'Kaçış Planı'nda birlikte arz-ı endam eden aksiyon sinemasının iki efsanesi Arnold Schwarzenegger ile Sylvester Stallone, kariyerleri boyunca hep kıyaslandı. Peki siz hangi taraftasınız? Arnold'cı Erman Ata Uncu ile Stallone'ci Şenay Aydemir fena kapıştı!
ERMAN ATA UNCU
Ne kadar aşırı o kadar iyi
Baştan rengimizi açık edelim. Bu satırlar, çocukluğunu “Arnold’cu musun, Sylvester’cı mı?” sorusuyla karşılaştığında hep ilk seçeneği tercih eden birisine ait. Öyle ki artık gişe devlerinin hor görülmesi Allah’ın emri yaşlarda bile (meali ‘ergen öfkesi’) Arnold, ‘Last Action Hero’ gibi kendi kendisiyle dalga geçen oyunbaz filmleriyle radardan çıkmadı. “Niye Arnold?” sorusuna verilecek - kişisel zevklerden de öte - net bir cevap var: Filmografi! Bir tarafta gazı çoktan kaçmış ABD güzellemesi seriler (‘Rocky’, ‘Rambo’), diğer tarafta bilimkurgu tarihinin şahikalarından birkaçı; ‘Terminator’, ‘Total Recall / Gerçeğe Çağrı’, ‘The Running Man’.
Öyle ki bu iki yıldızın karşılaştırmasında filmografiye yüklenmek, biraz bel altı vurmaya eşdeğer diye itiraz gelebilir. Ama Arnold’un bilimkurgu-aksiyon klasiği olmayan filmlerinin de Stallone’nin en parlak işlerinden bile daha ilginç olmasına ne demeli? Avusturyalı vücut geliştirme şampiyonluğundan 1970 yapımı B filmi ‘Herkül New York’ta’yla sinemaya atılarak başlayan bir kariyerin uçukluğuyla hiçbir ‘Eye of The Tiger’ anı başa çıkamaz. Burada anahtar kelime ‘uçukluk’. Arnold, steroid azmanlığının hakkını veren aşırı hikâyelerde hayran kitlesini genişletirken, Stallone, sermayeyi pek de yeni bir şey söylemeyen testosteron methiyelerine yükledi.
Belki ilk ‘Rocky’ tüm o kendinden utanmayan ‘bayatlığıyla’ ilgi çekici olabilir. Ama ‘Kobra’, ‘Hürkan’ gibi Chuck Norris ya da Lorenzo Lamas da oynasa pek bir şey fark etmeyecek filmlere ne demeli? Çok da başarılı olmayan senaryo ve yönetmenlik denemeleri, 80’lerde bırakmak isteyeceğimiz bu filmleri affettirebilir mi? Arnold, rol küçük de olsa bir Robert Altman filmini, ‘The Long Goodbye’ı bile filmografisine sıkıştırabilmiş bir oyuncu ne de olsa! Birisinin çiğnene çiğnene aşınmış İtalyan-Amerikan görüntüsünün karşısında diğerinin hiç vazgeçmediği Avusturya aksanı, deli deli bakışlarıyla nasıl daha sıradışı bir karizmaya sahip olduğundan bahsetmiyoruz bile. Misal Sylvester Stallone, Arnold’un ‘Terminator 2’de “Hasta la vista baby” repliğiyle Kadıköy Süreyya Sineması izleyicilerinden aldığı alkışın benzerini kariyeri boyunca aldı mı; pek sanmıyoruz.
Sonuç; insan, kendi kendisiyle dalga geçebilmesinin meyvesini her daim alabiliyor. Özellikle de gişe devlerinden aşağısına tamah etmeyen, astronomik ücretlerle ödüllendirilmiş bir Hollywood yıldızıysanız. Arnold, oyunun nasıl oynandığını ta ‘Conan’ döneminden beri çözdüğünü hissedip kartlarını da ona göre oynamış, yeri geldiğinde görülmedik blöflerle elini genişletmiş bir Hollywood ikonu. Avusturya aksanı ve kaba görünümüyle dalga geçildiğinde bu özelliklerinin daha da üstüne gidiyor, onları performansının ayrılmaz bir parçası yapıyor. Aksiyon sinemasında inandırıcılığın iyice elden gittiği konuşulduğunda ‘True Lies’ta işin iyice suyunu çıkartıp gökdelenlerin üzerinde motosikletlerle olmadık maceralara girişiyor. Aksiyon dışında, sert mizacını ya anaokulu çocuklarıyla çarpıştırıyor (‘Kindergarten Cop’) ya da hamile bir erkeği canlandırarak şaşırtıyor (‘Ufaklık’). Kısacası Hollywood yıldızlığının ‘hayattan daha büyük olma’ şiarını tüm canlılığıyla 80’ler sonrasına uyarlıyor. 90’lardaki Hollywood kariyeri boyunca tür sinemasına postmodern ayar çeken Paul Verhoeven’in onu ‘Gerçeğe Çağrı’da jön olarak seçmesi çok da sebepsiz değil.
Ha tabii Cumhuriyetçiliği ve muhafazakâr California Valiliği’ni unutacak değiliz. Vaktiyle bir büyüğümüz, Brigitte Bardot’nun son yıllarda ülkesindeki aşırı sağa destek verecek bir kıvama gelmiş olmasının, onun zamanında cinsel devrime katkılarını görmezden gelmeye sebep olamayacağını söylemişti. Elbette ki Brigitte’le Arnold aynı kulvarda değiller. Ancak gerçek bir yıldızın kendi politik görüşlerinden daha fazlasına denk geldiğini kanıtlamak için iyi bir örnek gibi geldi bize.
ŞENAY AYDEMİR
'Makine'ye karşı insan!
Şu konuda anlaşalım, Arnold şişirilmiş kaslarıyla spor salonlarının duvarlarını süslemek dışında bir şey yapmazken Sylvester Stallone koltuğunun altında sinema tarihinin en iyi senaryolarından birisiyle Hollywood’da yapımcıların kapısını aşındırıyordu. ‘Rocky’ ile hem senaryo hem de oyuncu dalında Oscar’a aday olmayı başarabilen birkaç isimden biri (diğeri Wody Allen’dır) olması bile tek başına Arnold’u mahcup etmeye yeter. Tabii burada ‘Dünya Vücut Geliştirme Şampiyonası’ndan değil de sinemadan konuşuyorsak...
İlkinden konuşacaksak hakkını yemeyelim. Kimse Arnold’un eline su dökemez. Katıldığı bütün yarışmaları kazanmasının ve vücuduna yaptığı yüklemelerle giderek bir ‘makine’ye dönüşmesinin karşılığını fazlasıyla aldı. Aklımızda kalan birkaç filminden en fazla öne çıkan ‘Terminatör’de bizzat kendisini oynadığı için fazla sıkıntı yaşamamışa benziyordu zira. Oysa Sly, 20’ye yaklaşan film senaryosuyla, sekiz kez yönetmen koltuğuna oturup bize yaşattığı sinema duygusuyla, sinemadan konuşuyorsak eğer, şişirilmiş kaslardan daha fazlası olduğunu çoktan gösterdi.
Üstelik, kendi elleriyle yarattığı muhteşem sinema kahramanlarına (Rocky ve Rambo) yine onların şanına yakışır feda filmlerini çekmeyi de ihmal etmedi. Ekşi Sözlük’te Sly ile girilen bir yorumdaki gibi: “Çektiği inanılmaz samimi filmlerle (Rocky, Rambo First Blood) gönlümüze taht kurmuş bu efsane adam kariyerinin son demlerinde Stallone’yi Stallone yapan her iki serinin de son filmlerini hem isim (Rocky Balboa, John Rambo) hem de kalite olarak tam bir geçmişe saygı mahiyetinde kotarmış ve kişisel olarak gönlümden geçeni yapmak suretiyle önünde saygı ile eğilmemi sağlamıştır. Her iki filmde de çok bellidir ki bu karakterlerin başka filmi yapılmayacak şekilde konular kapatılmıştır ve Stallone başladığı işi bitirmiştir. (Ha dangalak Hollywood gider de bunlara da devam filmi çekerse Allah bin türlü belasını versindir.) Bu bağlamda nezdimde Stallone, Schwarzenegger’a da beş basmıştır.” (Entry sahibi: Cimbombonsun sen bizim canimiz)
Yani Arnold, Californiya’da Bush abisinin himayelerinde valicilik oynarken bizim Sly’miz hem kendi tarihine hem de sinema tarihine gerekli saygı duruşlarında bulunmayı ihmal etmemiştir. Üstelik kişisel tarihinin kötü sayfaları yokmuş gibi yapmak yerine defalarca aday olduğu ve yanlış saymadıysam sekiz kez kazandığı en kötülere verilen Razzie ödülleriyle ilgili olarak da “O kadar çok Razzie aldım ki bir ara Razzie’nin ismiyle benimkini değiştirecekler sandım” diyecek kadar kendisiyle barışık ve alçakgönüllü bir kardeşimizdir.
Her şeyden geçtim, Arnold, bütün sermayesi olan bedeni eciş bücüş vaziyette bir vali eskisi olarak ne yapacağını şaşırmış vaziyetteyken ona kol kanat geren yine bizim Sly olmuştu. 2010’da yazıp yönettiği ‘Cehennem Melekleri’nde şöyle bir görünmesine izin vermişti ki, bu iyilik bile kendisini mahcup etmeye yeter. Geçirdiği zorlu çocukluğa, Hollywood’da yaşadığı bin bir sıkıntıya rağmen yarattığı karakterler gibi asla pes etmeyip kendisini küllerinden yaratan Sly’miz, Arnold gibi bir değerin göz göre göre kaybolmasına tabii ki izin vermeyecekti!
Stallone nin askerleriyiz :)