Terapi koltuğunda otururken, bir gün konu (şaşılmayacak şekilde) duygulara geldi. Çoğu kişi gibi ben de zaman içinde kendimi duygularından uzaklaşmış, çok mantıklı hale gelmiş biri olarak tanımlıyordum. Çünkü büyümenin tanımı budur değil mi?
Bundan utanmıyor aslında gurur da duyuyordum: Duygular şelalesinde yaşayan balık burcu bir küçük kız olarak yetişmiştim ve bir gün mantıklı, duygular seline kapılmayan biri olmuş olmak bana aklıselim bir dönüşüm gibi pazarlanmıştı. Ben de buna inanmaya devam ediyordum.
Fakat terapi koltuğuna duygular konusunu getirmemin bir sebebi vardı: Biraz ileri gitmiştim ve gerçekten de artık neredeyse bir şey hissedemiyordum.
Bu konuyu konuştuktan sonra, terapistim çok basit bir ödev verdi:
Bu hafta yaşayacağın her olayın ardından, hemen “Şimdi ne yapmalıyım? Bu doğrultuda almam gereken aksiyon nedir?”e geçmeden kendine durup şunu sormanı istiyorum: “Bu bana ne hissettirdi? Dilersen, burada bir örnek yaparak başalyalım.”
Ve böylece psikoloğum bana o hafta yaşadığım bir olayı anlatmamı söyledi, herhangi bir şey. Aklıma hemen işle ilgili dört gözle beklediğim, ama son dakikada ertelenen çok önemli bir üst düzey sunum geldi.
“Bu sana ne hissetirdi?” diye sordu psikoloğum.
“Ne hissettirecek canım? İş hayatı bu, böyle şeyler olabilir. Yeni bir tarihte yapılacaktır.” dedim.
Sonra bir örnek daha, bir örnek daha, bir örnek daha. Sürekli papağan gibi tekrarlıyordum “Bu bana bir şey hissettirmedi? Bu bir şey hissettirecek bir konu değil ki?” deyip ardından konuyla ilgili aldığım aksiyonu, yaptığım planı anlatıyordum.
Ayşe Bilge Selçuk hocam Psikolojik Sağlamlık kitabında bu durumu çok güzel açıklamış:
“Bu sana ne hissettirdi? diye sorulduğunda duygumuzu söylemekte zorlanıp hissettiğimiz şeyi anlatmaya, tasvir etmeye çalışıyor, bazen duygu yerine düşüncemizden söz etmeye başlayabiliyoruz…. “Hissediyor olduğumuz duyguyu anlamak, yönetebiliyor olmanın ilk aşaması.”
Bu “Bu bana ne hissettirdi?” sorusunun altın değerinde olduğunu, üzerinde yeterince çalıştıktan sonra anlayabildim. Meğer küçük büyük yaşadığım birçok şey bana gerçekten de bir şey hissettiriyormuş. Ama bunu tanımlamaktan çok, çok uzaklaşmışım.
Sizin için de durum böyle olabilir. Hedefler, sonuçlar, engelleri aşma labirentinde dönüp durmaktan duygularınızla bağlantınız fark etmeden bir yerlerde kopup gittiyse, tatil bu egzersizi kafanızın içinde yapmak için harika bir zaman bence. Şezlonga uzanın, kapatın gözlerinizi ve küçücük olaylar üstünden düşünün:
“Bu sabah plaj çantasına peştemalimi koymadığımı ancak plaja gelince fark ettim. Bu bana ne hissettirdi?”
“Kahvaltıda otelden sıkma portakal suyu istedim, maalesef efendim, onun yerine limonatamız var, dediler. Bu bana ne hissettirdi?”
“Bir paraşüt keyfi yapalım dedik, fiyatlarımız euro üzerinden dediler, bu bana ne hissettirdi?”
Konunun ne kadar küçük ya da önemsiz olduğu fark etmez. Önemli olan bizi duygularımızı fark etmeye ve tekrar duygularımızla bağ kurmaya yönlendirmesi.
Belki böylece, her şeyi planlı, tertipli ve hesaplı beyaz yakamıza uzak, kendi doğamıza ve ten rengi yakamıza daha yakın bir tatil geçiririz, ne dersiniz?
Hepimize iyi tatiller!
Instagram
Linkedin
Substack
'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio'
8-12 milyon kisilik beyaz collarda seckin 150-600 bin kisi ve aileleri icin =,dyson corral lagerfeld ve eti cin tadinda ,yalida cekilen turk dizi seti pembeliginde bir makale. hayirlara ves'ile.