Mostar’a sadece birkaç saat ayırabildim ama yetti. O meşhur taş köprü… savaşta yıkılmış, barışta yeniden yapılmış. Ama köprü tamamlanmış olsa da insanlar arasında hâlâ görünmez bir yarık var. Barış, burada biraz suskunlukla ölçülüyor.
Saraybosna’ya geçtiğimde tarih, inanç ve siyaset iç içe. Osmanlı’nın taş dokusu, Avusturya’nın barok yüzü, savaşın izleri ve barışın kokusu… Birinci Dünya Savaşı’nı başlatan suikastın yapıldığı köprüdeyim. Yıllardır anlattığım bir tarih aniden önümde.
1908’de Avusturya-Macaristan Bosna’yı ilhak edince fes boykotu başlamış. “Fes üreteni boykot ediyoruz!” demişler. Takanlar artık sadece Maraş dondurmacıları. Tarih burada bile mizahla iç içe.
Bugün ise şehir başka bir mücadele içinde. Körfez sermayesiyle yükselen fiyatlar, gelirle yarışamıyor. Suudiler, Almanlar, bizim cemaatler, herkes burada “yeniden inşa” yarışında. Bektaşi geleneğini unutmuş gibi Bosna; “yeter ki Vahhabi olmasınlar” diyesi geliyor insanın.
Dayton Antlaşması sonrası kurulan karmaşık sistem hâlâ sorgulanıyor. Barış gelmiş ama zihinlerde savaş bitmemiş. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’nden bir yetkili, “Barışı kağıda yazdık ama kalplere geçiremedik,” dedi. Çok doğruydu.
Başçarşı’da kahve içerken bir Boşnak söyledi son sözü: “Biz burada barış içinde yaşıyoruz ama barışın ne olduğunu unuttuk.”
Saraybosna’da her sokak bir dua, her köşe bir yara, her nefes bir umut gibi.