Hristiyanlığın erken dönemlerindeki anlayışta siyah ve beyaz, iyi ve kötüyü temsilen bir karşıtlık oluşturmaya başlamıştır. Hem yaratılış hikâyelerindeki karanlık ve aydınlık hem de doğadaki gündüz ve gece karşıtlığından beslenen bu anlayış rakipsiz kalmamıştır. Bu karşıtlığa, Antik Yunan ve Roma’da kökenleri pagan geleneklere dayanan siyah, kırmızı ve beyaz üçlüsü eşlik etmiş; bu üçlü antik çağlardan başlayarak ortaçağda devam eden sınıf ayrımının da sembolü olmuştur (rahipler için beyaz, savaşçılar için kırmızı ve zanaatkârlar için siyah).
Bu iki sistemin birlikte varoluşu, üç rengin farklı kombinasyonlarla ortaya çıkmasında da etkilidir. Feodal dönemde seküler alanda var olan kırmızı-beyaz karşıtlığı dini alanda önemli olan siyah-beyaz karşıtlığının yarattığından daha güçlü olmuştur. Doğada da siyah-beyaz karşıtlığının nadiren bulunması, kırmızı-beyaz karşıtlığının güçlenmesinde önemli bir etkendir. Bu noktada, satranç oyunu iyi bir örnek teşkil eder.