Yirmi yıl evvel bir Almanya seyahati sırasında Nürnberg’i gezerken denk geldiği oyuncak müzesinden çok etkilendiğini, gezerken kendi çocukluğuna, geçmişine düşsel bir yolculuklar yaptığını belirten şair ve yazar Sunay Akın, İstanbul Oyuncak Müzesi kurma fikrinin oluşma sürecini şöyle anlatıyor: “Oyuncak müzelerinde düşlerin ve hayallerin tarihi var. İnsan önce hayal eder sonra gerçekleştirir. Her şey hayallerle başlar. Ben bunu gördüm ve çok etkilendim. Sonra oyuncağın tarihini araştırdım. Oyuncakla ilgili kitaplar okudum. Kütüphanelerde araştırmalar yaptım ve ülkeme bir oyuncak müzesi kazandırmak istedim. Bir sanatçı, yazar olarak; gösterilerimden, sahne oyunlarımdan, kitaplarımdan, yaptığım televizyon programlarımdan kazandığım her şeyle de gördüğünüz bu oyuncakları satın aldım.”
Oyuncaklar, çocukluğu ifade etmenin belki de en güzel yoludur. O dünyanın evrensel dilidir ancak oyundan çok daha fazlasını ifade eder. Jean Piaget'nin 'Genetik Epistemolojisi'ne göre, çocukların düşüncelerinin doğuştan gelen bilgiler etrafında şekillenmesi söz konusu değil; çocukların dünyayla ilgili düşünceleri doğal bir biçimde değil, zekâları tarafından düzenlenir. Yaşla gelen değişikliklerin düzenliliği, her ne kadar bunda deneyimin bir rolü olsa da, doğuştan gelen ve edinilen donanımın etkileşimini gösterir. Bu düşüncelerinizin sizinle birlikte büyüdüğünü ve geliştiğini gösterir. Ne var ki, çocuk için asıl önemli olan, oyuncağa yüklediği işlev ve anlam, onu kullanım biçimi ve ondan aldığı haz ve keyiftir.
Bu kadar ciddi bir girişle oyuncakların o eğlenceli dünyasından uzaklaştık belki biraz ama oyuncaklardan bahsediyoruz. Sırlarımızı paylaştığımız, birlikte uyuduğumuz, korkunca sarıldığımız oyuncaklardan… Birlikte hayal kurmayı ilk onlardan öğrenmedik mi? Birlikte o gizli krallıklarda maceraya atılmayı ya da bulutların üzerindeki hayatı keşfetmeyi düşlemediniz mi? Dilleri var mıydı onların? peki ya sırlarımızı saklayabilecekleri bir hafızaları, korktuğumuzda neden koruyabilirlerdi bizleri? Yaşlandıkça her birinin yerini alan başka bir değer hayatımıza girmedi mi? Uyurken sarıldığımız o oyuncak bebeğin yerinde şimdi en sevdiğiniz yok mu? Korktuğumuzda sevdiklerimizden güç almayı, birlikte hayal kurmanın bu kadar keyifli olduğunu oyuncaklardan öğrenmedik mi?
Peki, şu anda, tamda bu yaşta neden onlara sadece eski bir dost, unutulmaya yüz tutan bir hatıra, ya da yaşınız çok daha büyükse eğer çocukların eline tutuşturulan bir oyalama aracı olarak bakıyoruz.