Birbirinden ayrı birbiriyle aynı üç farklı zamanda üç aynı insan yaşarmış. Biri karanlık kadar derin, biri aydınlık kadar geniş, diğeri hayat kadar renkliymiş. Gelin şimdi bu üç kişiyi tanıyalım ve yolları nerede kesişti anlatalım.
Renklerin dünyası olan kişi bir gün hiç bilmediği bir dünyaya gelmiş. Her şey o kadar yabancı, o kadar farklıymış. Çevresini tanımaya çalışırken bir yandan da kendini güvende hissetmek istiyormuş. Bilmediği bu diyarda içinde korku hissetmeye başlamış. Kendini korumak isterken karanlık kişi ile karşılaşmış. Karanlık olan ona kendisini koruyabileceğini söylemiş. Bir sandık göstermiş ve sandığın içinde güvende olabileceğine inandırmış. Böylelikle sandığa saklamış. Bu durumu uzaktan seyreden aydınlık renkli olanı bu diyara geldiğinden beri izlemekteymiş. Ona hep yakınmış ancak yanına kadar gitmek için fark edilmeyi tercih etmiş. Karanlığın onu hapsettiğini gördüğünde ise uzaktan izlemeyi bırakıp karanlığın yanına gelmiş. Karanlığın yaptığının doğru olmadığını, bu şekilde onu koruyamayacağını hatta yok edebileceğini anlatmaya çalışmış. Karanlık ne kadar saklamakta ısrarcıysa aydınlık da çıkarmakta o kadar ısrarcıymış.
İkisi dışarıda tartışadursunlar, sandıkta ilk başlarda kendini güvende hisseden renkli kişi zaman geçtikçe bu durumdan rahatsız olmaya başlamış. Dışarı çıkmak için ne kadar seslense de kendini duyuramamış. Sakinleşince dışarıdaki sesleri dinlemeye başlamış. İkisine de hak veriyormuş. Aslında ikisi de aynı şeyi istiyorlar, onu korumaya çalışıyorlarmış. Bu tartışmanın sonlanmayacağını, birbirlerine zarar verebileceklerini düşündükçe çıkması gerektiğini daha da anlamış ve başlamış bağırmaya.
“Özgür bırakın, kurtarayım sizi!”
Karanlık umutsuz ve korkuluymuş, istemiyormuş dönmek geriye. Aydınlık kararlı ve heyecanlıymış, yol almak istiyormuş efendisiyle.
Fırtına kopmuş, savaş başlamış ve korku karanlığı esir edip yere sermiş. Maske düşmüş, aydınlık ilk kez karanlıkla yüz yüze gelmiş ve sandık açılmış…
Sonra ne mi oldu?
Sandık açıldı. Tüm renklerin ihtişamıyla parlayan, BEN. Karanlığa şaşkınlıkla bakan ışıklar içinde BEN ve aydınlığa öfkeyle bakan karanlıklar içinde BEN.
Sandığa saklayan, sandıktan çıkarmak için çırpınan, sandıktan çıkarılan BEN. Beni korumaya çalışan karanlık duygular örtüsünde ben, beni korumaya çalışan aydınlık duygular örtüsünde ben.
Birbirine ters görünen iki dünya arasında birinde kök salan, diğerine el uzatan ben. Ben, Tuğba.
Peki ya siz? Siz sandıkta olanlardan mısınız? Yoksa çıktınız mı oradan? Yolunuz geçti mi define adanızdan? Aradınız mı sizi siz yapan renklerinizi? Daldınız mı adanızı koruyan en karanlık ormanlarınıza? Tanıştınız mı karanlığın derinliklerindeki sıcaklık, aydınlığın uçlarındaki soğuklukla?
Tuğba ÇİL