Toplum ve Ailesi Tarafından Dışlanan 'Çirkin' Bir Kadının Size İlham Olabileceğini Düşündüğüm Dönüşüm Hikayesi

Ben o kaldırımda yanınızdan geçip giden çirkin kadınım. Hani fark etmediğiniz ya da çirkinliğim karşısında dehşete düştüğünüz. Belki bu kez hikayeye benim tarafımdan bakmak istersiniz.

Uyarı: Bu içerik Onedio editörleri tarafından formata uygun olarak düzenlenmiştir.

Şu an neden burdayım ve neden tanımadığım onlarca insanla iç dünyamı paylaşmak üzereyim bilmiyorum. Ama hayatının bir anında bile olsa benim gibi hissetmiş olan insanlarla paylaşmak istedim bu hikayemi.

Geçtiğimiz günlerde bir yazı okudum, belki siz de okumuşsunuzdur. Çirkin doğma şanssızlığıyla boğuşan bir kadın, dış görünüşünü değiştirerek bize muhtaç olduğumuz o güzellik hazzını yaşatmıştı hikayenin sonunda. Benim hikayemse ne yazık ki okuyuculara böyle bir son vadetmiyor. Ama daha değerli bir şeyi başardığıma inanıyorum. Eğer hala hikayemi okumak istiyorsanız devam edebilirim.

Çirkin görünmekten çok daha önemli olan şey, bunun size ne hissettirdiğidir bence. Bende de öyle oldu. Yeni yeni yetişkin olmaya başladığım çağlarda bu çirkinliğimle yüzleştim ilk. Hem de ailemde.

Hani evlatları ne kadar kötü ya da çirkin olursa olsun annelerinin gözlerine hep güzel gelirler ya... Ne yazık ki ben böyle bir algıyla büyümedim. Daha 8-9 yaşlarındayken evde beni 'Çirkin ördek yavrusu' diye çağırmaya başladı abilerim. Üstelik annem, çok değerli oğullarını bu konuda asla uyarmadı. Bu çirkinlik algısının beni inanılmaz bir yalnızlığa iterek hayatımın her anında beni esir alacağını düşünmedi sanıyorum. Aksine bu şakalara gülüp geçmekle yetindi. Abilerimden bunu duyana kadar aynaya bakıp çirkinlikle ilgili bir şeyler düşündüğümü hatırlamıyorum. Evet, renkli gözlü ya da hokka burunlu değildim ancak aynaya bakıp böyle olmadığım için bir eksiklik de hissetmemiştim.

Abilerimin sözlü saldırılarıyla başlayan bu 'çirkin'lik algısı, ilkokuldaki yakın arkadaşıma sorduğum 'Sence ben çirkin miyim?' sorusuna aldığım 'evet' cevabıyla da yerli yerine oturmuştu. Çocuklar bazen gerçekten de çok acımasız olabiliyor...

Her neyse bu çirkinlik söylemi gün geçtikçe aile içinde de artmaya devam etti. Abilerim şakayla karışık 'bu çirkinlikle evde kalacağımı' söylerken, babam da 'şu saçlarını kestirmeyin çocuğun çirkin oluyor' söylemiyle onların içimde yaktığı ateşe odun taşıyordu. Bir süre sonra bu durumu kabullenmiştim bile. Nasıl insanlar anne babaysa ben de çirkindim. Aynaya baktığımda abilerime hak veriyor, hatta onlara kızmıyordum bile. Kocaman kemerli bir burun, düşük göz kenarları, çarpık dişler ve çıkık bir çeneyle yaratılmıştım ve benim payıma da çirkinlik düşmüştü.

Ben de çaresiz bu çirkinliğimi gizleme yollarına girişmiştim. İnsanlarla yüz yüze iletişim kurmak artık benim için bir kabusa dönüşmüştü. Yalnızca dışımı görüyorlar, asla içime ulaşamıyorlardı...

Ulaşmak isteyen de kimdi zaten di mi? Güzel değilsen bir erkek neden seni sevsin, neden seni beğensin ki? Aynen de öyle oldu. Liseye başladığım ilk gün insanlar güzel kızların peşinden sürüklenirken, ben köşede tek başıma oturdum. Bırakın bir erkeğin benimle iletişim kurmasını, kızlar bile benimle arkadaş olma konusunda tereddüt ediyordu. Hiç unutmuyorum lise 1. sınıfta Fizik hocamız hepimize teker teker ileride hangi mesleği seçeceğimizi sorarken utana sıkıla tiyatrocu olmak istediğimi söylemiştim. Sınıftaki erkeklerden biri tabii çirkin rollere ihtiyaç var deyip gülmüştü. O an tam anlamıyla ölmek, o anda orada yok olmak istemiştim. Yaşadığım o utancı, düştüğüm o gülünç durumu size tarif etmeme imkan yok. Bu dışlanmışlık beni daha da asosyal ve agresif yapmıştı. Kendimi mutlu hissettiğim tek yer internet ortamıydı. MSN'de fake profil fotoğrafımla beni tanımayan insanlarla iletişim kurabiliyor, kısa süre de olsa kendimi böyle tatmin edebiliyordum.

Güzelleşmek ve insanlar tarafından kabul görmek için çabalasam da nafile. Kakül kestiriyor, saçlarımla uğraşıyor belki günün 3 saatini ayna karşısında kendimi incelerken buluyordum ama nafile. Ne yaparsam yapayım insanların güzellik standartlarına ulaşmam mümkün değildi.

Liseyi yalnızca bir tane arkadaş edinerek tamamlayabilmiştim. O da diğerlerinden görece kilolu ve tıpkı benim gibi insanlar tarafından dışlanan sorunlu bir çocuktu. Tabii lise 1. sınıfta yaşadığım o deneyimin ardından tiyatro hayallerimden vazgeçtim. Arkadaşsızlık da beni sürekli çalışmaya itti ve üniversitede mühendislik kazandım. Aslında itiraf edeyim, mühendislik seçmemin bir nedeni de mühendislikleri tercih eden az sayıda kız olmasıydı. Çok fazla güzel kızın olduğu ortamda kendimi inanılmaz kötü ve katlanılmaz hissediyordum. Nitekim istediğim gibi de oldu. Bırakın bölümü, fakültede bile çok az kız öğrenci vardı. Böylelikle ortama daha kolay uyum sağlayabiliyordum. Dört kişilik bir arkadaş grubu edinmiştim. Benim dışımdaki hepsi de erkekti. Ama enteresan bir şekilde beni de öyle görüyor gibiydiler. Sanki grupta bir kız yokmuşçasına konuşup, benim varlığımı unutuyor gibi hareket ediyorlardı. Bunun zamanla bana kendimi daha iyi hissettirdiğini fark ettim...

Zamanla asla sahip olamadığım o kadınlık güdüsünü geri plana itmeye başladım. Daha salaş, daha erkeksi giysiler tercih ediyor; tıpkı erkek gibi konuşuyordum.

Madem hakkıyla kadın olamıyordum, o zaman kabul gördüğüm yerde ve kabul gördüğüm insanların arasında kabul gördüğüm şekilde davranmalıydım. Tabii ailem bu durumdan bir o kadar rahatsızdı. Bir gün annem babamla konuşurken, 'Filancanın kızını çok eleştirdim başıma geldi. Ondan böyle oldu bu kız.' dedi. Çirkin olmam onları ne kadar rahatsız ediyorsa, erkeksi giyinmem ve küfürlü konuşmalarım da onları o kadar rahatsız ediyordu. Ancak ben halimden memnundum. En azından zor da olsa toplum içinde kendime bir yer edinebilmiştim. Başarılı bir öğrenciydim ve öğretmenler tarafından kabul görebiliyordum.

Ancak yok ettiğimi sandığım ama aslında bastırdığım bu duygular zamanla kendini panik atak ve anksiyete duygularıyla göstermeye başladı. Durduk yere yaşanan kalp çarpıntıları, soğuk terlemeler ve bayılacakmış gibi olma hissi...

Ben ne kadar yok sayıp bastırmaya çalışsam da nafile, yakamı asla bırakmıyordu... Sürekli hastaneye gidiyor, tahliller yaptırıyorduk ama hiçbir şey çıkmıyordu. Sonunda dahiliye uzmanı beni bir psikiyatra yönlendirdi ve yaygın anksiyete bozukluğum olduğunu öğrendim. İlaçlar terapiler derken bir nebze de olsa kendime geldim ancak hayat enerjim sanki çekilmişti ve yaşamdan tat alamamaya başlamıştım. Hayatımın en zor günleriyse daha ilerideydi. Grubumuzun üyeleri de bu süreçte bana destek oluyorlardı. Zaten birlikte bir proje yönetiyorduk ve gece gündüz konuşuyorduk. Sonra bir gün psikiyatrımla konuşurken ansızın içlerinden birine aşık olduğumu fark ettim. Bu farkındalığa nasıl ulaştığımı bilmiyorum ama onlar hakkında bilgi verirken onun adını söyleyince kalp atışımın hızlandığını fark ettim. Ama böyle bir şey imkansızdı. Onun beni sevmesi ve beni sevgili olarak görmesi imkansızdı. Fark etmeden onu hayatımın en doldurulamaz yerlerinden birine koymuştum. Uzaktan uzağa ona karşı hissettiklerimin bir sakıncası yoktu, yeter ki hayatımda olsun diye düşünüyordum.

Bu yaşananlardan sadece birkaç ay sonra hayatına deli divane aşık olduğu bir kadın girdi. Bizse üniversitenin son yılındaydık.

Aile baskısı bi yandan, sevilememe hissi bi yandan her şey o kadar ağırdı ki. Yolda yürüyüp giderken sanki insanlar bana bakıp, çirkinliğim hakkında birbirlerine bir şeyler söylüyordu; hissediyordum. Onun kız arkadaşıyla tanıştığımız günü hiç unutmuyorum. O kadar güzel ve kibar bir kız vardı ki karşımda... Bir an dedim ki bu kadar güzel olmak nasıl bir duygu acaba? İnsana neler hissettiriyor? Ben onların aşklarını değil, resmen kızın güzelliğini kıskandığımı fark ettim. Benim eğri büğrü kesilmiş kaküllerimin, salaş kıyafetlerimin ve küfürlü konuşmamın yanında o ne kadar naif, ne kadar güzel ve hoştu. O gün hayatımın en zor günlerinden biriydi. Eve gidip saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. Yüzüme tokat gibi çarpan bir diğer olay da kız arkadaşı kıskanç olmasının ve tüm kızlarla görüşmesinin yanında benimle olan arkadaşlığına hiçbir şey demiyordu. Bir gün grubun diğer bir üyesine bunun nedenini sorduğumda gülerek, seni kız olarak görmüyor olabilir demişti... Doğru ya. Kıskanılacak neyim var?

Ben sonraki görüşmelerimize maskeyle gitmeye başladım. Evet cerrahi maskeyle... Nedenini sorduklarında gribal bir enfeksiyon geçirdiğimi ve onlara bulaştırmak istemediğimi söylemiştim ama aslında çirkinliğimi gizlemeye çalışıyordum.

Metroda, otobüste insanlar bana tuhaf tuhaf baksa da maskeye bakıyorlardı, baktıkları ben değildim. En azından ağzım ve burnumu kapatarak bütün çirkinliğimi gizleyebiliyordum. Üniversitenin bitmesiyle birlikte hepimiz bir köşeye dağıldık. Eskisi kadar görüşmesek de ara ara telefonlaşıyor, kahve içiyorduk. Hepimiz de bir yandan iş arıyorduk. Ben çirkinliğim yüzünden iş bulamayacağımdan o kadar emindim ki başvurduğum her yerle umutsuzca görüşmeye gidiyordum. Nitekim de tahmin ettiğim gibi oldu. Mühendislik ile güzelliğin ne alakası var diyebilirsiniz ama herkes çalışma arkadaşı olarak eli yüzü düzgün insanlar arıyor... Ailemle kopuşum ise trajik oldu. Annem, arkadaşının oğluyla bir kahve içmemi istediğini söyleyince kabul etmedim. Her ne kadar hayatımda bir erkeğin eksikliğini hissetsem de buna hazır hissetmiyordum kendimi. Çünkü biliyordum ki görüşsem de o kişi beni beğenmeyecek, benimle hatır için görüşecekti. Ben bu teklifi reddettiğimde annem neredeyse çıldırdı. Daha iyisini asla bulamayacağımı, kibirlilik yapmadan önce kendime bakmam gerektiğini, elime erkek eli değmeden ölüp gideceğimi söyledi. Sessizce dinledim ve odama çekildim. O gün ailemden ayrı yaşamaya karar verdim. Mental sağlığım için bu artık bir gereklilik haline gelmişti.

Bir süre iş bulana kadar garsonluk yapmaya karar verdim ama bu iş sandığımdan da uzun sürdü. İki yıl boyunca hem garsonluk yaptım hem de iş aradım. Bir yandan da penceresi yalnızca istinat duvarını gören, hiç güneş almayan rutubet dolu bir evde yaşadım.

Herkese ve her şeye o kadar kırgın ve kızgındım ki. Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birinde mühendislik okumuş, iki dil bilen başarılı sayılabilecek bir kadındım. Ancak iş bulamıyordum. Arayıp beni görüşmeye çağırıyorlar, size döneceğiz diyip gönderiyorlar ama bir türlü dönmüyorlardı. Bir gün gücümü toplayıp bir estetik doktoruna gittim. Gerekirse kredi çekecek ama bir yerden başlayacaktım bu dönüşüm hikayesine... Ama olmadı. Hem maddi olarak beni aşıyordu hem de anksiyetem ameliyat olmama izin vermiyordu. Ya ameliyat masasında ölüp kalırsam? Güzellik uğruna değer mi? diye düşünüyordum. Sanki yaşadığım hayattan çok memnunmuşum gibi... Girişte de bahsettim ya... Bu hikayenin sonunda müthiş bir değişim ya da intikam hikayesi yok. Ama evet, benim de kişisel dönüşümün bir başlangıcı var...

Bir yılbaşı günü, çalıştığım mekanın da bir eğlence organizasyonu vardı. Tabii o gün yoğun çalışacağımız için ben her zamanki gibi saçımı toplayıp, kaküllerimi tarayıp koştur koştur çıktım evden.

Hazırlıklar, temizlik derken akşam geldi çattı. Mekan o kadar dolu ki, hangi birine yetişeceğimizi şaşırıyoruz. Öncesinde iş bölümü yaptık ama nafile, kim neyi görürse ona koşuyor. Müşteri seni çağırınca bir dakika seninle başkası ilgilenecek diyemiyorsun. Neyse her şey yolunda, herkes içiyor eğleniyor. Bir ara elimde içeceklerle mutfağa doğru yürürken erkekler tuvaletinden boğulma benzeri bir ses duyduğumu hatırlıyorum. Kusma olsa belki müdahale etmezdim ama resmen biri boğuluyor duyuyorum. Elimdeki içecekleri bıraktığım gibi tuvalete koştum. Bir erkek bir yandan öğürüyor ama sanki bir yandan da boğuluyor gibi. Sırtına vuruyorum iyi misiniz diyorum nafile. Çocuk sanki bir şey yutmuş da çıkaramıyor. En son o küçücük boyumla kendisine Heimlich manevrası yaptım. Yok çıkmıyor. Sesleniyorum kimse müzikten duymuyor. En son bir kez daha arkadan kucaklayıp kaldırmamla boğazından bir öğürmeyle şarap tıpasına benzer bir şey çıktı... Tabii o sırada koştum yardım çağırdım arkadaşları geldi ambulans geldi derken teşekkür edip çocuğu götürdüler. Tabii ben hayatımın şokunu yaşıyorum gidip sordum baktınız mı o neymiş diye çocuk gerçekten de şarap tıpasının yarısını yutmuş... Hey Allah'ım sarhoşluk işte mantık aramıyorsun.

İki gün sonra işe giderken yaşadığım bu absürt olayın geleceğimi şekillendireceğinden habersizim tabii. Yine aynı özensizlikle ve bıkkınlıkla gittiğim iş yerinde hayatımın aşkıyla tanışacakmışım meğer, düşündükçe gülümsüyorum...

Öğlen restorana girdiğimde karşımda tek başına oturmuş beni bekliyordu. Tabii ben yüzünü çok net hatırlamasam da o olduğunu anladım. Bana beni sorduğunu söylediklerinde de yanına gidip konuşmaya başladım. Hayatını kurtardığım için teşekkür ettikten sonra sanıyorum yarım saate yakın konuştuk. İlk defa bir konuşma boyunca burnumun ya da dişlerimin nasıl göründüğünü düşünmediğimi fark ediyorum şu an. O an sanki beğenilme kaygısından bağımsız tamamen karşımdaki insanla bir gönül bağı kurmuştum. O bana hayatını kurtardığım için minnettardı ben de ona ilk kez bana bu duyguları hissettirdiği için. Sonraki günler de geldi ve fark ettim ki ilk defa dış görünüşümdense kalbimi görmeye meraklı bir insan vardı karşımda. Ben de ilk kez böyle hissettim. Karşımdaki insanın dış görünüşü değil de kalbi ve sözleri daha ağır basmaya başlamıştı. Böyle böyle birbirimizin hayatına dahil olduk. Ben korkularımı, sevilmemişliğimi açıp gösterdim ona. O da bağımlılıklarını ve kendi yaralarını tabii.

Yaralarımızı iyileştireceğimize inanarak çıktığımız bu yolda her geçen gün bambaşka şeyler keşfediyoruz...

Kendisi mühendis olan ve yaptığı işi sevmeyen eşimle bir mini sanat atölyesi kurduk mesela... Ben ona mühendis olduğumu söylediğimde 1. ayımızı geçmiştik. Doğru insanı bulduğunuzda saçınızın rengi, mesleğiniz ya da yaşınız önemsiz birer detay haline geliyor çünkü. Resme ilgisi olan eşim sayesinde ben de sanata ilgim olduğunu keşfettim. O daha sanatsal şeylerle uğraşırken ben de minik heykelcikler yapıp satıyorum. Ve her bir heykel yapışımda da bu hayatta insanı asıl tatmin eden şeyin şekil ya da görünüş değil, üretmek olduğunu yeniden keşfediyorum. Çirkinliğe gelince, belki hala çirkinim ama bu güzelliğe ya da çirkinliğe hangi anlamı yüklediğimle ilgili. Eşime bir gün yüzümde ufak değişiklikler yapmak istiyorum dediğimde nasıl istersen demişti. Ben de gidip yüzüme bir iki dokunuş yaptırdığımda daha iyi ve dinç hissettiğimi fark ettim. Ama sorun değil, onlar da birkaç ay içinde eriyip gidiyorlar zaten. Önemli olan nasıl göründüğünüz değil, nasıl olduğunuz... İnsanlara sizin ne olduğunu söyleme hakkı tanımayın lütfen. Kim olduğunuzu, siz, bizzat keşfederek bulun ki bu hayattaki iç huzuru sağlayabilesiniz. Bunu kim okur, ne hisseder bilmiyorum ama bu hayatta bir kez bile benim gibi dışlanmış ve yalnız hissettiyseniz o yerlerinizden öpüyorum. Siz çok kıymetlisiniz.

Popüler İçerikler

Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
YORUMLAR
22.12.2020

Bu yazıyı yazan arkadaşım sana sıkıca sarıldığımı farz et. Ailemden dolayı ben de çok dışlandım yalnız kaldım. Herkes çocukluğunu özler o yıllara dönmek ister ya. şanslı çoğunluktan değilim. Asla asla dönmek istemiyorum. Şu an hayatımdan memnunum sevdiğim bana değer veren eşim dostlarım var. Ama bir yanınız hep eksik kalıyor. Mazi kalbimde yaradır demiş ya üstat :) öyle işte..

22.12.2020

maaleaef o eksiklik o boşluk hiç dolmuyor

25.12.2020

Bu resimleri koyan yazarın aklına sıçayım.

22.12.2020

Vay be çok etkilendim Allahım iyi insanlarla karşılaştırsın hep

TÜM YORUMLARI OKU (19)