Sosyal medyada timeline’da sürekli karşılaştığın, arkadaş grubunda spoiler yememek için sessiz kaldığın, her yerde konuşulan o mini dizilerden bahsediyoruz. Az bölüm, çok etki! Hem çerezlik değil hem de aylarca vaktini çalmıyor.
İşte son zamanlarda sosyal medyada gündem olan, hakkında yüzlerce yorum yapılan, Daha önce neden izlemedim ki? dedirten o mini diziler!
İngiliz yapımı ama evrensel bir etki bıraktı. Gerçek bir hikâyeye dayanıyor ve tam anlamıyla sinir bozucu bir şekilde iyi! Richard Gadd’in hem yazıp hem başrolünü oynadığı dizi, saplantılı bir takıntının psikolojik derinliğini öyle bir anlatıyor ki izlerken rahatsız oluyorsun... ama gözünü de alamıyorsun. sosyal medyada “Bu kadar gerçek olması midemi bulandırdı” diyenler bolca.
Aşkın en sade, en kırılgan, en dokunaklı hâli… 15 yıl boyunca her yılın aynı günü bir araya gelen iki insanın hikâyesini anlatıyor. Emma ve Dexter’ın ilişkisi sosyal medyada kalp kırığı kolektifi kurdurdu. “One Day izledim, toparlanmam birkaç gün sürecek” diyenlerin sayısı az değil. Ayrıca hikayenin kitabını ve filmini sevenler için de ayrı bir tat.
Andrew Scott'un olağanüstü performansıyla Tom Ripley karakteri tam anlamıyla aklını alıyor. Siyah-beyaz atmosferiyle görsel bir şölen sunarken, karakterin zekâsı ve karanlık tarafı seni ekran başında hipnotize ediyor. Estetikle suç nasıl bu kadar yakışır oldu? diyenler çok haklı!
Benedict Cumberbatch’in başrolünde olduğu bu mini dizi, bir çocuğun kayboluşunun ardından hem ebeveynlik hem de zihinsel sağlıkla ilgili karanlık bir sorgulamaya dönüşüyor. Bir kukla ve bir babanın zihni arasında gidip gelen bu hikâye, sosyal medyada beklediğimden çok daha ağır geldi yorumlarıyla sık sık anılıyor.
Düşünsene, zamanda geriye gidip ABD başkanı John F. Kennedy suikastini engelleyebilme şansın var… ama geçmişte her şeyi değiştirmek bu kadar kolay mı? James Franco’nun başrolünde olduğu bu mini dizi, sıradan bir zamanda yolculuk hikâyesi değil. 60’lı yılların atmosferi, tarihi olaylar, aşk ve gerilim öyle güzel harmanlanıyor ki bir bölüm açayım derken kendini finalde buluyorsun.
Satrançla ilgilenmiyor olabilirsin ama bu dizi seni tahtaya oturtuyor. Beth Harmon karakteriyle kadın zekâsı, bağımlılık, hırs ve yalnızlık temalarını zarifçe harmanlıyor. TikTok’ta bile satranç oynayanların sayısı arttıysa sebebi belli!
Dördüncü duvarı yıkmak deyiminin can bulmuş hâli. Phoebe Waller-Bridge’in hem yazıp hem oynadığı bu kara komedi, kadınlık, yalnızlık ve acıyı mizahla öyle güzel dengeliyor ki bir anda kahkaha atarken bir an sonra burnun sızlıyor. Sosyal medyada hâlâ “Hot Priest” etkisi geçmedi.
Dizinin evreninde herkes 18 yaşına bastığında bir süper güç kazanıyor ama ana karakterimiz Jen hâlâ hiçbir özelliğe sahip değil. Hem absürt hem komik hem de duygusal yerleri tam ayarında. sosyal medyada Fleabag seven bunu da sever yorumunu çok gördük. Süper güçlerin arka planına gizlenmiş büyüme sancıları, özsaygı çatışmaları ve modern ilişkiler üzerinden giderken seni kahkahadan alıp bir anda duygusallığa çekiyor.
Korku severlerin izlemesi gereken, korku sevmeyenlerin kesinlikle izlemesi gereken bir dizi. Çünkü bu dizi size sevdirecek!Korku deyince aklına sadece ani çığlıklar, karanlık koridorlar geliyorsa... bu dizi seni ters köşe yapacak. Hill House sadece bir hayaletli köşk değil; travmalarla, pişmanlıklarla, bastırılmış anılarla dolu bir mekan. Her bölümde bir karakterin gözünden yaşananlar anlatılıyor ve o olaylar ilmek ilmek birbirine bağlanıyor. Korkuyla dramın bu kadar başarılı harmanlandığı çok az yapım var.
Bu dizi aman ne olabilir ki deyip başlayıp, finalde “Ben ne izledim az önce?” diye kendine soracağın türden. Başlarda klasik bir aşk üçgeni gibi görünse de ilerledikçe işin rengi değişiyor ve psikolojik gerilim, doğaüstü unsurlar ve bilinç dışına yolculuklar başlıyor.
Özellikle final bölümü sosyal medyada tam anlamıyla yer yerinden oynattı.
Gotham’ın karanlık sokaklarında geçen bu yeni yapım, Batman evreninden tanıdığımız Oswald Cobblepot’un – nam-ı diğer Penguin’in – yükseliş hikâyesini anlatıyor. Colin Farrell’ın tanınmaz hâle geldiği makyajıyla ve tüyler ürperten performansıyla izleyeni içine çekiyor. Mafya, güç savaşı, entrika ve kirli oyunlar sevenler için biçilmiş kaftan.
Tarihin en büyük nükleer felaketlerinden biri olan Çernobil kazasının arka planını inanılmaz bir titizlikle işleyen bu dizi, bir mini diziden çok daha fazlası. Gerçek olaylara dayanan yapım, hem yönetmenliğiyle hem atmosferiyle hem de oyunculuklarıyla seni beş bölüm boyunca nefesini tutarak izlettiriyor. Final bölümüyle sosyal medya gündemine oturmuş, günlerce belgesel arayanlar olmuştu.
Gerçek bir olaydan uyarlanmış bu mini dizi, adalete olan inancı sorgulatıyor. Bir genç kızın yaşadıklarının inanılmaması ve sonrasında gelen adli süreç öyle çarpıcı ki, ekran karşısında yumruğunu sıkıyorsun. “Bu kadar gerçek olması, kurgu gibi hissettirmemesi asıl travma” yorumunu çokça görebilirsin.
Chernobyl gelmiş geçmiş en iyi yapımdır gözümde
Queen's Gambit kadar saçma olup bu kadar abartılan dizi azdır. Bir de diziyi övenler, sevenler kadın gücü falan diyorlar. Abi dizide ana karakter olan kadın, kafa açan bir hap içmediği sürece satranç oynayamıyor. Ancak o hapı içerse kafa basıyor ve milleti yeniyor. Bu şimdi kadın güçlendirme mi?
Ripley - Siyah beyaz İtalya 🩶 ben. 11.22.63 - Arada sıkıcı ama zaman yolculuğu her zaman çalışır. Behind her eyes - Yusuf Güney bunu beğendi :) Chernobyl - Gerçek hikayeye birebir sadık olduğu söyleniyor, izlenmeli.