Soma Araştırma Grubu: 'Travma Hala Devam Ediyor'

Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu’nun bu hafta açıkladığı rapor, ilçede travmanın devam ettiğini gösterdi. Özellikle de çocuklarda. Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Aslı Çarkoğlu hem rapor hem de Soma'da yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi verdi.

Hafta içinde kamuoyuyla paylaşılan Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu’nun hazırladığı “Ge-li-yo-rum Diyen Facia Başlıklı” rapor ile Soma’da 301 işçinin hayatını kaybettiği maden kazası yeniden gündeme geldi.

Yaraların sarılması için çabalar da devam ediyor. Aralarında psikologlar, rehberlik uzmanları, psikiyatristler ve sosyal hizmet uzmanlarının da bulunduğu meslek grupları bir araya geldi ve ‘Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği’ adıyla bir çatı altında çalışmalarına başladı. Soma’daki maden kazasından bu yana da Soma ve Dursunbey bölgesinde kazadan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendiğini tespit ettikleri yaklaşık 10 bin kişi ile yüz yüze görüştüler. Hâlâ da saha çalışmasına devam ediyorlar. Al Jazeera'den Murat Utku, hem Boğaziçi Üniversitesi’nin hazırladığı Soma raporunu hem de devam eden faaliyetlerini konuşmak üzere Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Doç. Dr. Aslı Çarkoğlu’nun kapısını çaldı.

Boğaziçi Üniversitesi'nin raporu, kazanın üzerinden henüz uzun bir zaman geçmeden Soma’daki sorunları ortaya koyması açısından önemli bir çalışma. Alanda aralıksız çalışmalarına devam eden bir grubun üyelerinden birisi olarak raporun altı çizilmesi gereken tarafları neler sizce?

Raporda Soma’nın yaşanan facia sonrasında sosyal dokusuna ilişkin önemli tespitler var, bunlar çok önemli. Raporun kadınlar hakkındaki görüşleri de son derece önemli. Biz de Türk Psikologlar Derneği olarak parçası olduğumuz ‘Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği’ olarak yaptığımız çalışmalarda aynı şeyleri gözlemledik. Bu tür travmaların ardından kadınlar ile ilgili neler yapılabilir, bunun çok iyi düşünülmesi lazım. Aslında Soma’daki gibi büyük kazalar ya da afetler sonrasında kadınlar hep aynı durumda kalıyorlar; zira ölenlerin hepsi erkek. Bu erkeklerin arkasındaki aileler de genellikle kadınların çocuklarıyla tek başına kaldığı aileler. Ama Van depremi sonrasında da aynı şeyleri gözlemlemiştik. Bu tip kaza ve afetler sonrasında kadınların toplumsal yerlerinin belirlenmesinde bir sistemik değişiklik olması gerekiyor. O değişiklik de son derece sancılı oluyor.

Ne tür bir sancılı süreçten bahsediyorsunuz?

Bu tür kaza ve afetler sonrasında bir şekilde ailelerin ihtiyaçlarında artış ortaya çıkıyor. Ama bu ihtiyaçları sadece bir kişinin yani kadının tek başına sağlaması mümkün değil. Kadınların aile içerisinde yeniden aktif olmaları gerekiyor ama geleneksel altyapı bunun nasıl olacağı konusunda sorun çıkarmaya başlıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin hazırladığı rapordaki tespit çok doğru; geride kalan kadınların büyük bir bölümü çok genç, 40 yaş ve altı gruba dahiller ve genelde çok çocuklular. Dolayısıyla bir yandan bakım vermek durumundalar ama ailelerine nasıl bakacakları konusunda söz sahibi olma savaşı var. Bir yandan bazı ailelere etraftan yardım olarak çok fazla para pul geliyor. O gelen paraların nasıl paylaşılacağı o güne kadar evin ekonomik faaliyetleri üzerinde çok da fazla söz sahibi olmamış kadınlar için sorun oluyor.

Soma’da kadınlar açısından gelenekler ne ölçüde etkin?

Bu arada iki kuşak arasındaki ilişkilerde biz de çok büyük sorunlar olduğunu gözlemledik. Örneğin kayınvalide gelin arasındaki ilişkiler çok sorunlu. Genel olarak hayatını kaybeden madencinin ailesi ve onların gelinleriyle kurduğu ilişki sıkıntılı olabiliyor. Çocuk bakımından tutun da yaşanan kazanın ve cenazelerin kaldırılmasının ardından evin nerede kurulacağı, ailenin nerede oturacağı gibi konular hep sorun oldu. Mesela devlet bir ara dedi ki, ‘bütün yitirdiğimiz madencilerin ailelerine iş olanağı vereceğiz.’ O iş olanağı, kime verilecek? Kadınlar genellikle kendilerinin alacağımı düşünüyorlar ama madencinin erkek kardeşi de işsiz ise işin ona verileceğini düşünüyor aile. Bunlar aileler açısından hassas dengeler.

Kayınvalideleri ile sorunlarını anlatan çok sayıda genç dul kadın gördük. Genel olarak genç yaşında dul kalan kadın üzerine yoğunlaştı çalışmalar. Ama bir de ölen madencinin ana-babası vardı ve onlara çok fazla odaklanılmadı. Biz görüşmelerimizde çocuklarını madende yitiren anne ve babaların bu nedenle bir kırgınlık hissettiklerini gördük. Bu da aile içinde bir huzursuzluğa yol açıyor. Ziyarete gelenler oğlunu kaybetmiş kayınvalideyi değil gelini ziyaret ediyor, yardımlar devlet tarafından eşe veriliyor. Oysa o zamana kadar geleneklere göre tersine işleyen bir düzen vardı. Bu da bir rahatsızlık yaratıyor.

Boğaziçi Üniversitesi’nin raporunda da psikolojik desteğin devam etmesi gerektiğinin altı çiziliyor...

Bu çok doğru bir tespit. Biz başından beri sahada çalışan bir ekip olarak bu desteğin ancak bir kısmını sağlayabiliyoruz. Dediğim gibi, bizim çalışmalarımız bunun ancak bir kısmını karşılayabilir, zira ihtiyaç çok fazla. 2014 Mayıs ayından beri 2 bin 176 kişiyle çalışmışız. Sadece yüz yüze bire bir çalışmalar ile değil grup çalışmaları vasıtasıyla da insanlar ile bir araya gelmeye çalışıyoruz. Hem Soma hem de Dursunbey kaymakamlıklarıyla aile içi şiddet, kadınlara yönelik çalışmalara devam ediyoruz.

Bu arada bölgede kapanan başka madenler var. Yani işsizlik arttı. Bunun da aile içi şiddeti artırdığını tahmin ediyoruz. Kadın çalışmaları yapan ayrı bir ekibimiz var, onlar da genellikle grup çalışmaları yapıyorlar. Anneler örneğin artık çocuklarına nasıl hakim olacaklarını bilemediklerini anlatıyorlar. Çocuklar büyük bir travma yaşadılar ve bu acının bir kısmını huysuzlanarak, söz dinlemeyerek, otoriteye karşı çıkarak dindirmeye çalışıyorlar. Buna karşılık anneler de eskiden uyguladıkları mekanizmaların işlemediğini görmeye başlıyorlar.

Psikososyal destek ne demek? Nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?

Bunun çerçevesi epeyce geniş. Sadece travma çalışmaları yapmakla kalmıyor, aynı zamanda bir ailede maden felaketi sonrası erkeğin ölmesiyle değişen hayatına da destek olmaya çalışıyoruz.

Soma’daki Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği çatısı altında yaptığımız çalışmayı dışarıdan destekleyen başka kurumlar da oldu. Hep beraber Soma Dayanışma Ağı (SomaDA) çerçevesinde devam ediyoruz çalışmaya.

Nasıl duyuruyorsunuz orada olduğunuzu bölge insanına? Bir merkeziniz var mı?

Birisi Soma’da, diğeri Dursunbey’de iki tane merkezimiz var. Soma merkez, Dursunbey’e arabayla 4 saat. Dursunbey ve köylerinde yaşayan ve çocuklarını maden faciasında yitiren çok sayıda aileyle çalışabilmemiz için yolda vakit kaybetmemek için orada da bir merkez açtık. Maden faciasının ardından bölgede çalışmanın bizi en çok zorlayan tarafı coğrafi olarak çok geniş bir bölgeye hitap etmemizin gerekliliğiydi. Bizim tahminimizce, 301 madencinin hayatını kaybettiği bu kazanın ardından yaklaşık 10 bin kişi bundan şöyle ya da böyle etkilendi. Bu hesabı şöyle çıkarıyoruz, madencinin kendisi, ortalama 4 kişiden oluşan ailesi, kazadan kurtulan diğer madenciler, yan maden ocağında çalışanlar, kurtarma çalışmalarında yer alan bütün ekipler, arkadaşlarını, amcasını, dayısını kaybedenler diye baktığınızda civardaki yaklaşık 27 ilçede, 10 bin kadar insanın bundan etkilendiğini görüyorsunuz. Elimizden geldiği kadar çok gruba hizmet götürebilmek için merkez bazlı değil, merkezleri başlangıç noktası olarak tutup, tek tek köylere giderek saydığımız insanlara ulaşmaya çalışıyoruz hâlâ.

Uzun bir süreden beri oradasınız. Rotasyon ile mi bölgede kalıyorsunuz?

Gönüllülük temelli gidiyoruz. Merkezlerde çalışan kadrolu birkaç arkadaşımız var. Ama köylerde insanlar ile çalışmak için büyük şehirlerden ya da herhangi bir Anadolu kentinden gelip katılmak isteyen arkadaşlarımız çalışmalara dahil olabiliyorlar. Bu arada bizim ekiplerimiz de sadece psikologlardan değil, sosyal hizmet uzmanları, rehberlik, psikiyatri alanlarından gönüllüleri birer haftalığına Soma ve Dursunbey’e gönderiyoruz. Onlar da merkez koordinatörlüğünün yönlendirmesiyle köy ve aile ziyaretleri yapıyorlar. Bir kısmı da merkezlerimize gelenler ile grup çalışmaları ya da bireysel görüşmeler yapıyor. Kazanın olduğu günden beri en az bir yıl süresince orada kalacağımızı konuştuk.

Boğaziçi Üniversitesi’nin hazırladığı raporda bölgede çocukların yaşadığı travmanın çok büyük olduğu anlaşılıyor. Hatta madende hayatını kaybeden işçilerin ailelerine yapılan yardımların, onların çocuklarına verilen hediyeler nedeniyle “Keşke benim babam da ölseydi” diyen çocuklardan bahsediliyor.

Buna benzer fazlaca duyumumuz var bizim de. Yöreye gittiğiniz zaman buna benzer şeyler söyleyen çocukların ne demek istediklerini görüyorsunuz. Bazı çocukların elinde o civarda kimsede olmayan acayip oyuncaklar, tablet bilgisayarlar falan var mesela. Diğerleri de buna özeniyor. Bunlar da o bölgedeki çocukları kötü etkileyen, ikircikli bir psikolojiye sokuyor.

Peki bölgeye gelen bu yardımların, hediyelerin dağıtılması için koordinasyonu üstlenen bir birim yok mu?

Düzenleyici bir kurum yok. Olması gerekirdi ama bu zor bir iş. Sorumluluk biraz da hediyeleri alıp oraya götüren insanlara düşüyor. Ben buna iki türlü bakıyorum; oraya hediye getirenlere sormak gerekir aslında, acaba ziyaret ettikleri cenaze evine hep hediyelerle mi gidiyorlar? Kendi kültürleri içinde verecekleri cevap eğer ‘Hayır’ ise orada da bunu uygulamalılar. Bir çocuğa babasını kaybetti diye bisiklet verilir mi?

En baştan bunu koordine etmenin yolu böyle davranan ziyaretçilere ‘Yapmayın’ demekti. O çocuklar babalarını kaybettiler, bunun acısını yaşıyorlar ama evlerini, odalarını, oyuncaklarını kaybetmiş değiller. Biz bu uyarıyı yapmaya çalıştık.

Bir dönem buna da odaklandık. Fakat insanlar böylesine büyük bir felaket karşısında bir şey yapamamanın verdiği rahatsızlıkla yardım etme ihtiyacı duydular. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarının (STK) daha etkin rol almaları gerekiyor. Bunun devlet tarafından yönetilmesinin pek uygun olduğunu düşünmüyorum.

STK organizasyonları iyi işler ve insanlar haberlerde sahada insanlara yardım edildiğini görür, yaptıkları yardımların doğru şekilde dağıtıldığını görürlerse böyle davranmalarına gerek kalmayacaktır.

Boğaziçi Üniversitesi’nin Soma raporunda benim en çok beğendiğim bölümlerden biri, Ayşe Buğra’nın söyledikleri aslında: Yardımseverlikten, hak temelli bir anlayışa geçilmesi gerekiyor.

Azıcık geriye dönelim. Büyük travma yaşayan çocukların varlığından bahsettik. O çocuklar bu sorunu yoğun bir şekilde yaşıyor. Siz de bir süre sonra bölgeden ayrılmak durumunda kaldığınızda ne olacak?

Birey bazında neler olacağını tahmin etmek pek mümkün değildir. Baktığımızda, bu tip büyük felaketlerin travması uzun süre devam edebiliyor. İlk bir yıl içinde ne kadar doğru müdahalede bulunabilirseniz, uzun vadeli, kalıcı sorunlar yaşanmasının önüne geçebilirsiniz. Bizim amacımız da bu. Hiç müdahale edilmediğinde çok yüksek oranlarda sorun yaşanırken ilk bir yıl içindeki çalışmalarla sıkıntıyı yüzde 30’lara kadar çekmek mümkün olabiliyor. Büyükçe bir gruba dokunarak, yaşayabileceği kalıcı sorunları yaşamamasını sağlayabiliyoruz.

Siz maden kazasının ardından diğer maden ocaklarında hâlâ çalışan madencilerle de temas ettiniz mi? Onların durumu nedir?

Onların da çoğuyla çalıştık. Hali hazırda asıl sorunu onlar yaşıyorlar. Hem kurtarılmak ya da kaza meydana geldiğinde madende çalışmamak gibi bir şans acaba gerçekten bir şans mıydı? Maaşları geciktiği için ekonomik olarak zorluk yaşayan işçiler vardı, hâlâ zorlanıyorlar. Küçük madenler kapandı, işsiz kaldılar. Soma havzasında madencilik ve madenciliğe göre çok daha düşük iş olanakları sunan mevsimlik tarım işçiliği dışında bir iş olanağı yok. Mevsimlik işçilik de adı üzerinde sezonluk ve sosyal güvenceden yoksun bir alan. Bu da sürdürülebilir bir durum değil.

Peki bütün bunlara doğru bir şekilde devlet tarafından müdahale edildiğini düşünüyor musunuz?

Ben bir müdahale göremiyorum, siz görebiliyor musunuz? Son değişiklikler ile madencilere daha iyi ve güvenli bir çalışma ortamı sağlandı mı bilmiyoruz ama madenlerin bir bölümü kapandı. Yeni yasalar ile yeterince kâr sağlanamayacağı için işverenler bazı madenleri kapattı. Hiçbir zaman şartlardaki iyileştirme denen şey işçiye yarar sağlar biçimde gelmedi önümüze. Keza çiftçiye de geri dönüşü olamadı. Soma ve civarındaki zeytinlikler ile ilgili bir girişim yok ortada. Olan bir şey varsa 6 bin zeytin ağacının sökülmesi oldu.

Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu raporuna buradan ulaşabilirsiniz.

  • Kaynak: Al Jazeera

Popüler İçerikler

Mansur Yavaş, Ebru Gündeş Konserinin Maliyetini Açıkladı: "Algı Operasyonunun İçindeyiz"
Acun Ilıcalı Futbol Yatırımlarına Devam Ediyor: Yeni Takımı Slovenya'dan
"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler