Bu mikro girişimlerin bir diğer sessiz gücü de, zamanla kültürel bir belleğe dönüşmeleri. Bugün eline aldığın bir zine, beş yıl sonra bir dönemin ruhunu taşıyan arşivlik bir belgeye dönüşebilir. Nohut Dergi gibi örnekler, aslında kendi çağının notlarını tutuyor. Ana akım mecraların gözünden kaçan hikâyeleri kayıt altına alıyor.
Küçük bir fanzinde rastladığın şiir, bir gün bir yazarın ilk yayını olabilir. Bugün çok izlenen bir illüstratör, belki de ilk çizimini bu dergilerde yayımlamıştır. Bu mikro alanlar, sadece yaratıcı üretime alan açmakla kalmıyor, aynı zamanda bir başlangıç noktası oluyor.
Mikro Girişim = Kendi Hikâyesinin Yayıncısı Olmak
Bu girişimlerde en çok sevilen şeylerden biri de şu: kimsenin onayına ihtiyacın yok. Büyük platformlar seni reddedebilir, ajanslar projeni fazla “niş” bulabilir. Ama mikro bir girişim, bu projeyi hayata geçirmen için yeterli alanı yaratabilir.
Bir şeyin güzel ve anlamlı olması için illa ki devasa kitlelere ulaşması gerekmez. Bazen sadece 100 kişinin ilgisini çekersin ama o 100 kişiden biri, bir sonraki projeyi başlatır. İşte bu zincirleme ilham, kreatif ekonominin en kıymetli tarafı.
Şehrin Ara Sokaklarında Yaratılan Kültür
İstanbul gibi büyük bir şehirde her yer alışveriş merkezine, zincir kafelere, kopyalanmış mekanlara dönüşürken; ara sokaklarda, alt katlarda, ara katlarda başka bir şey filizleniyor. Küçük, bağımsız, bazen kendi halinde ama ruhu olan mekanlar. Bu mekanlar, sadece ürün sunmuyor; bir ruh hali, bir yaşama biçimi, bir aitlik hissi sunuyor.
Yeldeğirmeni’nde bir fanzin atölyesi, Balat’ta bir sokak sanat kolektifi, Moda’da açılan butik plakçı… Bunlar şehrin dokusuna gerçek anlamda “dokunan” yerler. Ve hepsi mikro yapılar. Kimi zaman iki kişiyle kuruluyorlar, kimi zaman tamamen gönüllülükle yürüyorlar.
Ama bir şekilde kalıcı iz bırakıyorlar.