Tasarımcı Emrah Yücel: “Evrensel Bir Nakkaş Olmaktır Derdim, Gerisi Biraz Hayat, Biraz Resimler!"

Bu özel röportajda, sanat dünyasının özgün ve yenilikçi isimlerinden Emrah Yücel ile derinlemesine bir sohbet ettik. Yaratıcı zekâsı ve sanatına olan tutkusuyla tanınan Yücel, bu söyleşide kariyeri boyunca izlediği yoldan, eserlerinin arkasındaki ilham kaynaklarına kadar pek çok konuda içtenlikle konuşuyor. Kaligrafi ve hat sanatına modern bir bakış açısı getiren çalışmalarıyla bilinen Yücel, aynı zamanda sanatın sınırlarını zorlayan projeleri ve sanata dair düşünceleriyle de dikkat çekiyor. Sanatın iletişimdeki gücüne ve estetik yönlerine dair değerli görüşlerini paylaşan Emrah Yücel, bu röportajda bize sanatının derinliklerine bir yolculuk sunuyor.

Sanat tarihçileri ve eleştirmenler, Türk resminin genellikle Batı sanatından unsurlar alarak bir 'montaj' oluşturma eğiliminde olduğunu uzun yıllardır eleştirmişlerdir. Ancak, bu eleştirilere rağmen, yerel motifleri ve kaynakları çağdaş sanat anlayışıyla bütünleştiren ve bu sayede geniş bir kabul gören Türk ressamlar da var. Örneğin Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Devrim Erbil gibi sanatçılar, yerel ve evrensel öğeleri birleştirerek kendi benzersiz stillerini oluşturdular. Sanatınızda da benzer bir yaklaşım görmekteyiz; geleneksel Türk sanatını modern sanat ve heykel unsurlarıyla harmanlayarak evrensel bir dil yaratıyorsunuz. 

- Bu bağlamda, sizin evrensellik anlayışınız nedir ve bu yaklaşımın sanatınızı nasıl şekillendirdiğini düşünüyorsunuz? Bu yaklaşımın Türk sanatını evrensel bir platforma taşıma potansiyeli var mıdır? Ayrıca, sizin dışınızda bu yönde başarılı örnekler sunan diğer sanatçılar var mı, onlardan bahseder misiniz?

1968 yılında Fransa'da, Paris'te Türk ressamlarından oluşan bir sergi düzenlenir. Bu sergi hakkında Nurullah Berk'le konuşmuştum. Bir sanat tarihçisi gazeteci sergiye girip, 'Burada Türk resminin sergisi varmış,' der. 'Hayır, hayır Türk resmi,' derler. Bugün, Sabri Berkel'lerden tutun da Burhan Doğançay'lara kadar, genç-yaşlı hepsi oradadır. Sergiyi eleştirip çıkarlar.

Bunlar, Çamlıca'da o zaman Süleyman Naim Tekcan'ın baskı atölyesinde haftada bir, ayda bir toplanırlar. Derler ki; 'Biz bu Paris'te bir şey öğrendik. Biz bir şeyin taklidini yapıyoruz. Biz ne yapmalıyız? Demek ki, bu topraklara ait bir şeyler düşüneceğiz.'

Bunu önemli bir özeleştiri olarak gördüm, bu anekdotu Süleyman hocadan duyunca, tabii öncesinde benim arayışlarım vardı. Okul çağlarında her Türk genci gibi Anıtkabir'e okulla ziyarete gittiğimizde, Anıtkabir’in her tarafında Profesör Emin Barın’a ait kabartma yazılar vardır. Ayasofya Camisinin içine girdiğinizde de kazasker Mustafa İzzet'e ait tabelalar vardır. Yazıya meftun birisi olarak, adamlar Latince'de de Arabi'de de bu işi zirveye taşımışlar. Ben, bu yolda devam edip tekâmül anlayışımı kenara mı bırakayım? Onlar gibi iyi mi yapmaya çalışayım? Yoksa onların bakmadığı gibi mi bakayım? Sanata, yazıya ya da grafik sanatlara nasıl bakayım? Bu, benim çıkış noktamdı; farklı olmak, farklıyı yapmış olmak. Açıkça söyleyeceğim, bu benim kafa patlattığım bir şey; şöyle romantik bakamıyorum hem çalışmalarıma hem sanat anlayışıma. Sanat çok spontane, daha bohem bir şekilde bunun karşısına geçiyorum. Çok güzel yapıyorum. 'Sanat beni nereye götürse gideyim,' gibi bir anlayışım olmadı. Ama olana da saygı duyuyorum.

Yani, sonucunu bilmediğim, yani o kadraja almadığım hiçbir şeyle çalışmaya başlamadım. Zaten mümkün değil, o döngüde.

- Hadi, resimde biraz daha mümkün olabilir ama üç boyutlu çalışmalarda bu çok daha zor bir hale gelir; adeta imkânsız bir noktaya ulaşır. Bu bağlamda, Emrah Yücel'in yaklaşımını ve simetriyi sürekli olarak yakalama çabasını özellikle takdir ediyorum. Bu, gerçekten zor bir başarı ve onun bu konudaki ustalığını çok başarılı buluyorum.

Farklı olmak, aslında benim çıkış noktam; farklı bir şey yapmak. Bu, biraz da kibirli yanımı törpülemek için yaptığım bir şey. Farklı olmak zorundayım ki, insanlar ona göre bir beğeni ortaya koysunlar. Ayrıca, bir de vazife tarafı var: Sanatçı, sanatçılar bir şey demeli. Yani, burada geçenlerde bir yazıda okudum: Çok 'ponçik', yani hoş ve güzel şeyler yapıyor. O Polyanna tarafı da yansımış, hoş güzel şeyler yansımış ama işte bir 'dert' olacak. Derdim olacak, yapacağız; yoksa o, sadece dekor olur, boşta duran bir şey haline gelir.

Sen bana bir şey söylemelisin, ya da orada benim duygularımı manipüle etmelisin. Benim duygularımı manipüle etmiyorsa, bana bir şey söylemiyorsa, beni aldatmıyorsa ya da benim içime girmiyorsa, niye yapıyoruz bu işi? Niye yazıyoruz bu şiirleri? Neden inandığımız kitaplar, süslü güzel kelimelerle sert bir şekilde söylüyor? Bizim inandığımız kitap, niye sürekli bir şeylere yemin ediyor? Anlatımı güçlendirmek için. Çünkü bunlar önemli; bizi manipüle ediyorlar.

Vazife, bir şey yapmalı, bir şey de anlatmalı. Şunu fark ettim ki; müzik olarak ele alırsak, atölyede işlerimi yaparken Chopin dinliyorum, Vivaldi dinliyorum. Onlar bana eşlik ediyor. Ama ben kız arkadaşımla kavga ettiğim zaman, Neşet Ertaş dinliyorum. Yani, Vivaldi bana ancak eşlik edebilir. Ama Neşet Ertaş'la acımı, sevincimi paylaşabilirim. Bu paylaşımımı da sanata aktarmam lazım. Paylaşımcı insanları da göstermem lazım. Seversiniz, sevmezsiniz. Bir şeyin taklidini yapamam; Parisli bir ressamın taklidini yapamam, beceremem, ben de güzel durmaz. Neşet Ertaş, Aşık Veysel; bu toprakların insanına yakışır. Sevgilimizle yaptığımız kavgayı, biz ancak Neşet Ertaş'la, Müslüm Gürses'le yaşarız. Bunun suçlusu da biz değiliz. Müzikle alakalı konuyu biliyorsunuz: Müziği dinlerken mutluluk hormonu salgılıyoruz. Niye? Çünkü sonraki notayı ya da gamı bilme kabiliyetiyle alakalı bir şey değil. Beyin, o sonraki notaları tahmin edebiliyorsa, mutluluk hormonu salgılıyor. Bu toprakların insanı, Vivaldi dinlerken bu hormonu salgılayamaz.

Dolayısıyla, özellikle benim anlayışımda, evrensellikle alakalı konuya çok fazla katılamayacağım. Benim dertlendiğim, yaşadığım şey sonucunda evrensellik olabiliyor. İnsanı insan yapan değerlerle alakalı olarak, ortada bir yerde buluşabiliriz.

- Bu konuyu özellikle sormak istiyorum çünkü dünya üzerinde herhangi bir kültürden bahsetsek bile, kendi yerel kaynaklarına başvurmadan ve oradan beslenmeden ilerlemenin mümkün olmadığına dair başka bir örnek bulunmuyor. Bu, evrensel bir gerçeklik gibi duruyor. Sizin çalışmalarınız ise, bu konuya doğrudan bir örnek teşkil ediyor. Yazımda da bu yüzden sizin üzerinizden yorum yapma gereği duydum. Çünkü siz, modern sanatta sadece bir dekorasyoncu olmanın ötesine geçip, kimsenin cesaret edemediği veya dokunmadığı alanları yorumluyorsunuz. Bu süreçte kendi yerel unsurlarınızdan nasıl beslendiğinizi ve bu benzersiz yolculuğun sizi sanatınızda nasıl bir noktaya taşıdığını daha detaylı anlatabilir misiniz?

Bizim asıl problemimiz şu biz, yani bizden önceki kuşaklar tarafından Türk resmi adına ciddi emekler harcanmışken, popüler kültürün önümüze serdiği akımlarla, şunlarla bunlarla - adına ne derseniz deyin - ben, işbirliği kelimesini ağzıma almıyorum. Çünkü bu, benim değil; sizlerin, yani sanat tarihçilerinin işi. Onlar bu akımlara adını koyar. Hatta 'Sen ne yapıyorsun? Bu yaptığın şey resim mi, heykel mi, enstalasyon mu?' diye sorduklarında bile cevap vermiyorum. Koreografi sanatçısıyla, ressamla vb. hiç ilgilenmiyorum. Benim yaptığım işe onlar bir ad koysun; sonuçta bu, onların işi. Ben sadece ürünü ortaya çıkardım. Benim sadece ortalamaya yönelik tercihlerim var.

- Genellikle tipografi, yüksek sanatın bir parçası olarak görülmez ve çoğunlukla grafik tasarımın bir dalı olarak kabul edilir. Ancak, tipografinin ifade gücü ve estetik değeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce tipografi, sanatsal anlamda daha derin bir değere sahip olabilir mi?

Cevap aslında hazır; kaligrafi ile ilgili bu kadar net konuşulamaz. Grafik sanatlarda kaligrafi biraz daha özgün bir yer tutuyor ama tipografi konusunda, o bahsettiğiniz ruhsuzluk var. Yani, tasarlanmış bir şeyin sonsuz bir şekilde tekrarı söz konusu. Kaligrafi ise böyle değil; içinde hayata dair öğeler, hatalar ve insana dair çizgiler bulunuyor.

- Kaligrafi ile tipografi arasındaki farka dikkat çekiyorsunuz. Siz aslında kaligrafi uyguluyorsunuz, tipografi değil. Bunun yanı sıra, tasarım elementlerini sanatla harmanlıyorsunuz; çizgiler ve formlar kullanıyorsunuz. Yüksek sanatı tanımlayan öğelerden biri de biyometri ve matematikten geliyor. Siz, kendi el yazınızı eserlerinize entegre ederek, uzun yıllardır bu yöntemi benimsiyorsunuz. Ancak sizin diğerlerinden ayıran önemli bir nokta var: El yazınızı bir resim elementi olarak kullanıyor, sadece bir tamamlayıcı ya da duyguları güçlendirici bir araç olarak değil. Bu süreçte, sanatınızda bu iki unsuru birleştirme fikri nasıl oluştu? İlk etapta bu konuda ne düşünmüştünüz?

Tabii ki dert olmuştu ama kafamda tasarlayıp, 'Burayı da böyle yapalım, bu da böyle olsun, bunun da kavramsalını sonradan yazarız,' diye hiçbir şey olmadı. Örneğin, hani üzerine çok iyi hikayeler de çok bilindiği için değişik bir örneği veriyorum: Yusuf Suresi'nde ilk yaptığım çalışma, niye bu kadar sure varken Yusuf Suresi'ni seçtim? Bütün semavi dinlerde anlatılan tek hikâye olduğu için. Dolayısıyla, minik de olsa bir evrensel boyutu var; bu bir. İki, kitap bu coğrafyanın insanlarının çoğunun inandığı kitap diyor ki 'Şimdi sana kıssaların en yükseğini anlatacağım.' Demek ki, kıssaların en güzeli bu. Hikayeleştirilebilecek bir şey.

Rahmetli babamın ölmeden beş dakika önce bana söylediği şey, 'Oğlum, hayatta her şey var; lütfen şaşırma,' oldu. 44 yaşında bir adam ölüyor; 44 yıl boyunca biriktirdikleriyle, yaşadıklarıyla dolu bir adam, son anında 'Şaşırma,' diyor.

Herhalde, hiçbirimiz daha önce ölmediğimiz için o son anı tam anlamıyla bilemeyiz. Ama hem baskın olan şey buymuş ve sadece bir enteresan. Hayatta her şey olacak. Bunu bir yerde, bir şeyde işleyebilirsin. Konsept, çok güzel bir menkıbe olur.

Geçmişte protokole alışmıştım; babamın Bartın ahalisi de belediye başkanlarının yanında büyüdüm. Biraz daha rahat bir halim var. Özellikle protokolle alakalı, babam sayesinde normalleştirdiğim insanlar.

- Babanızın görme engelli olduğunu öğrendiğimde, söylediği son sözlerin ağırlığı daha da arttı benim için. Ölümün eşiğinde, muhtemelen kendi sonunu hissederek, senin için seçtiği bu sözler, onun ne kadar değerli bir mentör olduğunu gösteriyor. 'Hayatta hiçbir şey seni şaşırtmasın' demesi, hayatını görme engeliyle geçirmiş birinden gelen güçlü bir mesaj. Acaba bu durum doğuştan mıydı, yoksa sonradan mı gelişti?

12 yaşında arkadaşıyla beraber -şu an Bartın Belediye Başkanı olan kişiyle- ava gidiyorlar. Av sırasında erken hareket edilmesi sonucu meydana gelen bir kaza sonucunda babam görme engelli hale geliyor; yani bu durum doğuştan değil. Rahmetli, iyi bir eğitim almış, hiç geri kalmamış ve kendini geliştirmiş. Eczacıbaşı'nda çalışmış. Daha sonra Bartın'a dönüyor. Eski, fişli santraller vardı; fişleri bir yerden söküp diğerine takılan santraller. Santral görevlisiydi. Eskiden rehberler yoktu, bütün Bartın'daki telefon numaralarını ezbere bilirdi. Enteresan bir adamdı.

Babamdan çok şey öğrendim açıkçası. Ancak babam varken, onun kusuru üzerinde konuşulmaması gerektiği yönünde bir düşünceye kapıldım. Bir kusur varsa, onun üzerine düşünülmemeli. O yüzden, mesela, Aşık Veysel'le babam öldükten sonra tanıştım. Çünkü babamın kızacağını düşünürdüm. O çocuk kafasıyla böyle düşünürdüm. Aşık Veysel gibi başka kusurlu olan meşhurlardan hiç bahsedilmezdi. TRT'de Aşık Veysel çıkınca televizyon kapatılırdı. O yüzden şimdi, devam eden bir çalışmamda, Aşık Veysel'i ve şu ana kadar yazdığı bütün türkülerini yazıyorum; ama gözle birlikte, yani bir göz var, görme engelli bir göz gibi damlatılmış. Gören bir göz yapmışım, rengarenk; hele aşk ve sevgi insanı için, benim için, çok önemlidir.

- Sanat eserlerinde kullanılan malzemelerin önemine ve onların sanatçı tarafından nasıl ele alındığına dair bir konuşma açmak istiyorum. Özellikle, denim gibi gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız malzemelerin sanat eserlerine dönüşüm süreci ilgimi çekiyor. Geleneksel Türk resminden enstalasyonlara, hatta doğrudan heykel formunda çalışmalara kadar birçok örneğin var olduğunu biliyoruz. Ancak, sanatçının kendi eliyle yarattığı ve belki de siyasi mesajlar taşıyan, fakat aynı zamanda malzemenin kendine has özelliklerini de ön plana çıkaran nadir eserler hakkında konuşmak istiyorum. Günümüzde sanayi üretimiyle ortaya çıkan, sayıca çok fazla ve belki de bu yüzden derinliğinden bir şeyler kaybeden işlerin aksine, bu tür özgün eserlerin kıymeti ve derinliği üzerine düşünceleriniz nelerdir?

Ayıran-Furkan, 2023, Karışık Teknik

Siz insan elinin mutlaka değmesi gerektiğini düşünüyorsunuz.?

- Heykelcilik, fiziksel bir sanat formudur. Şimdi, heykellerin genellikle taştan yapıldığını söylemeyeceğim; ancak bir heykel yaptığınızı düşünün. Ve bu heykeli, kendi ellerinizle şekillendiriyorsunuz. Bu süreç, özellikle benim için, büyük bir özveri ve emek gerektiriyor. İşte bu noktada, kendi deneyimlerimden yola çıkarak, heykeltıraş arkadaşlarımın aylar süren yoğun çabalarıyla bir heykeli nasıl hayata geçirdiklerine tanık oluyorum. Günümüzde ise, 3D çizimler ve bunları gerçeğe dönüştüren yazıcılar sayesinde de heykeller üretilebiliyor. Türkiye'deki sanat eserlerinin büyük bir kısmı, ne yazık ki, bu şekilde üretiliyor. Örneğin, Zeytinburnu'ndaki atölyelerde de benzer yöntemlerle üretilen eserler mevcut. Bu durum, sanatın maliyetini düşürse de ortaya çıkan eserlerin özgünlüğü ve değeri konusunda bazı soru işaretleri yaratıyor. Sanatın bu kadar kolaylaştırılmasının, sonuçta ortaya çıkan eserler arasında belirgin bir fark yaratması gerektiğini düşünüyorum.

Teknolojiyi kullanarak özne ile nesneyi bir araya getirmek benim için en önemli unsur. Özne ve nesne arasındaki uyum olmazsa olmazım; sadece uymuş gibi değil, gerçekten uyumlu olmalı. Mesela, Furkan suresi üzerine bir eser yapıyorsanız ya da 'Furkan' kelimesini temel alıyorsanız, hat sanatıyla hak ile batılı birbirinden ayırmanız gerekir. Eğer bu süreç böyle geliştiyse, yazıyı ortadan ikiye bölmelisiniz. Bu, bilinçli bir tercih olmalı. Böylece, izleyiciyi çekmek için çok ciddi bir yöntem kullanmış olursunuz. Bu, benim sıkça başvurduğum bir yöntemdir.

- The Calligraphy and Learning Resources Society'nin master programı hakkında konuşalım. Bu programın dünya sıralamasında altıncı sırada yer alma hedefi oldukça ilgi çekici. Programın detayları ve önemi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Dünyada kaligrafi ile ilgili iki ana kuruluş bulunmakta: biri Londra'da, diğeri ise Amerika'da yer alıyor. Her iki kuruluş da el yazısını bir üst seviyeye taşımayı hedefliyor. Kaligrafi dünyası büyük ölçüde ikiye bölünmüş durumda: Avrupa tarzı ve Angles yazısı olarak bilinen İngiliz el yazısı. Bu yazı türünün kökeni özellikle Amerika'da. Kendimi bu yazıya daha yakın hissettiğim için derneğe başvurdum. Dernek, her yıl burslar düzenliyor ancak ben bu burslardan hiçbirini kazanamadım. Şu an yaşayan en büyük kaligrafi ustası Jones College'dır. Amerikan donanmasında ve Beyaz Saray'da yıllarca çalışmış, müthiş bir kişilik ve kaligrafi sanatçısıdır.

Eskiden, sosyal medyanın bu kadar gelişmediği zamanlarda, herkes herkese rahatlıkla cevap verebiliyordu. Şimdi ise cevap vermeyenlere hak veriliyor. Ben de bazen insanları kaçırıyorum. Bana, “Kendin bize bir şey öğretmelisin,” dedi. “Dosya ile buraya gelemeyeceğini, bunu alamayacağını, parasını da veremeyeceğini ve uçak biletinin hazır olamayacağını söyleyemezsin. Sen bize bir şey öğretmelisin.” Peki, ne öğreteceğim? Siz kitaplar yapıyorsunuz, müthiş kağıtlar yapıyorsunuz. Siz Türkler kağıt terbiyelemeyi çok iyi biliyorsunuz. Gel, bize burada kağıdı öğret. Ben, 3 sene boyunca onlardan yazıyı öğrendim. İlk önce Türk kağıdının, kırpık kağıdın nasıl yapıldığını, daha sonra kağıt muhallebilemeyi, yani terbiyelemenin ne olduğunu öğrettim. Daha sonra da bir yıl boyunca Bergama'da parşömen kağıdının nasıl yapıldığını öğrendim. Bir yıl çalıştıktan sonra gittim ve Amerikalılara bunu öğrettim. Karşılığında onlardan yazı öğrendim.

- Bu master programının sonucunda ne tür bir kariyer yolu veya fırsatlar ortaya çıkabilir?

Master programıyla ilgili olarak, kaligrafinin elle yazılma yönüyle bir süre önce ilgilenmişken, artık kendimi daha çok dijital ortama ve Avrupa'nın yazı karakterine yönelik bir Latin versiyonunun kullanılmasına kaydırdım. Bu yöntemin, görsel anlamda izleyiciyi daha fazla manipüle ettiğini keşfettim. İlk bakışta okuma zorluğu gibi görünen, ancak yakından incelendiğinde kolayca okunabilen bir yazı tarzı geliştirdim. Bu, uzaktan bakıldığında Arapça gibi görünen ancak yaklaşıldığında okunabilen bir yazı tarzıdır. Bu yaklaşım, izleyiciyle çok ilginç bir bağ kurmama olanak tanıdı ve istediğim bir metni onlara rahatça okutabilmemi sağladı. Bu durum, beni gerçekten mutlu etti.

- Master programındaki kaligraf ustaları Türk kültürüne ve özellikle hüsnühat gibi geleneksel Türk kaligrafi sanatına nasıl bir yaklaşım sergiliyorlar? Bu sanat dallarını kültürümüzün bir parçası olarak mı görüyorlar?

Bizim yazı sanatlarını uygulamamızla onların yaklaşımları arasında ciddi bir fark var. Onlar için yazı, kalemden çıktığı gibi olmalı; yani yazının çıktığı haliyle kullanılması esastır. Ancak bizde, tashih denilen bir temizleme süreci vardır ve yazının ilk haliyle kullanılması bizim kültürümüzde bir saygısızlık olarak görülür. Onlar yazıyı bir iletişim aracı olarak görürken, biz yazıyı daha çok manevi bir unsur olarak değerlendiriyoruz.

- Kaligrafi bizim kültürümüzde aslında bir tür resim sanatı olarak mı değerlendiriliyor?

Sonsuz Düzen, 2023, Karışık Teknik

Alfabelerimiz arasındaki temel farklara bakacak olursak, bir yandan Fenikelilerden bu yana soğuk coğrafyalara doğru ilerleyen ve daha sert, köşeli bir form kazanan Latin alfabesi bulunuyor. Öte yandan, Ortadoğu coğrafyasından, Aramice'den türeyen ve çöl kumlarından ilham alınarak geliştirilmiş, daha akıcı bir yazı sistemimiz var. Bu yazı sistemi sağdan sola doğru akar, yani dış dünyadan insanın iç dünyasına doğru bir yönelim gösterir.

Bu da yazının daha yavaş yazılmasını gerektirir; çünkü insanın kendi içine doğru çektiği çizgiler genellikle daha titrek olur, dışarıya doğru çekilen çizgiler ise daha net ve keskin çıkar. Bu durum, yazma hızımızın bile Latin alfabesini kullananlardan farklı olmasına neden olur; çünkü bizim yazımız soldan sağa değil, sağdan sola doğru akar. Geleneksel sanatlarda fırçanın çekilme yönü de bu doğrultuda olup genellikle içe doğru çekerken, daha modern sanatlarda ise genellikle dışa doğru bir çekim söz konusudur.

- Türk kaligrafisini yabancı kaligrafi ustaları daha çok Türk kültürünün bir parçası olarak mı görüyorlar, yoksa Arap kökenli bir unsur olarak mı değerlendiriyorlar?

Biz 'hat yazısı' adını koyduk ama hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Ben şuna inanıyorum, siz de akademisyensiniz, bir şey eğer size aitse, onun terminolojisini sizin oluşturmanız lazım. Eğer hâlâ yurt dışında 'İslamik kaligrafi' deniliyorsa, kusura bakmayın. Türklerin bu yazının ağabeyi olduğunu bilenler, bu yazıyı kullanan insanlar; Suriyeliler, Arap coğrafyası, onlar hâlâ buraya geliyorlar, yazıyı öğrenmeye. Mürekkebimiz Almanya'dan, kağıdımız Nepal'den, kamışımız İran'dan... Şimdi gelinen noktada görüyoruz ki, dünyada düzenlenen yarışmalarda Suriyeliler, Birleşik Arap Emirlikleri artık çok daha ilerlemeye başladı. Maalesef ki, yazıyı da öldürüyor. Bunun nedeni, bunu tekabül ettirememeleri. Artık bu insanlar okulu besleyemediler, bıktılar, istemiyorlar. Hiç değilse makro yazıyı görmek istiyorum ben, elimde farklı bir şey görmek istiyorum. Bak, bıktılar hep aynı şeyi görmekten. İncittik. Bugün yaşayan bir hattatın popüler bir yazısı 500.000 dolar iken, Kemal Vatan'ın yazısı 10.000 dolar.

- Türkiye'deki en pahalı tablolar modern sanat tabloları değil.

Şöyle ki hat sanatı eserlerinin değeri konusu; Mustafa Rakım öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılır.

- Emrah Yücel'in sanat eserlerini, hem resim hem de heykel ögelerini içeren enstalasyonları dikkate alındığında, hangi sanat akımı veya kategorisi altında değerlendirebiliriz?

Tuva, 2023, Karışık Teknik

Dediğim gibi, bu konu kesinlikle net bir şekilde tanımlanamaz. Çünkü zaman zaman ilginç durumlarla karşılaşıyorum. Yurtdışına eser götürdüğümde, bazıları eserlerimi resim olarak, bazıları ise heykel olarak sınıflandırıyor.

- Bir eserin boyutlu olması, onu otomatik olarak heykel kategorisine sokar mı? Yani, boyutlu eserlerin tümü heykelin tanımına uyar mı?

Duvarda ve boyutlu olması heykel olması için yeterli değil gibi geliyor bana.

- Üzerine işlenmesi var ama…

Bana sormuş olsalardı belki.

- Enstelasyon olması kesin diyebilir miyiz?

Enstelasyonda da bulunduğu yerle iletişime geçmiş olması gerekiyor. Yani vali konağına bir şey yapacaksak Nişantaşı’yla alakalı oranın bir parçasıymış gibi olmalı.

Kimi heykel üretiyorum diyerek hareket ediyor. Sonuçta baştan karar vererek hareket ediyor sanatçı, böylece onun amacı belli oluyor. Yani ben heykel yapıyorum diyor zaten. O yüzden de kaide oturtuyor, boşlukta sergiliyor vesaire vesaire ama yani seninki daha ara bir formül gibi.

Ben neyim, ne yapmak istiyorum, neleri becerebiliyorum, eksiklerim ne demeli bir sanatçı. Özellikle önü arkası belli olan geleneksel sanatlarla ilgili bir uğraş içerisindeyse. Minyatür sanatını icra ediyorsanız Farsça’yı bilmek zorundasınız. Hat sanatçısıysanız, Arapça'yı bilmek zorundasınız.

- Atölyenizin adının “Karanlık İşler” olmasının sebebi nedir? İsim, mizahi bir ifade taşıyor olabilir mi, yoksa arkasında başka bir anlam mı var?

Bir şeyin zıttı aslını hatırlatır anlayışıyla, yani ben bana ilk soruduğunda bu soruyu, niye karanlık işler atölyesi? Aydınlığı hatırlatsın diye dedim.

Röportaj: Hande İpekgil

Instagram 

Threads

X

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi