Susma! Sustukça Sıra Sana Gelecek!

Üç yaşıma kadar konuşmamışım ben. Annemle babam telaşlanmışlar. Beni konuşturmak için çok çaba göstermişler. Önce doktora götürmüşler, sonra da hocaya okutmuşlar. “Mamma, babba, dedde” demeye başladığımda heyecanlanmışlar.

Dört yaşımda konuşmaya başlayınca pek sevinip eşe dosta duyurmuşlar. Sevinçleri uzun sürmemiş. Çünkü ben çok durmadan sorular sormaya başlamışım. Ne söylersem “hı hı!” ne sorarsam “tamam” demişler. Bir süre sonra oflayıp puflamaya başlamışlar.

Babama bir şey anlatmak istediğimde babam “şimdi tarladan geldim yorgunum, git annene anlat” dermiş. Annemle konuşmak istediğimde annem “şimdi yemek yapıyorum, git babana söyle” diyerek başından savarmış.

Dört yaşımdayken bana “sus artık, yeter!” diye bağırdıklarını hatırlıyorum. Misafirliğe giderken annem “bak orada bir şey isteyip beni rezil etme!” diye sıkı sıkı tembihlerdi beni.

İlkokula başladığım ilk gün sıraya geçtik. Bir gün okul müdürü sert bir sesle “susuuun!” diye bağırınca çok korkmuştum.

Beş yıl boyunca öğretmenimiz “kesin sesinizi, susun, konuşmayın!” demekten bıkmadı, biz de konuşma isteğinden vazgeçmedik.

Ortaokulda bir şeyler anlatmak için konuşurken büyüklerim “ne biçim konuşuyorsun, susar mısın?” dediler.

Lisedeyken her öğretmen kendi dersinin öneminden dem vurup susturdu beni. Leyla ile Mecnun’un aşkını öve öve bitiremeyen edebiyat öğretmenim bırakın konuşmamı, bir kıza baktığımda bile yapıştırdı tokadı gözümün tam üstüne. Bir genç olarak şimdiki duygularımın M.Ö. yaşamış insanların duyguları kadar önemi yoktu.

Lisede her sabah güne müdür yardımcılarımızın “susun oğluuum, kızım keser misin konuşmayı!” sözleriyle başlıyorduk. Derslerde hep susturulduk. Hocalarımız dolu testi, biz ise boş bardaktık. Hep onlar konuşarak dolduruyorlardı içimizi.

Öğleden sonraları eve geldiğimde annem “misafirler var, onların yanında fazla konuşma!” derdi. Tek umudum akşam işten gelecek babamdı. Yemekten sonra televizyonun karşısına otururdu. Bir şey sorduğumda gözlerini televizyondan ayırmadan “yavrum susar mısın, görmüyor musun haberleri izliyorum!” derdi.

Odama giderdim. Yatağa girer, yorganı başıma çekip sessizce ağlardım. Gözyaşlarımı sadece yastığım bilirdi. Bu sırada odalarına çekilirken babamın anneme “hanım Allah’a şükür evladımızın hiç derdi yok değil mi?” dediğini duyardım. 

Ben onların fısıltı halindeki konuşmalarını duydum ama onlar ne benim konuşmalarımı duydular ne de odamda yorganın altında attığım sesiz çığlıklarımı...

Bir gün babam bana bir şey sorduğunda boğazım düğümlendi. Cevap veremedim.

Annem “neden konuşamıyorsun yavrum?” diye sordu. Okulda da öğretmenler beni tahtaya kaldırdığında çok heyecanlanır, sorularına cevap veremezdim. “Konuşsana çocuğum” diyen öğretmenlerime hayret ederdim çünkü o güne kadar beni susturup hiç beklemediğim bir anda “konuş” demişlerdi.

Üniversiteye gittiğimde biraz nefes aldım. Ailem yanımda değildi. Hocalarım da karışmıyordu bana. Birkaç arkadaş bir araya gelip gösteri yapmaya karar verdik. Hep beraber avazımız çıktığı kadar “yaşasın özgürlük!” diye bağırırken polis geldi. “Dağılın” diye anons etti. Arkadaşlarımızla kol kola girip birbirimize daha sıkı kenetlendik. 

Tüm gücümle “susma, sustukça sıra sana gelecek!” diye bağıracaktım ki bir polisin eli ağzıma yapışıp ağzımı kapatıverdi. Yine susturulmuştum.

Ben artık konuşmak istiyorum.

Nasıl olsa öldüğüm anda da çenemi bağlayacaklar...

Facebook

Instagram

Popüler İçerikler

Fatih Erbakan'dan Devlet Bahçeli'yi Kızdıracak Sözler: "Dedem Yaşında İnsan"
Dilber Yine Yürek Hoplattı: Yeni Pavyon Dansı Geldi!
Çok mu Çok İddialıyız? Brad Pitt'ten Daha İyi Oyuncu Olduğunu Söyleyen İlker Aksum Dillere Fena Düştü!