Yeni Zelanda'da camilere yönelik terör saldırısı ayrılıkçılığı körüklemeyi hedeflerken, ülkenin genç başbakanı Jacinda Ardern buna fırsat vermedi. Mağdur yakınlarıyla gösterdiği dayanışma, Müslümanlara yönelik tutum ve söylemiyle bütün dünyada takdir topladı.
Gelin basının ve sosyal medyanın ilgi odağı olan Ardern'in özel ve siyasi hayatına yakından bakalım...
Henüz 38 yaşında olan ve yalnızca iki yıldır iktidarda bulunan Ardern, komşusu Avustralya'nın gölgesinde kalan bir ada ülkesinin başbakanı olarak Avustralyalı bir saldırgan nedeniyle ofansif bir dil kullanmayı ve sorumluluk almak yerine Avustralyalı yetkilileri suçlamayı tercih edebilirdi. Ne var ki, buna tevessül etmedi ve saldırının yükünü omuzlayarak sağ duyulu açıklamalar yaptı. Yeni Zelanda Herald gazetesinin siyaset muhabiri Claire Trevett saldırının ardından camiye gelerek taziye sunan Ardern hakkında köşesinde şunları yazdı:
'Böyle bir hadise sonrasında başörtüsü ve üzgün yüz ifadesi ile Müslüman toplumun yanında sanki kendi evladını yitirmiş gibi bakan bir siyasiden daha güçlü sembolik bir yanıt olamazdı.'
Euronews'te Sertaç Aktan'ın aktardığına göre, Ardern, terör saldırısının ardından ABD Başkanı Donald Trump ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde geçen diyalog da başta ABD olmak üzere dünya basınında geniş yer buldu. Trump görüşmede Yeni Zelanda'ya nasıl yardım edebileceğini sordu. Ardern de cevap olarak, 'Tüm Müslüman topluluklara sempati ve sevgi göstererek' dedi.
Saldırının ardından ulusal yas ilan etmesi, parlamentodaki konuşmasına 'Selamün Aleyküm' ile başlayarak ölenlerin anısına mecliste Kur'an'dan ayet okutması ve 'Bu saldırı ile tarihimiz değişti o halde yasalarımız da değişecek' diyerek üç gün gibi kısa bir süre içerisinde otomatik ve yarı otomatik tüm silahların satışının ülkede yasaklanmasını sağlaması Ardern'in sadece görüntü olarak değil somut olarak da adımlar attığını gösterdi.
Peki ülkesindeki terör saldırısı sonrası Müslüman toplumuyla dayanışması ve attığı adımlar takdir toplayan Jacinda Ardern kimdir?
Ardern aslında terör saldırısı olmadan önce de birkaç defa uluslararası gündemde yer bulmuş bir lider. Mormon inancı ile yetiştirilmiş olması, boş zamanlarında DJ'lik yapmaktan hoşlanması ve iktidarı sırasında çocuk dünyaya getiren ikinci kadın devlet lideri olması gibi konular Ardern'e olan ilgiyi arttırdı.
Eylül 2018'de Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısında bebeği ile gelen Ardern bu hareketiyle dünya çapında feministlerin de takdirini toplamıştı.
Ondan birkaç ay önce de New York'taki Commonwealth Zirvesi'nde Kraliçe II.Elizabeth'in karşısında geleneksel Maori pelerini ile çıkmış ve bir kez daha adından bahsettirmişti.
Babası polis olan 1980 doğumlu Ardern 16 yaşına kadar Mormon inancı ile yetiştirildi ancak daha sonra Mormon kilisesinin homofobik tutumu nedeniyle bu inancını bıraktı ve agnostik oldu.
17 yaşında Yeni Zelanda İşçi Partisi'ne üye olan Ardern 2001 yılında Waikato Üniversitesi'nden mezun oldu ve kariyerine Başbakan Helen Clark'ın ofisinde araştırma uzmanı olarak başladı.
Daha sonra dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair'in politika danışmanı olarak görev yapan Ardern, 2008 yılında Uluslararası Sosyalist Gençlik Birliği'ne başkan seçildi.
28 yaşına geldiğinde Yeni Zelanda Parlamentosu'ndaki en genç vekil olmayı başaran Ardern, 10 yıl sonra 2017'de de İşçi Partisi'nin başına geçerek Eylül seçimlerinde başbakanlık koltuğuna oturdu.
Ülkenin 40. başbakanı olan Ardern kendini ve siyasi duruşunu 'ilerici sosyal demokrat' olarak tanımlıyor. Ardern siyasi hayatı boyunca ülkede yerli Maori dilinin okullarda öğretilmesinin zorunlu olmasını, eşcinsel evliliklerinin yasallaşmasını, kürtajın ve esrarın suç olmaktan çıkarılmasını destekleyen yönde oylar verdi.
Ortadoğu'da Filistin ve İsrail arasında iki devletli çözümü destekleyen Ardern, Gazze sınırında protesto sorasında öldürülen Filistinliler için de İsrail'i kınayan bir açıklama yayınlamıştı.
Televizyon suncusu Clarke Gayford ile evli olan Ardern'in yeni doğan kızının adı yerli Maori dilinde 'aydınlık aşk' anlamına gelen Neve Te Aroha.
Agnostik bir insanın Müslümanları ne şekilde savunduğuna bakın, bir de Müslüman ülkeleri yönetenlerin tutumlarına bakın inancın insanlığın en büyük adımı olmadığını göreceksiniz, ben de bir ateistim ve tüm insanların dinini istediği şekilde yaşaması gerektiğinden yanayım
Keşke Müslümanlara gösterdigi saygıyı birazda Müslümanlar ona gösterse. Herkesin agzında bir hidayet nasip etsin yok neymiş kalbini imanla doldursunmuş falan filan. İnandıgınız şey hidayeti önce sizin gibi boş insanlara nasip etsin mümkünse.
kibirli bir müslüman bu olayı muhtemelen şöyle yorumlardı: "allah onu islamla şereflendirsin"