Heyet olarak yaptığınız açıklamada, “masa” metaforu çok kullanıldı. O soruyla başlayalım. Müzakere masası devrildi mi, neredesiniz?
Masa tabii ki bir sembol, ama fiziksel olarak da böyle bir masa var. Daha önce dört beş kişilik bir masada görev yapıyorduk. İzleme hayetinin kimlerden oluşacağı konusunda hükümetle bir mutabakata vardıktan sonra daha büyük bir masa yapıldı.
Ne zaman yapıldı bu yeni masa?
Yaklaşık üç ay önce. 15-20 kişinin etrafında oturabileceği bir masa yapıldı. Tarihi Dolmabahçe Mutabakatı’na bu masada karara varıldı.
Gözümüzde nasıl canlanmalı, nasıl bir oturma düzeni oluyor bu masada? Bir protokol oluyor mu mesela?
Bir protokol yok. Öcalan ile biz baş başa görüşürken, kendisi masanın başında otururdu. Biz de sağına ve soluna otururduk, böyle bir düzenimiz vardı. Fakat büyük yeni masaya geçtikten sonra Öcalan’ın bir tarafına biz, bir tarafına devlet görevlileri oturuyordu. Yani heyetler karşı karşıya oturuyordu.
Masayı kim devirdi?
Aslında masayı el ele vererek devirdiler. Masayı itibarsızlaştırmak, masanın olmadığını söyleme fiili sayın Cumhurbaşkanı’ndan geldi. Buna itiraz edip gerçeği söylememek de bu masaya tekme atmaktan farksız bir şeydir. Dolayısıyla iktidar bloku, yani Cumhurbaşkanı sözleri ile, hükümet de susarak el birliği ile devirdiler masayı.
Kamuoyundaki “Saraycılar”, “Davutoğlucular” algısı doğru mu; siz neler yaşıyorsunuz?
Böyle bir tarif gerçeği karşılamaz. Çünkü iktidar bloğundaki çelişkiler egemenlik temellidir. Bunlar uzlaşmaz değil konjönktüreldir. Zaman zaman çatışırlar ve zamanın şartlarına göre de yeni bir denge kurulur.
Şimdi ne dengesi kuruluyor?
Hükümet ve AKP büyük bir çaresizlik içinde. Çünkü meydanlara gidip en fazla şunu söyleyebiliyorlar. “Bize oy verin, abimiz sizi yönetecek.” Bu, siyasetin bütün anlamını yıkan bir durum. Bunun sıkıntısını gözlemliyoruz. İzlenimim şöyle, Cumhurbaşkanı’nın bu taleplerine kendileri açıktan bir karşı çıkış geliştiremiyorlar. Çünkü bu karşı çıkışı geliştirenler, Sayın Arınç örneğinde olduğu gibi, bombardımana tabi tutuluyor.