Tükenmişlik Sendromu Hepimizi Esir Aldı: Neslimizin Tümörü Olan Bıkkınlığımızın Altında Yatan Nedenler

'Of sıkıldım, çok bunaldım...' Yıllar yıllar sonra bu sözlerin tam da günümüzdeki milyonlarca kişiyi anlatacağı kimin aklına gelirdi? Sahi, aramızda kendisini arada kalmış, sıkışmış, en doğru tabirle 'tükenmiş' hissetmeyen var mı?

Eski enerjinizin olmadığını, ne çalışmaya ne gezmeye hevesinizin kalmadığını hissediyorsanız siz de Tükenmişlik Sendromu'ndan muzdarip olabilirsiniz.

Peki nedir bu 'çağımızın hastalığı' diye anlatılan Tükenmişlik Sendromu?

Doğduğumuz andan itibaren bir yarışın içine sokulduk, sürekli bir yerlere koşturulduk, en iyi olmak için hep çalıştırıldık.

Şimdiki nesilden farklı olarak anne ve babalarımız net bir şekilde sınırları çizmek zorundaydı; fen lisesi, hiç değilse Anadolu lisesi kazanmalıydık ve bunun için okula başladığımız ilk andan itibaren özel dersler almalıydık. Bir yarış atı gibi okuldan özel derse, etüte, kütüphaneye koşturduk. 

Şimdi en azından alternatif daha fazla...

Ama hiçbir yere varamadık: Bir ofise tıkıldık, çoğumuz 09.00-18.00 mesaisinde ömür çürüttük, hayallerimize kavuşamadık.

Çalıştıkça çok iyi yerlere geleceğimizi zannediyorduk; çok iyi maaşlar alacak, istediğimiz hayata kavuşacaktık ama olmadı. Tabii ki şükretmekte fayda var ama minicik masalarda dip dibe oturarak ve bomboş muhabbetlere tanık olarak ofislerde hayatımızı çürüttük.

Herkesle eşit olduğumuz söylenerek büyüdük ama bazılarının daha eşit olduğunu fark edince yaşadığımız hayattan, kendimizden, şartlarımızdan tiksindik.

Bize oyuncaklarımızı, yiyeceklerimizi, zamanımızı, eşyalarımızı paylaşmak; olanı bir arada tüketmek öğretildi çünkü etrafımızdaki insanlarla eşit olmamız gerekiyordu. Ama bir süre sonra fark ettik ki bazılarıyla eşit değiliz. Onlar bizden hep birkaç adım öndeler!

İyi bir çocuk olursak Şirinler'i bile göreceğimiz söylendi ama yaptıklarımıza rağmen hiçbir zaman onları göremedik; karşılığını düşünmeden yaptığımız iyiliklerin sonunda bile kötü olan biz olduk.

İyi biri olduğumuzda her zaman kazanacağımız öğretildi bize. Olduk da! Vicdanlı, iyi, sabırlı, kendine yeten bireyler olarak yetiştik ama iyi niyetimiz suistimal edildi.

Meslek seçerken mutluluk ya da mutsuzluğu bir kriter olarak değerlendirmemize izin verilmedi; güvencesi olan, mümkünse devlet dairesi, sıkıcı işlere hapsedildik.

Çünkü sosyal güvence ve düzenli maaş için ruhumuzu bile satmamız gerekiyordu, sevdiğimiz işi yapmamızın imkanı yoktu.

Tam olarak bu nedenle yaptığımız işten, iş ortamından, bomboş geçen çalışma saatlerinden nefret ettik; kendimiz gibi davranamadığımız her saniye yüzünden kafayı yedik.

O paraya ihtiyacımız olduğu için istifa da edemedik. Güvenceli işimizden nefret ede ede her gün kendimizden uzaklaştık. Bireysel olarak isteğimiz azaldı, umutlarımız tükendi.

Aşkların, ilişkilerin, arkadaşlıkların filmlerdeki gibi olduğunu zannettik ama çok yanıldık; bol bol kazık yedikten sonra hiçbir şeyin tozpembe olmadığını anladık.

Saflık ya da salaklık değildi bu, sadece öyle zannediyorduk. İyi insanlardık, herkesi de kendimiz gibi zannettik.

Maruz kaldığımız reklamlar nedeniyle her şeye sahip olabileceğimizi düşündük, rock star olacağımızı zannettik ama amaçsız kaldık.

Büyük bir savaş yaşamadık, net bir kıtlık görmedik, büyük bir buhrana tanık olmadık ama ruhumuzdaki bunalımla baş etmek zorunda kaldık.

Tabii son yıllarda ruhumuzdaki bunalıma pandemisiydi, ekonomik kriziydi eklendi de eklendi.

Sistemin esiri olmak zorunda kaldık; yediklerimizi, içtiklerimizi, gittiğimiz yerleri, her şeyi sosyal medyada paylaşmak zorundaymışız gibi hissettik ama kendimize bile yetemedik.

Sosyal medyada varlık göstermeyenlerin gerçek hayatta da var olamayacağına inandırıldık. Ömrümüz like vermekle, 24 saat içerisinde kaybolan hikayeleri yakalamakla geçti.

Sistemin parçası olmayı reddettiğimizde dışlandık, kabuğumuza çekilmek zorunda bırakıldık, farklı olmanın kötü olmakla eşdeğer tutulduğunu fark ettik.

Farklılıklarımızı gizlemek zorunda kaldık bu yüzden. Kendimizi sakladık, kimselere içimizi açamadık.

Tüm bu yaşadıklarımızın artık bir ismi var: Tükenmişlik Sendromu.

'Nedir bu Tükenmişlik Sendromu?' diye düşünüyorsanız işte cevabı tam da burada. 

Tükenmişlik Sendromu, bireylerin normal şartlarda kariyerlerinden, arkadaşlıklarından veya aile etkileşimlerinden aldığı keyfi ve başarı duygusunu azaltıyor. Birey, kimliğini kaybettiğine inanarak bir tür zihinsel ve fiziksel tükenmişlik hissetmeye başlıyor. 

Ve artık, Dünya Sağlık Örgütü, Tükenmişlik Sendromu'nu bir hastalık olarak kabul ediyor!

BONUS: Ve o çok istediğimiz deniz kenarındaki şirin kasabaya yerleşmek artık sadece bir hayal.

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
YORUMLAR
11.10.2018

Para olmayınca tükenmişlik sendromu ve niceleri sırada bekliyor da para olup tükenmişlik sendromu yaşamak "salaklık" kategorisinde değerlendirilir.

11.10.2018

sayenizde bir kere daha hayatımı sikeyim...

11.10.2018

kim ne derse desin, parayla saadet olur arkadaş

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ