Tarih Boyunca Kullanılmış 6 Sıra Dışı Biyolojik Silah

Biyolojik silahların uzun ve korkunç bir geçmişi vardır. Eski dönemlerde bile, bilim ve teknoloji tam olarak anlaşılmadan önce insanlar biyolojik silahlardan yararlandılar. Gelin bunlar hangi yöntemlermiş inceleyelim.

MÖ 184 civarında Bergama Kralı (Eumenes II) ile savaşırken Kartaca generali Hannibal'in biyolojik silahlardan yararlandığı söyleniyordu.

Bu olayın ana kaynağı Romalı biyografi yazarı Cornelius Nepos'un Seçkin Komutanların Yaşamları adlı eserine dayanıyor.Bu kaynağa göre yeterli konvansiyonel silah kaynağına sahip olmadığını fark eden Hannibal, birliklerine ölümcül zehirli yılanlar toplamalarını emretti.

Daha sonra yılanları toprak kaplara koymalarını ve düşmanın gemilerine atmayı emretti.

Nepos'a göre düşmanın Hannabil'in  gemilerinden fırlatılan saksıları gördüklerinde ilk tepkisi kahkahaydı. Ancak yılanlar gemilererine geldiklerinde aslında oldukça etkili silahlar oldukları ortaya çıktı. Yılanlar öyle bir dehşete ve kargaşaya neden oldu ki Eumenes'in filosu geri çekildi.

Modern bilim ve teknolojinin gelişmesinden önce özellikle popüler olan biyolojik savaş yöntemlerinden biri, su kaynaklarını kirletmekti.

Bu, en yaygın olarak kuyulara madde veya cesetler atılarak yapıldı. Yöntem oldukça etkiliydi çünkü ölümcül hastalıkları ve enfeksiyonları bir düşman bölgesinin etrafına yaymanın hızlı ve kolay bir yolunu sunuyordu.

12. yüzyılda yaşamış ve bu yöntemi uygulamış Kutsal Roma imparatoru Frederick Barbarossa bu olayın en bilindik örneklerinden biridir.

İtalya'nın Tortona kentinde ilk İtalyan Seferi sırasında çürüyen cesetleri düşmanının kuyularına atmıştır. Daha sonra çürüyen cesetlerden gelen zararlı bakteri ve mikroplar suya karışmıştır ve Barbarossa'nın düşmanları kuyudan içtiğinde çok hastalanıp ölmüşlerdir.

İddialara göre, 14. yüzyılda Moğol İmparatorluğu'nun düşmanlarını yenmek için veba hastalığına neden olan Yersinia pestis bakterisini kullanmışlardır.

Bu iddia İngiliz tarihçi David A. Quammen'in 'The Chinggis Khan' adlı kitabında yer alan bir teoriye dayanmaktadır. Quammen'e göre, Moğol İmparatorluğu lideri Cengiz Han ve ordusu, kuşatma sırasında salgın hastalıkları kullanarak düşmanlarını etkisiz hale getirmiş olabilirler.

Bazı tarihçiler Cengiz Han'ın ordusunun kuşatmalar sırasında cesetlerin üzerine veba taşıyıcıları olan fareleri fırlatmış olabileceği teorisini desteklediler.

Ancak bu olayın yaşandığına dair kesin bir belge ya da kanıt bulunmuyor.

Biyolojik savaşın en büyük örneklerinden biri çiçek hastalığının 18. ve 19. yüzyıllarda ingiliz sömürgeciler tarafından Yerli Amerikalılar arasında kasıtlı olarak yayılmasıydı.

Hastalığın yayılması ve çok sayıda ölüme neden olması umuduyla yerli kabilelere hastalık bulaşmış battaniyelerin verildiğine dair teoriler bile var.

Bazıları hastalığın Yerli Amerikalılara doğal yollardan yayıldığını iddia etse de aksini gösteren ikna edici kanıtlar vardır.

Örneğin, milis kaptanı William Trent'in günlüğüne göre, İngilizler Yerli Amerikalılara] çiçek hastalığı hastanesinden iki battaniye ve bir mendil verdiler ve bunun istedikleri etkiyle sonuçlanacağını umdular.

Napolyon savaşları sırasında 1809 yazında İngiliz birlikleri Scheldt Nehri'nin ağzındaki bir ada olan Walcheren'i işgal etmiştir.

Alçak ve bataklık olan ada yeri hastalığa yatkın hale getirmiştir. Aynı zamanda sürekli düşen ve artan su seviyeleri nedeniye hastalıklar da yaygındı. Kanıtlara göre daha önce gerçekleşen bir Fransız seferi sırasında birliklerin yaklaşık yüzde 80'i ateş nedeniyle ölmüştü.

Napolyon ve ordu komutanları sıtmayı İngiliz birlikleri arasında yaymak için adayı kasıtlı olarak sular altında bırakmış ve ölmelerine sebep olmuştur.

Hatta kaynaklara göre Napolyon “İngilizlere yakında hepsini yutacak olan ateşten başka bir şeyle karşı çıkmamıza gerek yok' demiştir. Hastalığın etkileri yıkıcıydı. Ağustos ayının ilk günlerinde 700 erkekte hastalık vardı, ancak Eylül ayının başlarında 8.000'den fazlası kişi hastalandı. Sonunda hastalığın etkileri onlara o kadar zarar verdi ki İngilizler savaştan vazgeçmek zorunda kaldılar.

Birinci Dünya Savaşı sırasında birçoğu yıkıcı etkilere sahip olma potansiyeline sahip birkaç gaz kullanılmış ve test edilmiştir. Bunlardan en bilineni ise hardal gazıdır.

Gaza bu ismin verilme nedeni ise kokusunun hardal, sarımsak ve yaban turpu gibi kokmasıydı. Hardal gazı ilk olarak Temmuz 1917'de Belçika'nın Ypres kentinde kullanıldı. Askerler ayaklarının etrafında parıldayan bir bulut gördüklerini söylediler. Ne yazık ki askerler için hardal gazı son derece ölümcül olmuştu çünkü gaz sadece teneffüs yoluyla değil aynı zamanda cilt yoluyla da emilebiliyordu.

Bu gaz cildin kızarmasına ve kabarmasına neden oluyordu ve insanlar çok fazla miktarda gaza maruz kalırsa kör bile olabiliyorlardı.

Vücudun herhangi bir bölgesi ıslaksa hardal gazının etkileri daha da risk teşkil ediyordu. Bunun nedeni, hidroliz adı verilen kimyasal bir reaksiyonun çok hızlı bir şekilde hardal gazı ile tepkimeye girmesiydi. Gaz ölüme sebep olduğu zamanlar ölümleri hızlı ve acısız olmanın aksine ölmeleri yaklaşık altı haftayı bulabilen oldukça acılı bir süreçti.

Bunlar da ilgini çekebilir:

Bilim İnsanları Bize En Yakın Kara Deliğin Tekrar Aktif Olduğunu ve Giderek Yoğunlaştığını Açıkladı
Laboratuvarda Üretilen Tavuk Etinin Satışına Onay Verildi!
Araştırmacılar İnsanları Tedavi Etmek İçin Vücudun İçinde Dolaşabilen Küçük Bir Robot Yarattı

Popüler İçerikler

18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Türkiye'ye Gelir mi? Suudi Arabistan'da Forma Giyen Cristiano Ronaldo'dan Değişim Kararı
YORUMLAR
01.07.2023

Dünya üzerinde sadece ülkemiz topraklarında (Trabzon ve çevresi) bulunan deli bal da biyolojik silah kullanımının ilk örneklerindendir. Hatta ilk örnektir. MÖ 401'de Atinalı tarihçi ve ordu komutanı Xenephon tanımlamıştır.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ