek hikâyesi

June Child, 1966’da Floyd kendine menejerlik şirketi oluşturduğunda bu şirkete giren ilk sekreter, şöför ve kişisel asistanlıklarını yapan kişiydi. June, Syd Barrett’in de bir dönem kız arkadaşıydı. Aşağıdaki hikâye ise onun ağzından:

İngiltere'deki gösterilerinden birinde Syd, 22 Aralık 1967'de, Floyd ile birlikte Chrismas on Earth Continued’de çalıyordu. İlk olarak Syd’i bulamadık, derken ben onu soyunma odasında buldum. Kafası gitmiş, taş gibi kaskatı durur haldeydi. Sürekli, 'Syd, ben June! Bana bak!' diyordum. Boşluğa bakışları en ufak bir tanıma belirtisi göstermiyordu. Seyirci sabırsızlanmaya başladıkça, sahne amiri kapıyı gittikçe artan şekilde yumruklamaya başlayarak: 'Time to go! Time to go!' (Gitme zamanı) diye bağırıyordu. Biz ise Syd’i ayağa kaldırıp, çalması için toparlamaya uğraşıyorduk. 

Konuşamıyordu. Tam olarak katatonik bir haldeydi. Roger Waters ve ben onu ayağa kaldırdık ve sahneye götürdük. Beyaz Stratocaster’ini boynuna geçirdik ve sahneye doğru yürüdü. Tabii seyirci onu bağışladı çünkü seviyorlardı. Grup çalmaya başladıkça o öylece durdu, kafası tripli haldeyken sadece durdu. Grup üç yada dört parça çaldıktan sonra onu oradan aldık. Başka bir şey yapmak şöyle dursun, tüm set boyunca orada bile duramayacaktı. Bu yüzden yaptıkları için Roger’in hakkını teslim etmek gerekir. Diğer ikisiyle birlikte repertuvarlarını yarım yamalak çaldılar. Peter ve Andrew (iki menejerleri) delirmiş saçlarını yoluyorlardı.”

Şarkının sözleri ise şu şekildedir;

Comfortably Numb – Keyifli Uyuşukluk

Merhaba, İçeride kimse var mı?

Yalnızca başını salla beni duyabiliyorsan

Evde kimse var mı?

Hadi ama, duyuyorum kendini kötü hissettiğini

Yatıştırabilirim acını

Ve ayağa kalkmanı sağlayabilirim senin yeniden

Gevşe, biraz bilgiye ihtiyacım var önce

Yalnızca temel şeyler

Gösterebilir misin bana neresinin acıdığını?

Azalttığın hiçbir acı yok

Uzak bir geminin dumanı tütüyor ufukta

Sen dalgaların içinden geçerek yaklaşıyorsun

Dudakların kımıldıyor ama duyamıyorum ne söylediğini

Çocukken ateşlenmiştim bir gün

Ellerim sanki iki balon gibiydiler

Şimdi aynı duyguyu bir kez daha yaşıyorum

Anlatamam, anlayamazsın da

Ben normalde böyle değilim

Şimdi keyifli bir uyuşukluk içindeyim.

Tamam, yalnızca bir iğne batması

Arık kalmayacak hiçbir aaaaaaaaaaaaaah

Fakat kendini belki biraz hasta hissedebilirsin

Ayağa kalkabilir misin?

Sanırım etkisini gösteriyor, iyi

Bu senin gösteriyi sürdürmeni sağlayacak

Hadi, gitme zamanı geldi.

Azalttığın hiçbir acı yok.

Uzak bir geminin dumanı tütüyor ufukta

Sen dalgaların içinden geçerek yaklaşıyorsun

Dudakların kımıldıyor ama duyamıyorum ne söylediğini

Çocukken, bir şey ilişmişti gözümün ucuna

Dönüp baktım fakat kaybolmuştu

Tanımlayamıyorum şimdi onu

Çocuk büyüdü, düş kayboldu... Ve ben

Keyifli bir uyuşukluk içindeyim.

29. The Final Cut (1983)

“The Wall” kayıtları sırasında Waters egemenliği eline aldı. Özellikle albümde Rick Wright'ın katkısı çok azdır. Bu durum Gilmour'un hoşuna gitmiyor, Waters'la olan rekabetini artırıyordu. Waters albümde olması gerektiğini düşündüğü şeyler yüzünden grup elemanlarıyla kavga ediyordu. Tüm bu kavgalara rağmen “The Wall” albümündeki Another Brick In The Wall (Part 2) ve Comfortably Numb gibi şarkılar büyük başarı kazanmıştı. 

1983 yılının Mart ayında piyasaya çıkan bir anlamda “The Wall”un devamı niteliğindeki “The Final Cut” Waters'ın babasının ölümünü ve 2. Dünya Savaşının sinsi kimliğini gündeme getiriyordu. Albüm günün politik gelişmeleriyle ilgili, sözlerin iyice ön plana geçtiği bir çalışma oldu. İçerik bakımından The Wall albümünden pek farklı değildi. Bazı eleştirmenler albümü beğense de, bazıları The Wall albümünün artığı olduğunu söylediler. Pek çok otorite tarafından benzer şekilde eleştirilmiş grubun bir kriz içinde olduğu söylentileri konuşulmaya başlanmıştı.

Kendi toplumlarında ürkütücü hasarlara neden olan ruhsal çöküntüler ve ölümler üreten acımasızlığı lanetleyen Floyd, savaşsız ve dostluk dolu bir dünya tasarımını öne sürüyordu. Kendilerinin her zaman pasif yaşayıp soğuk ve dinsel olanın etkileriyle yaşamlarını yönlendirdiklerini, insani değerlerin böylesi insanlar tarafından öğretilmesi yerine kendilerinin üretmesinin zorunluluğunu ekleyerek sözü bitiriyorlardı. 

30. “Dünyada ilk defa sana şarkımızı veriyoruz”

Prensip olarak şarkılarını toplama albümler için kimseye vermeyen grubun kurucusu Roger Waters, hit parçaları olan 'Wish You Were Here'i TRT’de 17 yıl boyunca yayınlanan Rock Market programının sunuculuğunu yapan Şener Yıldız’a vermiştir.

Şener toplama albümde kullanmak üzere 1987 yılında Roger Waters’dan şarkıyı nasıl aldığını şöyle anlatıyor: 

”Gruba üç kez mektup yazdım, en sonunda kendimi acındırmak zorunda kaldım. Öğrenci ve parasız pulsuz olduğumu, Türkiye’de zor şartlarda rock müziğini sevdirmeye çalıştığımı söyledim”

Ve Şener mektuba Roger Waters’ın el yazısıyla şu şekilde cevap verdiğini aktarıyor: 

”Türkiye gibi bir ülkede böyle bir çalışma yapıyorsun. Paran yok, öğrencisin. Çok üzüldüm, bu parçanın bestecisi benim, hakkı da bende. Biz bunu konuştuk ve dünyada ilk defa sana şarkımızı veriyoruz. Durumuna çok üzüldüğümüz ve acıdığımız için yapıyoruz. İşin altından kalkman gerekiyor…”

31. Roger Waters'ın gruptan ayrılışı

'The Wall'dan artan parçalar ile yapılan 'The Final Cut', aynı zamanda grubun içerisinde olduğu krizi de gözler önüne seriyordu. Bu albüm Waters’ın Pink Floyd adı altında yaptığı son albümdü. Aslında buna bir Waters solo albümü demek yanlış olmaz çünkü Gilmour’un etkisi çok az görülüyordu. 

Roger Waters'ın, Rick Wright'ın albümde çalmasına izin vermemesi ve Nick Mason'ın albümdeki bazı parçalarda çalmasını istemeyişi sonucu kavgalar yaşanmış, David Gilmour da sadece tek parça seslendirmişti. Gilmour, Waters'a albüm için besteler yapabilmesi için albümü geç yayınlamasını teklif etmiş ancak Waters bunu kabul etmemişti.

Bir süre sonra Roger Waters ile David Gilmour arasındaki anlaşmazlık sonucu Roger Waters grubu dağıttığını açıkladı. Ancak David Gilmour Pink Floyd adını devam ettirmek istedi ve davayı kazandı.

Bu albümün ardından Waters gruptan ayrıldı ve Pink Floyd’a açtığı davalar sonucunda Pink Floyd’un isim hakkı hariç diğer grup elemanlarının elinden Floyd’a dair her şeyi aldı ve kendi yolunda ilerlemeye başladı.

32. Grupla ilgili kısa kısa...

  • Hall of Fame Grup 1996'da 'Rock 'N Roll Hall of Fame'e girmeye hak kazandı Törende Roger Waters bulunmadı. 2005’te “İngiltere Hall of Fame”e girmeye hak kazanan Pink Floyd, tekrar tekrar dinlenebilen yapısıyla, anlatım zenginliği ve derin anlamları ile aşılamayacak birçok başarının altına imza attı.

  • Pink Floyd pulları | 2010 yılında Pink Floyd'un albüm kapakları, Royal Mail Postage tarafından posta pulları olarak basıldı.

  • Nick Mason’ın parası | Grubun en eski elemanı Mason, Roger Waters’ın bile olmadığı zamanlar dahil her albümde grupla beraber olmuştur. Mason’ı bu kadar süredir grupta tutan şey iyi bir baterist olmasının yanı sıra, ilk zamanlarda stüdyo paralarını ve konserlere ekipmanları taşıyan minibüsün parasını verebilecek maddi güce sahip olmasıydı.

  • Pompei’de Albüm | 1972 yılında Pink Floyd, Pompei’deki antik tiyatroda hiç seyircinin olmadığı bir live albüm kaydetti. İlk başta amaç Pink Floyd’un müziğini tarihle buluşturmaktı fakat albüm beklenenden daha fazla ilgi gördü.

  • “İlk olarak beyaz bir ev hanımını gördüğümüzde inanamadık” | 40 yıl boyunca duyduğunuz sesin aksine Clare Torry bir beyazdır. “Biz Madeleine Bell veya Doris Troy’u düşünüyorduk ve ilk olarak beyaz bir ev hanımını gördüğümüzde inanamadık” diyor Mojo dergisine Gilmour. “Sesini açışı istediğimiz kadar hızlı değildi ama neticede bildiğimiz ve sevdiğimiz ses haline dönüştü.” (Clare Torry, Great Gig In The Sky şarkısının vokalidir)

  • Waters ‘dan Mason’a “Speak to Me” hediyesi | “Speak to Me” bestesi için davulcu Nick Mason yazılması Waters’ın ısrarlı bir hediyesi gibiydi. “Ona bunu hediye ettim. Çünkü yaptığı hiçbir şey yoktu. Bir hediye gibiydi, O zaman doğruydu.”

33. “Waters, uzun yıllar Gilmour’un sözlerle hiç ilgilenmeyişine sinir oldu.”

1993 yılı 'Dark Side Of The Moon' albümünün 20. yıl dönümünde Los Angeles Times için Waters ile yapılan bir söyleşide Waters; 

“Eğer eski ortaklarımın verdikleri söyleşileri okursanız hepsinin ‘biz sözlerle veya albümün neyle ilgili olduğuyla pek ilgili değildik’ dediklerini görürsünüz.”

Demiştir. O albümün belirli ortamlar için çalınıyor olması fikrinden nefret ediyordu. Ona göre bu beyinle ilgiliydi ve birinin zihnini yansıtıyor olmalıydı. Fakat; 

“Geçen yıllar boyunca Dark Side of the Moon‘un kolay dinlenen, yumuşak bir müzik olduğu hissi edindim. Işıkları azaltırsınız ve keyifli bir New Age moduna gelirsiniz. Ve bu beni her zaman şaşırtır. Çünkü ben o zaman şarkıların bundan çok daha fazlası olduğunu düşünürdüm.”

Ayrıca Waters diyor ki;

“Hatırladığım kadarıyla David ve Rick ne kadar ton sağırı olduğum ve ne kadar söyleyemediğim konusunda büyük sorunlar yaşıyorlardı. Ayrıca Rick’in benim bas gitarımı akord ettiğine dair saçmalıklar var. Durumun böyle olup olmadığını anlamak için işin kendisine bakmanız yeterlidir. Belki benim onları tümüyle ezmeme engel olmalarının yolu vokal ve enstrüman yetersizliğim olduğunu söylemeleriydi.”

34. 1983-1994 arası solo dönemler ve “A Momentary Lapse of Reason (1987)”

1983'ten sonra 1994'e kadar grup elemanları solo albümlerini yayınladır. Bununla beraber 1987 yılında Roger Waters olmadan yaptıkları ilk albüm olan 'A Momentary Lapse of Reason” piyasaya çıktı. Ancak Roger Waters'ın grubu dava edeceği yönündeki tehditleri sonucu, albümde Pink Floyd adı altında sadece David Gilmour ve Nick Mason çalmış, Rick Wright ise albümde çalan diğer sanatçılar arasında gösterildi. Albümde dışarıdan bestecilerle beraberle çalışılmış ve grup bu yüzden eleştirildi.

Waters’sız ilk albüm A Momentary Lapse of Reason albümünde David her şeyi üstlenmiştir. Wright, bu albümde maaşlı bir eleman sıfatında klavyesini çalmıştır. Çünkü Waters onu manevi yönden çalamayacağı düşüncesine itmiştir. Grup bu albümde de büyük başarı sağlar ama Floyd sound’undan az da olsa uzaklaşırlar. 

Ayrıca grup 1992'deki La Carrera Panamericana filmi için Dark Side of the Moon'dan bu yana ilk kez beraber beste yaptılar.

35. The Division Bell (1994) ve sonrası

Mart 1994'te David Gilmour, Wright ve Mason 'The Division Bell” albümünü yayınladılar. Albümün isim babası yazar Douglas Adams'dır. Albüm kapağının dizaynı Storm Thorgerson tarafından yapılmıştır. Albümdeki şarkı sözlerini Gilmour yazmış, kız arkadaşı Polly Samson da ona yardımcı yazar olarak eşlik etmiştir. Bu albüm çıkışından iki hafta sonra ABD'de 1. sıraya yükseldi.

Bu albüm belki de Meddle’dan sonra en güçlü müzikal sound’a sahip albümdü. Wright’ın tekrar gruba dönmesi ve Gilmour’un üstün kişiliği grubu eski haline getirmiştir. Aynı dönemde Roger Waters’ın beklenen solo çalışması Amused to Death bir milyon satışa ulaşırken The Division Bell 15 milyon’dan fazla satışıyla başarılarının üzerine başarı eklemiştir. Şüphesiz Pink Floyd’un etkisi çok uzun yıllar sürecek. Ama şu bir gerçek ki, Ayın Karanlık Yüzü’nde aydınlığa ulaşmak hiç de kolay olmayacak.

Albümün kapağının hikâyesi: Thorgerson’a göre bu albüm bir kaç tarihsel referans içeriyordu. Bunlardan biri kayıt açısından grubun Rick ve hatta damadı Guy Pratt’in de dahil oluşuyla ilk kez toplu halde çalışıyor olmasıydı. Bir diğeri Roger Waters, Syd Barrett ve David Gilmour’un kendi geçmişine dair göndermelerdi. Ayrıca geçmiş ve o günle ilişkili şarkılar da vardı. Ve tabii David’in albüm için belirlediği genel olarak insanlar arası iletişimsizlik ana teması. Elbette ki Pink Floyd bu konunun dışında değildi. Kısıtı iletişim, savunma halleri, izolasyon, anlaşmazlık, aynı anda karşıt duygular besleme, liyakatinden emin olamama, yaşananları bilmemek veya paylaşmayış. Çelişkili iletişim.

36. High Hope’daki saklı gerçekler

Şarkının bitiminde Pink Floyd yöneticisi Steve O’Rourke’un telefonu, David Gilmour’un oğlu Charlie tarafından cevaplanır.

Şarkının açılışında duyulan çan sesleri 'Fat Old Sun'un baş ve sonundakilerle aynı olup; sinek vızıltısı da 'Grantchester Meadows'dan alınmadır.

LP formatında iğne iç dairedeki son ses kanalına ulaştığında sonsuza kadar sürebilecek (pikabın kolunun plakla teması kesilmezse) kaydedilmiş olan bir kalp atışı duyulur.

37. Publius Enigma

1994 yılında Pink Floyd Division Bell turnesi zamanında “publius” isimli bir kullanıcı “alt.music.pink-floyd” adlı forum sitesine mesajlar göndermeye başladı. Gizemli bir tonda, içinde muğlak ipuçları bulunan bu düzensiz mesajlar insanları yeni albümü incelemeye, grupta tartışmaya ve Division Bell’deki bilmeceyi çözmeye davet ediyordu. Ayrıca bunun için ödül de vaad ediyordu. 

16 Haziran’da Publius, forumdakilere bir işareti izlemelerini istedi: “Patlayan flaşlar, Doğu Rutherford, New Jersey, Temmuz 18, 22:30”. New Jersey’deki Pink Floyd konserinde o gece “Another Brick In The Wall” başlarken sahnenin ayağındaki büyük spot ışıklarla “Enigma Publius” yazısı görüntülendi. Bu olaydan sonra daha fazla kişi Publius’u ciddiye aldı ve heyecanla ipuçlarını araştırmaya başladılar ve bir şeyler bulduklarını düşündüler. Birçok teori üretildi ancak halen “publius” kullanıcı isimli kişinin kim olduğu bilinmemektedir.

38. 1995-2006 arası dönem

'The Division Bell' albümünden sonra uzunca bir süre yeni bir albüm çıkarmayan Pink Floyd, Mayıs 1995'te iki CD'den oluşan 'PULSE' adlı konser albümünü çıkardı. Kapak yine Storm Thorgerson tarafından yapıldı. Gerek 'The Division Bell', gerek 'PULSE' basından sert eleştiriler aldı. 95’te ise “Marooned” ile tek Grammy ödüllerini kazandılar. 

1981 yılındaki Earls Court (Londra) konserinin ardından bir daha sahnede birlikte görülmeyen grubun orijinal kadrosu 2 Temmuz 2005 tarihinde Londra Hyde Park'ta düzenlenen 'Live 8' yardım konserlerinde 24 yıl sonra bir araya geldi ve 'Money', 'Wish You Were Here' ve 'Comfortably Numb' parçalarını canlı olarak çaldı.

2000’de “Is There Anybody Out There? The Wall Live 1980-81” konser albümü ve 2001’de 'Best of Echoes' yayınlandı. 

2003’te 'Dark Side of the Moon' yeniden piyasadaydı. 2004’te ise Nick Mason “Inside Out” isimli Pink Floyd kitabını kaleme aldı.

39. Pink Floyd Astroidi

Uzayda gezen gezegenlerden küçük kaya parçalarına verilen isimlerden biri 19367 Pink Floyd.

İngiliz müzik grubu Pink Floyd’u onurlandırmak için 3 Aralık 1997’de keşfedilen astroid, güneş etrafında dünyanın 3.82-yıllına eşdeğer bir eliptik yörüngeye sahip. Çapı tam belirlenemese de yaklaşık 3 ila 6 km civarında olduğu tahmin ediliyor.

19367 Pink Floyd’un maksimum parlaklığı insan gözüyle görülebilen en parlak cismin 1/14958 u kadar.

Astroidlere kişi ve grup isimi verirken “pinkfloyd” yerine iki kelimeyle belirtmek alışılmadık bir durum. Çünkü genellikle tek kelime olarak yazılmasına rağmen Rolling Stones gibi bu astroid de 19367 Pink Floyd olarak anılıyor.

40. Syd Barrett ve Richard Wright’ın Ölümü (2006 ve 2008)

Gruptan ayrıldıktan sonra Syd Barrett evinde inzivaya çekilmiş ve kendini kaybetmişti. Artık Syd adının yerine orijinal adı Roger’ı kullanmaya başlamıştı. Daha eskiden resim eğitimi almış ve resim yapmakta olan Barrett, müzikten sonra da kendini resim yapmaya adadı. 

Yıllar sonra David Gilmour bir doğum günü partisine Syd’i çağırmak için davetiye yolladı ancak Syd’in ablası tarafından iyi dilekler aldı. 

1988’de Barrett’in üçüncü albümü 'Opel' piyasaya sürüldü. Bu albümde Syd’in yayınlanmamış şarkıları ve ilk iki albümdeki şarkıların değişik versiyonları bulunmaktaydı. 1993’te bu üç albüm “Crazy Diamond” Box Set’i olarak piyasaya sürüldü. Daha sonra 2001’de 'Wouldn’t You Miss Me' adlı Best Of’u yayınlanmamış iki şarkı ile beraber piyasaya sürüldü. 2003’te ise kendisini ve Pink Floyd’un ilk yıllarını konu alan 'The Pink Floyd and Syd Barrett Story' adlı DVD yayınlandı. 

Syd Brrett 7 Temmuz 2006 günü, 60 yaşında iken Cambridge’deki evinde pankreas kanseri sonucu hayatını kaybetti. 2007'de ise onu anma konserinde Roger Waters sahne aldı, konserin sonunda ise sürpriz olarak Gilmour, Mason, Wright 'Arnold Layne'i çaldılar. Gecenin son şarkısında tüm konuklar beraber 'Bike'ı söylediler. Ancak Roger Waters, diğer Floyd üyeleriyle sahneye çıkmadı.

Grubun piyanisti Richard Wright da 15 Eylül 2008 tarihinde açıklanmayan bir kanser çeşidinden dolayı yaşamını yitirdi.

41. Pink Floyd belgeselleri | The Pink Floyd Story: Which One's Pink? (Türkçe Alt yazılı)

42. Pink Floyd albümlerin liste performansı

Bu konuda hazırlanan illüstrasyonda grubun 1 numarada yer alan albümlerinden listeye hiç giremeyen albümüne kadar (DNC – Sayılmayan kolonunda gösterdiği gibi) tümüne yer verilmiş.

Grubun ilk albümlerinin Amerika’daki satış grafikleri özellikle 'The Dark Side of the Moon' ve 'The Wall' albümlerinin başarısı düşünüldüğünde eski Pink Floyd hayranlarını dahi şaşırtacak ölçüde zayıf olduğu görülüyor.

Syd Barrett önderliğinde 1967 Aralığında çıkarttıkları 'The Piper at the Gates of Dawn' albümleri listeye 196. sıradan girdikten sonra Ocak 1968’de 131. sıraya kadar yükselmiş.

Bir sonraki albümleri 'A Saucerful of Secrets' ise 200 albümlük listeye dahi girememiş. İbiza adasında yaşanan eroin müptelasının anlatıldığı üçüncü albüm 'More' film müziği de ilk olarak listeye giremiyor ancak 'Dark Side'ın büyük başarısının ardından giriş yapabilmiş.

Daha sonra gelen dört albüm ise (Ummagumma, Atom Heart Mother, Meddle ve Obscured by Clouds) yavaş yavaş grubun kendini listelerde daha üst sıralarda göstermesine neden oluyor. Atom Heart Mother 1970 yılında 55 numaraya ve Dark Side patlamasından bir yıl önce Obscured Ağustos 1972’de 46 numaraya kadar yükseliyor.

'The Dark Side of the Moon' 1973 Mart ayında piyasaya çıktığında listeye 95. sıradan girdi. Bir numaraya ulaşması için ise 2 ay geçmesi gerekti. Daha sonra ise sadece Amerika’da 20 milyondan fazla satacaktı.

Böylece klasik albümler serisini başlatan grup aynı zamanda listelerde de en üst sıralarda yer almayı başardı. 12. sıradan listeye giren 'Wish You Were Here' ikinci haftasında 1 numaraya ulaştı. 'Animals' albümü en fazla 3 numaraya kadar çıkabilirken, 'The Wall' albümü ise 1980 yılında 10 kez platin plak ödülünü alarak 1 numaraya ulaştı.

Roger Waters Pink Floyd’a veda ettiği ve klasik rock’ın modasının geçtiği düşünülen yıllarda yaptıkları 'The Final Cut' albümü 6. sıraya kadar yükselebildi. 1987 yılında çıkan 'A Momentary Lapse of Reason' ve 'Division Bell' ciddi şekilde eleştirilmesine karşın Final Cut’dan çok daha fazla başarılı oldular. Momentary 3 numaraya kadar yükselirken, The Division Bell ise doğrudan 1 numaradan giriş yapan ilk Pink Floyd albümü oldu.

Bugüne gelecek olursak 'The Endless River' Taylor Swift ve Foo Fighters’ın albümlerinin çıktığı döneme denk geldi ve 16 Kasım’daki ilk haftasında 170 bin adet satarak 3 numaradan listeye girebildi.

43. "Waters"sız Floyd

Waters ve Gilmour cepheli Floyd 1985 yılında Waters’ın ayrılmasıyla sonlandı. Waters diğerleri onsuz devam etmek istediğinde onlara öfkeli bir şekilde dava açtı. 1987 yılında Rolling Stone dergisine şunları söyledi: 

“Gilmour, Mason veya Wright’ın sözleri yazmaya çalışmasının bir anlamı yok. Çünkü onlar asla benim kadar iyi olamazlar. Gilmour için sözler üçüncü derece önemlidir. Ve hep öyle kalacak. Yaptıklarımla kıyaslayınca sanırım aynı fikirde olacaktır.”

Ayrılığın üzerinden yıllar geçtikten sonra Roger Waters ve yeni Pink Floyd 'The Dark Side of the Moon' albümünü ayrı ayrı defalarca seslendirdiler. 1994 yılında, Waters-sız Floyd, 14 gecelik Londra konseri dahil Dark Side’ı turnede seslendirdi. Bu konserlere Waters’da çağırılmıştı. “Bunun hayranlar için iyi olacağını düşündüm” dedi Gilmour. “Yapmayacağını bildiğim için rahattım ama yine de nazik bir öneriydi” dedi. 2006 yılında, Waters bir kaç gösteriye Nick Mason’un da katıldığı turnesinde tümünü seslendirdi. Bu sırada Floyd isminden ayrılan Gilmour yanına Wright’ı da alarak gerçekleştirdiği turnede Dark Side’dan seçtiklerini seslendirdi.

2005 yılında, klasik kadro mini bir set seslendirmek için Live 8’de bir araya geldiler. Bu bir seferlik konserde Dark Side’dan üç parça yer alır (“Speak to Me,” “Breathe,” ve “Money”) Bunun yanı sıra seçilen diğer şarkılar (“Comfortably Numb,” “Wish You Were Here”).

44. Pink Floyd kronolojisi

45. Şarkılarla ilgili kısa kısa

  • Uçuş | “Learning To Fly” şarkısının başında duyulan kuleyle pilot arasındaki konuşma gerçekten de Nick Mason’un uçuş dersleri sırasında yapılmış görüşmeye aitti. 

  • 'Ellerim sanki iki balondu” Comfortably Numb şarkısında geçen “My hands felt just like two balloons – Ellerim sanki iki balondu” sözü gerçekten de Roger Waters’ın çocukluğunda yüksek ateş sonucu yaşadığı bir halüsinasyon sonucu hissettiği bir durumdu.

  • David Gilmour’un otomobilinde kayıt | “Wish You Were Here” şarkısının başındaki hışırtılı, düşük kalitedeki radyo tarama sesi David Gilmour’un otomobilinde kaydedildi. Bunun için cihazlar Abbey Road stüdyolarının dışına taşınmıştı.

  • Liverpool taraftarlarının tezahüratı | Meddle albümündeki “Fearless” şarkısının sonunda stadyumda söylenen şarkı Liverpool takımı taraftarlarınca her maçta söylenen bir tezahürattır.

  • Roy Harper vokali | “Have A Cigar” şarkısındaki vokali hemen tanıyamamanızın nedeni şarkıyı İngiliz folk şarkıcısı Roy Harper’ın söylemiş olmasıdır ve plak şirketi yöneticisinin ağzından söylenmektedir.

  • Halüsinasyon | “See Emily Play” şarkısının tümüyle bir halüsinasyon sonucu yazılmış olması ihtimali yüksektir. Syd Barrett şarkıyı konserleri sonrası ormanlık bir alanda uyandığında gördüğü bir kız için yazdığını söyler, fakat kızın gerçek olmadığı söylenir.

  • Syd akrostişi Syd Barrett için besteledikleri “Shine On You Crazy Diamond” şarkısının sözleri Syd olacak şekilde akrostiş yapılmıştır.

  • Any Colour You Like | Dark Side of the Moon albümündeki bu şarkının hikâyesi Roger Waters’ın Cambridge’de yaşarken gözlemlediği bir olaya dayanıyor. Cambridge’e kamyonet ile satıcılar gelirmiş ve tabak, bıçak, çatal ve benzeri şeyler satarlarmış. Satışı yaparken de böyle seslenirlermiş.

  • Gizli Caz öğesi | Wish You Were Here parçasının sonunu yeterince yüksek dinlerseniz belki caz virtüözü Stephane Grappellinin keman solosunu duyabilirsiniz. Kendisi o tarihte Abbey Road stüdyolarında yan odada çalışmaktaydı.

  • “Eclipse”in sonunda Beatles | “Eclipse”in en sonunda sağ kanalda Beatles’in “Ticket to Ride” bestesi duyulur. Parça biterken çok yüksek seste dinlendiğinde orjinal versiyonlarında duyulur ancak bildiğimiz kadarıyla meşhur dörtlü bunun için herhangi bir telif istememiştir

  • Hiç Yayınlanmamış “The Great Gig in the Sky” | Rick Wright`ın en güzel bestelerinden The Dark Side of The Moon klasiği “The Great Gig in the Sky”`ın hiç yayınlanmamış bir versiyonu. Ölüm üzerine söz yazılmamış bu parçanın ilk hali keman ve hatta kilise korolarıyla tamamlanmaya çalışılmıştı. Bir gün Alan Parsons'un tavsiyesiyle gelen Clare Torry parçanın gidişini değiştirdi. Kayıttan sonra hiçbirşey söylemedi grup. İyi veya kötü hiçbir şey ve 60 poundunu alıp gitti… Şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz

  • 'Uzaylı seni seviyorum' | Parçada yer alan gizli mesaj da 'silence in the studio' (Stüdyoda sessizlik!) denilmektedir. Ayrıca şarkının 19:06 ve 19:07 süreleri arasında müziğin tekrar çıkışa geçtiği anda arkadan elektronik bir sesle Türkçe 'Uzaylı seni seviyorum' denildiğini rahatça duyabilirsiniz. Tabii bize de öyle geliyor olabilir. Buradan dinleyebilirsiniz. Yorumu size bırakıyoruz. 

  • Dark Side of the Rainbow | 1994 yılında yine ortaya bir iddia atıldı ve Dark Side of the Rainbow ile Wizard of Oz filmine soundtrack olduğu söylendi. Hem film hem de albüm senkronize bir şekilde başlatılınca birbirleriyle uyumlu bir şekilde hareket ediyordu. Şarkılar ve filmdeki sahneler aynı duygulardan bahsediyordu. Grup albümü yaparken The Wizard of Oz – Oz Büyücüsünü izlemediğini iddia eder. Fakat bu ikisini senkron etmekten hoşlanan milyonlarca komplo teoriciyi durdurmamıştır. Ayrıca 23 dakikalık “Echoes” da tesadüf bir şekilde Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey final sahnesiyle de sinamatik bir uyum içerisindedir.

46. The Endless River (2014)

Richard Wright’ın ölümünden sonra Pink Floyd’un albüm çıkarması bir hayal gibiydi. Ama grup tüm sevenlerinin hayallerini “The Endless River” ile gerçeğe dönüştürdü. Bu yeni albüm Gilmour, Mason ve Wright tarafından Pink Floyd’un son albümü olan The Division Bell kayıtları zamanı 93-94 yıllarında kaydedilen parçalardan oluşuyor. David Gilmour’un eşi Polly Samson’ın bildirdiğine göre albümde Rick Wright’ın son kaydettiği parçalar bulunuyor.

'The Divison Bell' albümünün son şarkısı olan 'High Hopes' şarkısının sondan bir önceki sözü “The Endless River”dı. Yani bir başka değişle bu albümün adı Pink Floyd’un anısına dayanıyor.

'The Division Bell' albümü ve 'The Endless River' albümü arasında 20 yıl var ama albümler arası en uzun ara veren grup değil. The Who’nun 24 yıl ara ile “It’s Hard” ve “Endless Wire” Eagles’ın ise “The Long Run” ve “Long Road Out of Eden” albümleri arasında ise 28 yıl ara var.

Plağın yapımına eski Roxy Music gitaristi ve uzun zamandır David Gilmour ile çalışan Phil Manzanera 2012 yılında David Gilmour’un ona 1993’de Division Bell kayıtları sırasında yapıp kullanılmayan yaklaşık 20 saatlik çok kanallı ses kayıtlarını 6 hafta boyunca teker teker dinleymesiyle başlanmış.

Olağanüstü arşivleme sistemleri sayesinde kullanılan kayıtlar arasında 1968 yılında Rick Wrigh’ın Royal Albert Hall salonunda bulunan çok değerli kilise orgu ile yaptığı yarım saatlik ses kaydı da kullanılmış.

Albümü buradan veya buradan dinleyebilirsiniz

47. Rick Wright anısına "Anısına"

48. “Pink Floyd artık bitti”

Pink Floyd’un solisti David Gilmour Classic Rock dergisinin Eylül 2015 sayısına verdiği söyleşide Pink Floyd’un artık sona erdiğini söyledi.

Syd Barrett’den sonra gruba dahil olan Gilmour, ”48 seneden beri Pink Floyd’un içindeyim. Benim için bu kadarı yeterli” açıklaması yaptı. Barrett’in ve Rick Wright’ın ölümüyle iki kişi kaldıklarını belirterek,

'Rick’siz Pink Floyd’a devam etmek bence doğru değil. Bu sahte bir oyun olur. Birlikte harika zamanlar yaşadık. Ancak o günlere yeniden geri dönülemez. Zaten artık gidip Pink Floyd olarak stadyumlarda çalmak istemiyorum. Şu an sadece kendim için bir şeyler yapmaya çalışıyorum.

'Elbette bir efsane olan Pink Floyd’u sahnede izlemek isteyen müzikseverler vardır. Ama maalesef bu benim sorumluluğumda olan bir şey değil. Benim yaşıma gelen biri sanırım ne yapmak istiyorsa onu yapmalı” 

'The Endless River sürekli akan bir müziğin 55 dakika boyunca dört ayrı parçayla gittikçe yükselişinden oluşuyor. The Division Bell’den bu yana devam eden fakat The Division Bell’in son parçası High Hopes da geçen ‘the endless river sonsuza kadar’ sözüyle devam eden bir sürecin sonu. 

Bu albümün tek konsepti ben, Rick ve Nick’in birlikte çok eskilerde yaptığımız fakat nasıl yaptığımızı unuttuğumuz bir şekilde çalışımızdı ve bu birden anlaşılabiliyordu” 

diyor Gilmour. Nick mason ise; 

”Sanırım Rick bundan çok hoşlanırdı. Bence bu plak yaptıklarını hatırlamak için gayet iyi bir yol oldu. En önemli parçası ise Rick’in yaptıklarını dinleyişimizdi çünkü yokluğunda onun ne kadar özel bir müzisyen olduğunu fark etmiş olduk.”

49. The Endless River albümü ile ilgili kısa kısa...

  • Eski kayıtları toparladıktan sonra üstüne yeni yapılan kayıtların toplam süresi bir ay sürmüş. Ancak mikslere başlandıktan sonra da gerektikçe kayıtlar yapılmaya devam etmiş.

  • 2014 Ocak ayında internette dolaşmaya başlayan Pink Floyd Secret Rarities 1983-1993 Outtakes adlı albümde yer alan 4 isimsiz demoların 3 tanesinin bu yeni albümde yer aldığı ortaya çıktı.

  • 1993 yılında The Division Bell ile birlikte hazırlanan ve The Big Spliff adını alan enstrümantal ambient albümün hiç kullanılmadığı ortaya çıktı.

  • Teorik fizikçi Stephen Hawking’in Talkin’ Hawkin’ parçasında yer aldığı ortaya çıktı. Hawking’in elektronik sesi, daha önceki The Division Bell albümünde de ‘Keep Talking’ şarkısında sesiyle yer almıştı. Yeni parçanın devam niteliği taşıdığı düşünülüyor.

  • Bir diğer bilgi de 2008 de vefat eden Rick Wright, albümdeki 18 parçanın 12’sinde David Gilmour ile birlikte bestelere katkıda bulunmuş.

  • Pink Floyd konserlerinden önce gerilimi yükseltmek atmosfer oluşturmak adına yayınlanan 22 dakikalık efektlerden oluşan ses kaydı için tıklayınız

  • Albümün kapak tasarımı 18 yaşındaki Mısırlı dijital resim sanatçısı Ahmed Emad Eldin’e ait.

  • Grubun son albümü The Endless River İngiltere’de, piyasaya çıkış tarihi ile birlikte listelere hem en erken hem de en üst sırada giriş yaptı. Aynı şekilde Hollanda albüm listelerine de 1 numaradan giriş yaptı. Albüm, İtalya listelerine ise 2 numaran giriş yaptı. Avustralya listelerine giriş sırası ise 3 numara. Yani Pink Floyd 20 yıl sonra 1 numarada

  • İngiltere’de plak satışları 1997 yılından bu yana ilk kez milyonu geçti. Bunun sebebiyse piyasaya çıktığı hafta 6.000 adetten fazla satarak milenyumun en çok satan ilk plağı ünvanını kazanan Pink Floyd, The Endless River albümü. Yetkililerin verdikleri rakamlara göre sadece beş yıl önce İngiltere’de 3 milyon poundluk bir sektör halinde inen plak endüstrisi Pink Floyd’un da rekor kıran talebinin de katkısıyla bugün tekrar 20 milyon poundluk bir sektör haline döndü. Böylece 1997’den bu yana düşüşte olan sektör ilk kez tekrar yükselişe geçti.

50. Ödülleri ve etkiledikleri

Ödülleri;

Pink Floyd pek çok ödüle aday gösterildi ve pek çok ödül kazandı. Grup 1980 yılındaki Grammy ödül töreninde 'Best Engineered Non-Classical Album' dalında, yine aynı yıl düzenlenen BAFTA ödül töreninde 'En Orijinal Şarkı' (Waters'a) ve 'En İyi Sound' (James Guthrie, Eddy Joseph, Clive Winter, Graham Hartstone ve Nicholas Le Messurier'a) dallarında ödüle lâyık görülmüştür. Floyd 1995 yılındaki Grammy ödül töreninde 'Marooned' ile 'En İyi Entrümantal Rock Şarkısı' dalında ödül kazanmıştır. Pink Floyd, 2008 yılıda çağdaş müziğe katkılarından dolayı Polar Müzik Ödülü'ne lâyık görülmüş, ödülü Waters ve Mason İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden almışlardır. Grup 17 Ocak 1996'da Rock and Roll Şöhretler Kulübü'ne, 16 Kasım 2005'te Birleşik Krallık Şöhretler Kulübü'ne kabul edilmiştir. Gilmour ve Mason orada bulundu. Wright ameliyat olduğu için katılamazken, Roger Waters Roma'da olduğu için videosuyla törene katıldı.

Etkiledikleri;

Çok sayıda sanatçı Pink Floyd'un müziğinden etkilenmiştir. David Bowie, Syd Barrett'ı büyük bir ilham kaynağı olarak tanımlamaktadır. The Edge, ilk gecikme pedalını Animals albümündeki açılışı duyduktan sonra almıştır. Pet Shop Boys Marillion'un gitaristi Steve Rothery de Wish You Were Here albümünü büyük bir ilham kaynağı olarak göstermektedir.

Bunun dışında pek çok grup Pink Floyd'dan etkilenmiş ve şarkılarını cover'lamışlardır. Bunlardan bazıları: Moğollar, Kurtalan Ekspres, Foo Fighters, Dream Theater, My Chemical Romance, Porcupine Tree, The Mars Volta, Queen, Oasis, Iron Maiden, Stone Temple Pilots, Tool, Queensryche, 30 Seconds to Mars, Scissor Sisters, Rush, Radiohead, Gorillaz, Mudvayne, Nine Inch Nails, Korn, System of a Down, Smashing Pumpkins'dir.

Bonus: Yeni başlayanlar için Pink Floyd dinleme rehberi ve tavsiyeler

Eğer Pink Floyd dinlemeye yeni başlayacaksanız, önerilen bazı şeyleri de dikkate almanızda fayda var. İşte o önerilerden bazıları;

  • Eski albümleri uçuk, yeni albümleri hafif kaldığı için yenilerden (bkz: the wall) sonrasından dinlenmeye başlanarak daha ağır olan eskilere uzanılmalıdır.

  • Sadece müziği değil, sözleri için de dinlenmeli, gerekirse bu uğurda ingilizce kursuna da gidilmelidir

  • Önce Syd Barrett tanınmalı. Neyin nesi olduğu, neden delirdiği, neden ayrıldığı öğrenilmeli sonra diğer albümlere geçilmelidir.

  • Biraz da sarap içmek gibidir Pink Floyd dinlemek. örfü adabı olmaz, alın dinleyin, beğenmezseniz başka bir albümünü dinleyin. Sonra başkasını... Sadece güzel değilmiş deyip bırakmayın. Tüm albümlerini ikişer kez dinleyin

  • Live At Pompeii belgeselini izleyerek başlayın.. Belgesel bittiğinde dünyadan bir parça olmadıklarını anlayacaksınız.

Yeni başlayanlar için en iyi 10 Pink Floyd şarkısı

10-) Money

9-) High Hopes

8-) The Great Gig in The Sky

7-) Time

6-) Wish You Were Here

5-) Hey You

4-) Run Like Hell

3-) Another Brick In The Wall

2-) Echoes

1-) Comfortably Numb

Hikâyeler Bonusu: Bakın bazı insanlar Pink Floyd’u nasıl anlatmış... Eğer olur da üşenmezseniz ve okumak isterseniz...

Pink Floyd

İçinde olup da karşıda durmak

Yaşıyor olup da karşıdan bakmak

Duvarı yıkıp, kapıyı açmak

Gökyüzüne bakarak yaşamak

Hiç dinlemeseydim, hiç haberim olmasaydı bu adamlardan, kesinlikle daha mutlu, evet mutlu ve dengeli bir insan olarak hayatımı sürdürebilirdim. Temelinden tekrar tekrar şekillenmiş mutsuz huzurumun anahtar deliğidir Pink Floyd. Oradan bakınca, her şey anlam kazanır.

Bütün soruların ilk harflerini oluşturmuş, ben büyüdükçe soruları baştan aşağıya değiştirmiş, bin bir tane cevap bulmuş, yetmemiş bütün cevapları da durmadan değiştirmiş, değiştiren, değiştiriyor olan, sadece 'grup' demeye dilimin varmadığı, yıkıcı bir tutku. 

Farkındalığın farkındalığının ne biçim bir halt olduğunu ilk fark ettiren, etrafa aynı bakamamayı, etrafta aynı yaşayamamayı sağlayan, baştan aşağıya mavileri giydirip, gittiğini bildiklerinin ardından 'Shine On' diyebil diye umudu da iç cebe sıkıştırmayı ihmal etmeyen, hayatın nesnesi değil öznesi olmak için yaşı her ne olursa olsun, 'kendisine söylenenleri öylece yapmaya karşı direnen ve sürekli merak eden bir çocuk' olanlara ve hep o civarda kalacaklara, şeylerin karanlık yüzünün en sade ve bir o kadar görkemli gülümsemesi..'

Parıldayan çılgın bir elmas: Pink Floyd

İlk kez “The Final Cut” albümüyle kendileriyle tanıştığımda 16 yaşındaydım. Abim İstanbul’da üniversitede okurken temin ettiği, içinde İngilizce sözlerinin olduğu, Türkçe çevirilerinin de yapıldığı ve yorumlandığı bir edebiyat dergisiyle birlikte, kasetini de eve getirmişti. Mono bir teypte ilk dinlediğimde tepkim, bilinmeyene, verilebileceğim sıradan bir tepkiydi sadece.

“Ne biçim bir müzik bu böyle?”

Karmaşık, algılanması zor, herkesin dinlediğinden, çevrede, televizyonda, radyoda çalınanlardan çok farklıydı. Kulak alışkanlığıma uymayan bir yanı vardı. Garip gelmişti, ama çekiciydi. Sıra dışıydı, ama sanki sırf benim için çalıyorlardı.

Elektronikti ama duygu yüklüydü. Dinledikçe hoşlanmış, hoşlandıkça tekrar tekrar dinlemeye başlamıştım. Dinlerken de aynı anda hem Türkçe sözlerini okuyordum, hem de bildiğim kadarıyla İngilizce sözlerini takip etmeye çalışıyordum.

Belirli bir aşamadan sonra daha derini görmeye başladım. Sözlerinde verilmek istenenleri, simgelerin ardında vurgulanmak istenenlerin farkına varmaya başladım. Benim gönlümde ayrıcalıklı bir yer edinmeye başlamıştı. Bu topluluğu, “The Final Cut “ albümüyle gözümde bu kadar ayrıcalıklı hale getirişin nedenini küçücük adımlarla anladım. O kadar ayrıcalıklı olmasını sağlayan besteleri ile sözlerinin arasındaki uyumu keşfedebilmemin verdiği bir hazdı. Her albümünü tek tek incelemeli, içindeki farklılıkları aramalı ve bu arayış sonundaki buluşun tadına varmalıydım. İnceledikçe ayrıcalığı daha da büyüyordu.

Burada olsaydın keşke...

O hüzünlü gitar soloyu ilk duyduğumda 15`imde olmalıyım. Gitarın açtığı yoldan bir bateri atak yapıyor, sonra bir çığlık, ağır melodik motiflerle ilerleyen parçayı yırtarcasına yükseliyordu: 

“Hatırlıyor musun, gençliğinde güneş gibi parıldardın

Şimdi semada kara deliklere benziyor bakışların

Patlat kendini çılgın elmas 

Haydi gel ve parılda!..' 

Kim bilir kaç uykusuz gecenin ortağıydı, kapağında yanarak el sıkışan adam olan bu albüm; kaç ayrılık kabusunun, kaç kavuşma hasretinin yoldaşıydı. 

'Şimdi aynı akvaryumda yüzen iki yitik ruhsuz yalnızca

Yıllar yılı aynı eski toprakları aşındırarak ne bulduk ki? Aynı eski korkulardan başka... 

Burada olsaydın keşke...' 

Şarkıya ilham veren adamın gerçek öyküsünü nice sonra öğrendim. (Pink Floyd, Stüdyo İmge, 1996) Adı; Syd Barret`ti. Cambridge Lisesi`nden arkadaşı Roger Waters`la okul çıkışı, burs paralarını barlarda harcar, geceleri motor yarıştırır, sonra uyuşturucu ve seks için eve kapanırlardı. O yıllarda bir yandan gitar çalmayı öğreniyor, bir yandan da Rolling Stones dinleyip, ilerde kuracakları grubu hayal ediyorlardı. 

İlk albümde tüm sözleri Syd Barrett yazmıştı. Yan yana düşen çılgın sözcüklerden şaşırtıcı mısralar oluşturan inanılmaz sözlerdi bunlar... Syd bir dahiydi; ama fazla 'uçmaya' başlamıştı. Güne, kahvesine acid atarak başlıyor, günde 3 - 4 kez tribe giriyordu. Cromwell yolunda harabe bir evde, Pink ve Floyd adında, kendisi gibi acid düşkünü iki kedi ve bir sürü insanla birlikte yaşıyordu. 1967`de çevresine bir 'duvar' ördü ve hepten içine kapandı. Katıldıkları TV programlarında boş bakışlarla oturuyor, konserlerde saatlerce aynı akorları basıyordu. Sonunda 1968`de, adını verdiği ve ilk albümünün bütün sözlerini yazdığı gruptan kovuldu. Pink Floyd, 'çılgın dahi'sini kaybetmişti. 

Annesi Syd`i bir sanatoryuma yatırdı. 8 yıl orada kaldı. Bütün gün televizyon karşısında oturup şişmanlıyordu. O, hayattan koparken, Pink Floyd şöhrete kavuştu. Dark Side of the Moon`la hepten patlamışlardı. 1975`te yeni bir albüm için Abbey Road stüdyosuna girdiklerinde tuhaf bir şey oldu. Hep önce müziği yapıp, sonra üzerine söz yazdıkları halde bu kez David`in hüzünlü gitar solosunu duyan Roger, Syd için bir şarkı yazmak istedi 'Keşke burada olsaydın' döküldü dilinden... Sonrasını Rick Wright anlatıyor: 

“Echoes' (Yankılar) albümünü alıp CD - çalarıma koyduğumda, 15 yaşında başucumdan eksik etmediğim albümün kapağındaki 'tokalaşırken yanan adam' geldi gözümün önüne... Buruk gitar soloylo başlayan parçayı seçtim ve onun hüzünlü tellerine tutunup çeyrek asır öncesine geçtim: 

'Hatırlar mısın, gençliğinde güneş gibi parıldardın'

Şimdi semada kara delikler gibi bakışların... (..) 

Keşke burada olsaydın...'

Pink Floyd bize çok güzel şeyler öğretti...

Pink Floyd’dan okulların aptal insanlar yetiştirdiği ya da her çuvalladığımızda tek suçladığımız ve her çuvallama sonrası tek yanında olmak istediğimiz kişinin anne olduğunu, müziğin belli bir alanda ve zaman dilimi içinde sınırsız olmadığını, Tanrı’ya da konser verilebileceğini (Live At Pompeii), Bas gitarın nasıl aktif bir şekilde çalınabildiğini öğrendik...

Pink floyd, doğmadan önce kaybedilmiş bir babanın, aşırı koruyucu bir annenin, öğretmen zulmü ve basmakalıpçılığının, kapitalizmin ve kapitalizmi üst bir düzeyde temsil eden şöhret hayatının, sağlam temellere oturmamış ve nihayetinde yabancılaşmaya mahkum bir evliliğin bir insana nelere mâl olacağını gösterip, bir insanın, yaptığı yanlışları tahlil etmesini sağlamak suretiyle kendi ile hesaplaşmasının ne kadar acı verdiğini, en nihayetinde hayatın en zorlu hallerde dahi devam etmeye mahkum edildiğini, bu gerçekten kaçmanın bir fayda getirmeyeceğini ve sonunda duvarları yıkıp yepyeni bir hayata başlamanın mümkün olduğunu öğretir.

Popüler İçerikler

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
YORUMLAR
11.07.2016

pink floyd dinlememiş olan insan ben müzikten anlarım, bende çok müzik dinlerim falan demesin

gerçekten çok güzel olmuş. go girl dergisi kıvamına gelen siteye biraz olsun kan olmuş

ellerine saglik asiri guzel bi icerik olmus tebrikler boyle icerikler gormek mutlu ediyor beni. Ve merak edenler icin soyle bi soyleyim; Pink Floyd en basindan beri LSD kullanmis ve onu muzige dokmus bir gruptur ama LSD icin soylenen bi soz vardir; uzaktan izle ama onunla yasamaya kalkma derler, Syd Barrett LSD ile yasamayi tercih etti ve bi dahi olarak oldu.

TÜM YORUMLARI OKU (29)