Yalnız Değilsiniz! Depresyonu Alt Edişimin Zorlu, Sıradan ama Size Umut Vereceğini Umduğum Hikayesi

Bundan binlerce yıl önce köyler, şehirler kurup bir arada yaşamaya başladık insanlık olarak. Oysa pek çok hayvan türü gibi tek tabanca takılmayı da tercih edebilirdik. Ama beraber yaşamayı seçtik; güvenlik başta olmak üzere ihtiyaçların giderilmesi gibi mantıklı sebeplerden dolayı. Sosyal ve duygusal varlıklarız; dil icat ettik konuşalım, anlayalım ve anlaşılalım diye...

Tarihin hangi noktasında bunlar amacına hizmet etmeyi bıraktı, ne ara yoldan saptık bilemiyorum fakat şu bir gerçek ki; çok yalnızız, çok!

Dışarıda, metrobüse binerken, yolda yürürken, bir devlet dairesinde; her yerde kendini çok yalnız ve çaresiz hisseden insanlar var, biliyorum. Beraber yaşamamızın ve aynı dili paylaşmamızın, insanlık olarak binlerce, milyonlarca yıllık geçmişimizin hatırına size de umut vermesini umduğum bu deneyiyimi yazmaya karar verdim. Çünkü sıradan ya da ilginç fark etmez, hikayeler anlatılmak için var.

Son bir aydır çok mutluyum, huzurluyum ve bunun nefes alıyor olmam dışında başka bir sebebi yok. Söyleseler inanmazdım!

im-01.gifer.com

Huzur ve mutluluğun insanın ruhunda sebepsiz oluşabileceğini keşfettiğimden beri o kadar şaşkınım ki... Dediğim gibi; birkaç ay önce bana 'çok mutlu olacaksın' deseler gerçekten 'hadi be ordan' der geçerdim. 

Ben becerebildiysem, herkes becerebilir diye düşünüyorum ve tarifi vermeye başlıyorum:

Şaka şaka! Keşke bu kadar basit olsa!

Önceden uyarayım: Bu hikayede mucizevi bir iyileşme, bir başkasının gelip günü kurtarması, ilahi bir yükseliş falan yok!

Bu hikaye çok sıradan, bir insanın kendi kendinden bıkıp aslında en bariz aydınlanmayı yaşamasına dair.

Bu yüzden kendinizden bir şeyler bulabilir ve gerçekçi bir şekilde ilham alabilirsiniz diye umuyorum.

30 yaşımdayım. Hayatım boyunca hiçbir zaman şu neşeli, dışa dönük, enerjik tiplerden olmadım zaten. Biraz meyilliydim, yalan değil.

Aileden gelen bir yatkınlık da vardı. Biraz içe dönük, hassas, kolay üzülen insanlardandık. Ama bir şekilde idare ediyordum işte. Güzel şeyler olunca mutlu, kötü olaylar olunca üzgün; genel olarak 'eh meh' hisleriyle ilerliyordu hayat.

Ama bu defa yaşadığım 'depresyon', kötü bir olayın üzerine bedenimin ve zihnimin verdiği doğal bir reaksiyon değildi. Zira herhangi bir kötü olay yoktu ortada.

Düzgün bir işim, fena olmayan bir kazancım, güzel dostlarım, sevgilim, sağlıkları yerinde bir ailem vardı. Ama sıkıntılıydım biraz.

Şu an birer lütuf gibi gördüğüm işim, ailem, dostlarım vesaire bunların hepsi, depresyondayken korkunç birer sorumluluk, adeta birer zincir gibi görünüyordu gözüme. 

Geriye dönüp baktığımda çıkardığım ilk ders bu: Depresyon, zihin oyunları gerçeği çarpıtır. Bakış açınızı kontrol etmeyi öğrendiyseniz, zaten bu oyunu çözmüşsünüz demektir. 

Ne zaman başladığının net bir tarihi yok. Fakat o sabahı hiç unutmuyorum. Uyandım ve "hassiktir, hayatım bu, yaşıyorum" dedim.

Son zamanlarda hayatım çok yoğundu fakat fark edemiyordum açıkçası. İş yoğundu, ilişkiler yoğundu; sürekli yorgundum ve durup 'nasıl hissediyorum' diye soramıyordum kendime. Aklıma dahi gelmiyordu sormak. Düşünmüyordum pek. Nasıl bastırmışsam her şeyi.

Hiç unutmam, bir sabah yogun bir geceden sonra uyandım ve gerçeklik bana öyle sert vurdu ki. 'Uyandım' dedim. 'Yine hayattayım'. O hani uyanınca rüyayı gerçeği ayırt edemediğiniz sersemlik anı olur ya, odama şöyle bir baktım ve kendimi müebbet yemiş bir suçlu gibi hissettim. Çaresi yoktu, çekecektim.

Kendi kendimin en büyük düşmanı kesilmiştim bir anda. Kendimi bir dövmediğim kaldı.

Bu mutsuz, 'lanet olsun yine hayattayım' dedirten sabahlar birbirini kovaladı. 

İnsanların mutluluğunu, neşesini gördükçe kendime kızmaya başladım. 'Sen neden gülmüyorsun, salak! Bak insanlar ne güzel takılıyor! Gerizekalı, neyin eksik sanki?! Bak şu çocuk geçen hafta ailesinden birini kaybetti, hala dimdik duruyor. Sen hala süklüm püklüm durup surat asıyorsun. Her şeyin var ama mutlu olmayı beceremiyorsun. Şımarık seni! Ne halin varsa gör! Zayıfsın sen işte, zayıf!'

Ben içten içe kendime uyuz olup bir kaşık suda boğma isteğiyle yanıp tutuşurken, çevremin de bu konuda pek destekçi olduğunu söyleyemem.

İnsanlar sanki onlara bir mutluluk borcum varmış gibi davranıyordu. 

Elbette hepimiz sahte gülücükleri becerebiliriz, bir iş görüşmesine gittiğimizde örneğin kocaman en sahici gülümsememizi takarız suratımıza. Ama ben bunu becerememeye başlamıştım. Olmuyordu işte abi.

Arkadaşlarım önce sıkılmaya, ardından da 'durgun' olduğum için adeta terslemeye başladılar. 'Bir derdin varsa söyle' diyordu en iyi niyetlisi ama ne söyleyeyim ki yahu?! Ben bile anlamıyorum bende sorun ne!

Bu durgunluk, mutsuzluk dönemi ise sevgilimin "canını sıkmaya" başlamıştı.

Sonuçta ona da mutluluk, güleryüz borcum vardı ve hislerimle kimsenin canını sıkmaya hakkım yoktu. Üzülerek de olsa terk ettim onu. Zaten bir ilişki yürütecek enerjim kalmamıştı. Ne süslenecek, dışarı çıkacak; ne de flört edecek mecalim yoktu.

Arkadaşlardan uzaklaştım, sevgiliden ayrıldım, iş performansım zaten yerlerde... Artık ağlama krizleriyle, kirli saçlarımla, solgun suratımla resmi olarak "depresyonda"ydım.

Zaman makinesi olsa, altı ay öncesine gidebilsem; hemen ofisin tuvaletine girer, gizli gizli ağlayan kendimi bulur ve ona kocaman sarılırdım. Ah be ne yalnızmışsın sen! Ben bile görememişim, hatta kendi kendimin baş düşmanı kesilmişim!

Aslında bu noktada hiçbir yardım almadan ve harekete geçmeden devam ederdim, zira düzeltmeye motivasyonum da yoktu. Ama bir derdim daha vardı: Anksiyete.

Depresyon kısa süre içerisinde normalde hafif derece yaşadığım anksiyete durumunu feci tetiklemişti. 

Depresyonla yaşamasına yaşardım ama anksiyetinin verdiği sanki o her an kamyon çarpacakmış, acılar içinde parçalarına ayrılacakmışsın hissi başa çıkılacak gibi değildi. Panik ataklar sıklaştı, ellerim ayaklarım titriyor, her an bir kriz geçireceğimi hissedip daha da panikliyor ve resmen 'ölüyordum.'

Tam tamına on kilo verdim.

Önce şu Hollywood yıldızlarının falan bahsettiği "olumlu düşünme, kendine iyi bakma" gibi zırvaları denedim.

Sebze ye, bol su iç, süslen, yürüyüşe çık...

Anam bunlar sende işe yarar tabi. Oysa ben ö-lü-yo-rum! 

Parmağımı kaldırmaya mecalim yok. Doğada bir yürüyüş beni kurtaramıyor! 

Hani intiharı asla düşünmüyordum ama bir araba çarpsa ve ölsem fena olmaz diye de düşünüyordum.

Bu noktada artık profesyonel yardım alma vaktim geldiğini anladım.

Dürüst olayım, önceden bu depresyon bilmemne gibi şeyleri şımarıklık olarak görür, nedense de antidepresan gibi şeylerin kullanımına karşı çıkardım.

Muhteşem bir psikiyatrist buldum kendime. Beni, beynin tıpkı diğer organlar gibi bazen eksik çalışabileceğine, ruh halimizin birkaç 'basit' hormonun kontrolünde olduğuna bilimsel kanıtlarla ikna edip öncelikle şu 'ben zayıfım' yanılgısından kurtardı.

Evet, bebeklerim. "Zayıf, ezik, şımarık" falan değilsiniz. Cidden beyinde birkaç hormonun eksik çalışması insanın tüm bünyesini dağıtabiliyor!

Böylece ilaç tedavisine başladık.

Maalesef ki bu hayatta, dizilerdeki filmlerdeki gibi mucizevi iyileşmeler yok. Tedaviye başladım lakin bir ay boyunca değişen hiçbir şey olmadı.

Sadece anksiyeteyle gelen ataklar ve ağlama krizleri azalmıştı. Onun dışında yine aynı, mal gibiydim.

Uyku, uyku, daha çok uyku... Ay nasıl yorgunum anlatamam!

Bir ay geçti, iki ay, üç ay... Tık yok. Bu sırada iş performansım yerlerde... Yaratıcı olmam gereken bir işte çalışıyordum ve ekmek teknem-zihnim beni yarı yolda bırakmıştı. İşten atılsam, kiramı ödeyemesem, sokaklarda kalsam işte asıl o zaman görürdüm depresyonu!

Doktorumla görüşmeler devam ediyordu. Sürecin yavaşlığından şikayet ettim sıkça; zira üretken olmalıydım ve aylarca bekleyecek lüksüm yoktu.

Vahşi bir dünyada yaşıyoruz, durursan ölürsün. Üretmen, çalışman lazım. Belki bu kadar zihin gücü gerektiren bir işte çalışmasaydım daha iyi olurdu ama ben yaratıcılığımı, düşüncelerimi satarak para kazanan biriydim.

Doktor ise 'sabır, sabır' diyordu. 'Şu bitsin, şu kadar hafta sonra şu ilaca başlayacağız, o daha hafif' bla bla...

O hiç gelemeyen gemi, bir türlü görünmeyen kara, bir türlü kavuşamadığım "şifa"... Bir gece hayatımın en büyük sinir krizini geçirdim.

Evde kapıyı çerçeveyi indirdim. Dolapları boşalttım, odamı dağıttım, ilaçları çöpe attım, patronuma 'işe gelemeyeceğim çünkü bu araba artık gitmiyor' minvalinde bir mail dahi yazdım. Anlayışlı biriydi ki 'birkaç gün izin al, ne yapıyorsan yap, sonra toparlan gel, konuşacağız' dedi. 

Artık kaybedeceğim hiçbir şey yok noktasına gelmiştim. Ölecektim ya, bundan daha ötesi mi vardı?!

Ertesi gün doktorum aradı, sanki sezmiş gibi...

Meğer bu "kriz" gecem, beynimin artık vites değiştirmesi, "mutlu mu olmak istiyorsun?! Al sana serotonin! Al sana enerji! Manyak seni!!" deyişiymiş...

Sinir krizim geçtikten sonra öncelikle odamı temizledim, topladım. Eşyaların yerlerini değiştirdim, bir duş aldım. Dışarı çıkıp 'benden değerli mi amk!!!' diyerek kendime güzel bir yemek ısmarladım ve aylar sonra ilk defa iştahlı bir şekilde yemek yedim. Geçmişi geçmişte bırakacaktım. Öfkeliydim, ama neye bilmiyorum.

Doktorum ilaçların dozunu düşürerek devam etmemi istedi. Kabul ettim. Artık şu 'doğa yürüyüşleri, sağlıklı beslenme' gibi şeyler de destekçiydi.

Kayış kopmuştu. Hayat bu, elimdeki malzeme bu dedim kendime kendime. Yaşıyoruz, elden başka şey gelmiyor.

Artık ara ara saçmalamaya, gülmeye başlamıştım. En çok da depresyonumla, 'deliliğimle' dalga geçiyordum. Hiçbir şey umrumda değildi artık. İnsanların hakkımda ne düşündüğü, 'zayıf' ya da 'güçlü' olmak, hatta mutlu olmak bile...

Geriye dönüp baktığımda gördüğüm en bariz ikinci şey de şu:

Her şeye burun kıvırmanın moda haline geldiği günümüz kültüründe, en son ne zaman 'iyi ki varsın, yaptığın yemek çok güzel olmuş, çok iyi bir dostsun, bu işin çok başarılı' gibi bir yorum aldığımı hatırlamıyordum.

İnsanlar, size öz değerinizi hatırlatmıyor arkadaşlar. Kendiniz hatırlatmak zorundasınız.

Ve koca bir yıl geride kaldı. Doktor kontrolünde ilaçlarımı azalta azalta, hafifleterek bıraktım.

Bırakırken oluşabilecek boşlukları da bol bol spor, sağlıklı beslenme, eğlenceli müzikler ve komik dizilerle doldurdum.

Beyin garip bir organ... Ama manipüle etmesi de kolay. Yapabiliyorsunuz!

Mutlaka ama mutlaka yardım alın, kendinizi küçümsemeyin, hayatın kıldan tüyden meselelerin etrafında döndüğünü de unutmayın!

Yavaş yavaş... ve aniden! İşte böyle oluyor a dostlar. Sakın umudunuzu kaybetmeyin. İnanın, düzeliyor!

Popüler İçerikler

İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!
Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
YORUMLAR
19.02.2018

fakirler depresyondan nasıl çıkacak, onu bilen var mı lan?

19.02.2018

"Düzgün bir işim, fena olmayan bir kazancım, güzel dostlarım, sevgilim, sağlıkları yerinde bir ailem vardı." Şunlar ben de olsa var ya depresyon falan hiçbir şey koymaz bana. Rahat batmak bu oluyor sanırım. Kapı kapı iş aramaktan yoruldum lan.

19.02.2018

peki ya gençsen ve hiç bir şekilde bir psikiyatriste gidemiyorsan,kimseye bir şey anlatamıyorsan anlattığımda bile anlamıyorlarsa ve her şey daha da beter oluyorsa?:(

TÜM YORUMLARI OKU (13)