Kuşatmanın şiddetinin artarak devam ettiği günlerden birinde, dolunay vakti olmasına rağmen ay tutulması gerçekleşmişti. Bu tutulmanın her iki taraf için önemli anlamları olmuştu.
Romalılar gökyüzünde dolunay olduğu zaman şehrin düşmeyeceğine inandığı için gökyüzünde yaşanan bir ay tutulması onların moralini bozmuştu.
Eski bir Türk inancına göre ise, ay tutulduğu vakit davullar çalınarak gürültü çıkarılarak ay esaretten kurtarıldı. Tabi çıkarılan sesleri bir şenlik sanan Romalılar yaşananları kötüye yorup büyük bir dini tören düzenlediler.
Dini tören için toplanan tören alayı, Kutsal Meryem Ana ikonunu dışarıya çıkararak şehir sokaklarında dolaştırmaya başladılar. Halk kapılarının önünden geçen bu ikonun önünde diz çöküp, Tanrının kendilerine merhamet etmesi için yakarışta bulunuyorlardı.
Ancak kurşun kadar ağır olan Meryem Ana ikonu yere düşünce ve ardından bastıran şiddetli bir yağmur sonucunda tören yarıda kesilmek zorunda kalmıştı. Bu durum ise telaşlanan halkın iyice korkmasını sağlamaya yetmişti.
Ertesi gün gökyüzünü kaplayan sis ile birlikte halk, daha da telaşlanmış, iyice karamsarlığa düşmüş ve Tanrının kendilerini terk ettiğinin işareti olarak görmüştü.
Sis kalkıp da Ayasofya kubbesinde görülen garip ışıkla birlikte insanlar, Ayasofya’yı ve şehri koruyan kutsal meleğin orayı terk ettiğini düşündüğünden olsa gerek en ufak doğa olayını bile uğursuzluk sayıp paniklemeye devam etmişlerdir.
Ayasofya'nın gerek iç süslemeleri gerek uzunluk ve genişlik ölçüleri normal bir kiliseden çok farklı olması, Hıristiyan dünyasının bu yapıyı insanüstü güçlere bağlamasına neden olmuştur. Bu durum dini inançla birleşinceyse Ayasofya'nın, orta çağ mistisizminin bir sembolü olmasını sağlamıştır.
29 Mayıs 1453’te kulelere asılan Osmanlı bayraklarıyla şehrin düştüğü kesinlik kazanmıştı. Kule ve burçlardan teker teker inen Venedik aslanı ve roma kartalı bulunan bayrakları gören halk ise son kehanetin gerçekleşeceğine inanarak akın akın Ayasofya’ya koşmuştu.
Halkın son ümidi olan bu son kehanete göre, düşman şehre girdiğinde sadece çemberli taşa kadar gelebilecek, tam o sırada gökten bir melek elinde “adalet kılıcı” ile gelerek herhangi birine elindeki kılıcı vererek onu kutsayacaktı. Ve bu kurtarıcı düşmanları şehirden temizleyecekti.
Büyük bir azim ve delaletle düşürülen şehre girerek, yanındaki insanlarla büyük kilise Ayasofya'ya doğru ilerleyen padişahın kaynaklarda anlatılana göre, Ayasofya'yı görünce çok etkilendiği ve kubbelerine çıkarak şehri seyrettiği söylenir.
Mabede girerken yapının karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen padişah, içerideki halkı görür ve askerlerine şehir halkına, kadın ve çocuklara kötü bir tavır takınmamalarını emrederek içeride bulunan insanlara serbestçe evlerine dönebileceğini söyler.
Fetih sonunda camiye dönüştürülen Ayasofya'da, yanındaki birisine ezan okumasını söyleyen padişah, burada şükür namazı kılmıştır. Fatih sultan Mehmet, şehri aldıktan sonra ilk cuma namazını Ayasofya'da kılmıştır. Hutbeyi ise Akşemsettin'in okuduğu söylenir.
Gerek dışı gerek içi ile görkemli olan Ayasofya, her dönemde önemini koruyan ve günümüze kadar ulaşan bir yapı olarak karşımıza çıkar.
Bu yapı yazımızda da anlattığımız üzere Roma ve Osmanlı açısından; dini mabed olarak kullanılması, koruyuculuk arz etmesi ve zaferin bir sembolü olarak kabul görmesi gibi birçok yönden önem arz etmektedir. Günümüzde cami olarak kullanılan bu yapı hala herkesin ilgi odağı olmaktadır.