Şipşak Ben’in Maceraları: Acaba Resimdeki Ben Olabilir Miyim?

Otomatik fotoğraf çeken kabinlerden birine girdiniz. Saçınızı başınızı düzelttiniz. Parayı atıp düğmeye bastınız, flaş çaktı. Tuhaf  bir ses, arkasından kısa bir sessizlik, sonra delikten resimler çıktı. Alıp baktınız: Tanımadığınız bir insan…

Ne hissedersiniz? Önce şaşkınlık ve tabii ki inkar: Nasıl yani bu da kim?

Benden önceki müşterinin resmini bir daha basmış belli ki aptal makine. Derken; “Paramı da yedi kahrolası!”, yani bir doz da kızgınlık. Ardından bir deneme daha yaptınız, çünkü lazım şu resimler. Yine façayı düzelttiniz, yine parayı deliğe… flaş patladı, zırıltılar ve takırtılardan sonra delikten hafif nemli resimler düştü. Aldınız… Ve kan beyninize sıçradı, yine o tanımadığınız surat. Bu sefer biraz farklı gerçi, biraz kızgın ve sıkkın görünüyor ama surat aynı surat. Bu kadarı fazla ama bu alet sapıtmış.

Yandaki kabine geçtiniz, aynı hareketler… Ve evet, aynı sonuç. Durun ve kendinize bir daha sorun: Ne hissederdiniz? Önce inkar soslu şaşkınlık patlaması, sonra akıl yürütmeye çalışırken akıl tutulması ve bu sefer daha fazla kızgınlık. Ama neye kızdığınızı bilmediğiniz bir kızgınlık. Bir suçlu olmalı ama kim? Makineler? Makinelerin sahibi? Fotoğraftaki kişi? Evet o… Peki o kim? İşte bu soru sizi bir sonraki adıma, yani bir iç hesaplaşmaya taşıyan soru. Acaba resimdeki ben olabilir miyim? Ya ben benim bildiğim “ben” değilsem; bu mümkün mü?  O zaman hayatımın tamamı bir yanılsama mı? İnsanı delirtebilecek, döndürerek içine çekip yok edecek bir mutsuzluk anaforu bu soru. Ben kimim sahiden? 

Buraya kadar neredeyse herkes benzer bir yolu izliyor. Şaşkınlık, inkar, kızgınlık, iç hesaplaşma ve yoğun mutsuzluktan geçen bir patika bu yol. Geri kalanını ise hepimiz kat edemiyoruz. Halbuki en keyifli tarafı orası: Resimde gördüğünüz yüzün bize ait olabileceğini kabullenme, bu “yeni” benle tanışma ve onunla barışık yaşama. O ana kadarki kabulünüzden vazgeçmenin tedirginliğiyle yeniye erişmenin hazzı bir arada ve üstüne kendinizle barışmanın huzuru. Mutluluk…

Çocukken istediklerimizi her zaman elde edemesek dahi ne istediğimizi biliriz.

“Doğru” olanı değil canımızın çektiğini isteriz. Hareketlerimiz başkaları tarafından kontrol edilse de arzularımız bizimdir. Onlar gerçekleşmezse ağlarız içimizden geldiği gibi. Yetişkin hayatın içine doğru daldıkça seçimlerimiz kendi arzularımızdan çok içinde bulunduğumuz toplumun doğruları tarafından yönlendirilir. Büyüdükçe arzularımızı gerçekleştirme gücünün arttığını sanırız ama artık o arzular bizimkiler değildir. Hedeflerimize ulaşamazsak yine ağlarız belki ama arkasından ağladığımız kaçırılmış hedefler bizimkiler değildir artık. Olsun farkına varmayız, ağlarız becerebilirsek, bu sefer hırsla ve kızgınlıkla. Çocukluğumuzdakine benzer samimi gözyaşları ise çoğunlukla o hedeflere ulaşınca boşalır gözlerimizden. Hayır sevinç gözyaşlarından bahsetmiyorum. Arzularımızı gerçekleştirince bizim asıl istediğimizin o an elde ettiklerimiz olmadığını anlarız bazen. İçimizdeki çocuğun sahici arzularının yerine tanımadığımız bir insan kendi hırslarını ve hedeflerini koymuştur, daha doğrusu hayatımıza el koymuş,  yüzümüzü çalmıştır.

Flaş Çakınca..

Hayatımızın en parlak anında yakalar bizi bazen bu “gerçeklik anı”. Flaş çakmıştır. Kendi görüntümüze bakarken gözlerimiz kamaşmış ve bir an kapanmıştır. Sonra açarız onları ve aslında her sabah aynada gördüğümüz yüzün bizim olmadığını idrak ederiz. O andan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmaz. İnkar, kızgınlık, aklımızı kullanma çabaları boştur. Şanslıysak düşeriz kendimize giden girdabın içine, akarız.

Dr. Ecmel Aydar 

Popüler İçerikler

Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı