Sirenler Kimin İçin Çalıyor?

Saat dokuzu beş geçe... Siren seslerini duyuyor musunuz? İstanbul Boğazı'nda vapurlar susuyor, motorlar duruyor, tüm Türkiye'de nefesler tutuluyor. Herkes bir anlığına duruyor. Arabalar frenlere asılıyor, simitçi amca tepsiyle kalakalıyor, martılar havada donuyor. Hayat bir dakikalığına duruyor. Herkesin gözü, kulağı o sese kilitleniyor. Dışarıdan bakınca ne kadar da saygılıyız, vefalıyız... Ama bu sadece göstermelik bir saygı gibi duruyor. Vitrindeki mankenler gibiyiz, üzerimizde gösterişten ibaret bir elbise. Belki de o siren sesi, bize kim olduğumuzu hatırlatmak için çalıyor.

Peki duyuyor musunuz? "Çağdaş medeniyet seviyesi" diyoruz ya hani, sık sık dilimize doladığımız ama anlamını çoktan unuttuğumuz o meşhur söz...

Kız çocuklarını okula göndermeyip evlendirenler, 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.' diyenler, bilimi reddedip hurafelere sarılanlar... Bu mu çağdaşlık, bu mu medeniyet? Medeniyet dediğimiz şey, sokaktaki aç bir köpeğe ya da kediye su vermek, onları beslemek değil mi? Ya da farklı olana saygı duymak, kadınlara, çocuklara değer vermek değil mi? Ama biz bunları unuttuk. Değerlerimizi sadece törenlerde hatırlıyor, göstermelik anıyoruz.

'Yurtta sulh, cihanda sulh' prensibi... Dünyanın dört bir yanında savaşlar, zulümler, akan kan... Kendi içimizde bile birbirimize düşmanız. Siyasi görüşler, inançlar, etnik farklılıklar... Bahane çok, yeter ki birbirimize zarar verelim. Peki sulh nerede? Barış nerede? Hoşgörü nerede? Yoksa bu kavramlar tarihin tozlu sayfalarına mı gömüldü? Gülümsemeyi bile birbirimize çok görür hale geldik. Komşusuna selam vermeyen, birbirine yabancı insanlar olduk. Kendi mahallemize, ülkemize yabancılaştık. Bazı şehirlerde gerçekten yabancılaştık; farklı dillerde konuşan topluluklar oluştu, insanlar birbirini tanımıyor. Kendimizi azınlık gibi hissetmek artık an meselesi, çünkü gerçekten kendi evimizde yabancı hale geldik.

'Eğitim şart!' diye haykırıyoruz ama neyin eğitimi? Düşünmeyi, sorgulamayı bırakıp sadece itaat etmeyi mi öğretiyoruz? Eğitim dediğin insanı özgürleştirmeli, düşünmeyi öğretmeli. Ama okullar yetersiz, öğretmenler mutsuz, öğrenciler testlerle boğuşuyor. Ezberci sistem, geleceğin yaratıcı beyinlerini daha şimdiden köreltiyor. Geleceği şekillendirecek nesilleri kaybediyoruz. Çocukların düş kurmasına izin vermiyor, hayal gücünü köreltiyoruz. Eğitim dediğin, hayal gücünü beslemek değil midir? Öğrenciler bıkmış, öğretmenler motivasyonunu kaybetmiş... Ve biz bu kısır döngüyü izlerken bir ses kulaklarda yankılanıyor; 'Eğitimin amacı bir Allah korkusu, iki kuldan utanmadır.' diyor.

"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir!" diyoruz her 29 Ekim'de.

Peki millet nerede? Hâkimiyet kimde? Seçilmişler mi, atanmışlar mı? Atanmışların kararları mı geçerli, seçilmişler sadece figüran mı? Yoksa hâkimiyet sadece belirli bir grubun elinde mi? Halkı küçümseyip, kendi çıkarlarımızı önceliyoruz. Gerçekten milletin dediği mi oluyor, yoksa her şey atanmışların elinde mi?

Her 10 Kasım'da siren sesleri yankılanıyor, hepimiz bir dakikalığına duruyoruz. Ama gerçekten duruyor muyuz, yoksa sadece duruyor gibi mi yapıyoruz? 9 Kasım'da neredeydiniz, 11 Kasım'da ne yapacaksınız? Saygı duruşu mu, yoksa sadece bir duruş mu? Siren sesi mi uyandırıyor bizi, yoksa vicdanımız mı sızlıyor? Gerçekten hissettiğimiz saygı mı, yoksa toplumun baskısından kaçmak için mi duruyoruz? Bir dakikalığına durmak kolay ama o duruşu kalbimize taşımak zor. Atatürk'ü anmak, sadece siren sesine saygı duruşu yapmak değil; onun değerlerini, ilkelerini yaşamak ve yaşatmak demek. Peki biz bunu yapıyor muyuz?

Siren sesi susuyor. Hayat normale dönüyor. Ta ki bir sonraki 10 Kasım'a kadar... Peki ya Atatürk'ün ilkeleri? Cumhuriyet'in devrimleri? Hangi ara unuttuk o idealleri, hangi ara bu kadar yabancılaştık? 'Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak' bir hedef değil miydi? Ama biz bu hedefi kaybettik. Onu sadece özel günlerde hatırlanan bir lider haline getirdik. Oysa o, her gün yaşanması gereken bir fikir, bir vizyondu. O vizyonu kaybettik, sadece heykelleriyle, fotoğraflarıyla yetinir olduk. Gerçek devrimleri ve ilkeleri kalbimize taşımamız gerekirken, sembollerle yetinmek bizi uzaklaştırdı.

Evet, sirenler çalıyor... Çalıyor ki duyalım. Uyanalım. O sirenler Atatürk'ü anmak için değil sadece... Bizi bu değerlere bağlamak, unuttuklarımızı hatırlatmak için çalıyor. Gerçekten saygı mı duyuyoruz, yoksa sadece duruyor muyuz? 

O sirenler bizi uyandırmak için çalıyor, duyuyor musunuz, yoksa hâlâ uyuyor musunuz?

Instagram

X

LinkedIn

Web

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"
TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"