Biz sinema tutkunları için iki gözümüzün çiçeği, baharın müjdecisi Filmekimi’nin 2021 programı açıklandı. Bu yıl 8-17 Ekim tarihleri arasında Atlas 1948, Beyoğlu ve Kadıköy Sineması'nda gerçekleşecek olan festivalin biletleri 4 Ekim’de genel satışa sunulacak. Onun öncesinde gelin, dikkat çeken 13 filmi yakından inceleyelim!
Filmekimi’ni bu yıl Julia Ducournau’un Cannes’dan Altın Palmiye ödülüyle dönen yeni filmi Titane ile açıyoruz. BBC’nin yılın en sarsıcı filmi olarak sunduğu Titane, havaalanında yüzü morarmış bir halde bulunan bir adamın kendisini on yıl önce kaybolan Adrien Legrand olduğunu iddia etmesiyle gelişen cinayet dolu bir dizi olaylar silsilesini konu ediniyor. Raw ile psikolojik sınırlarımızı fazlasıyla zorlayan Ducournau’nun bu kez neler yaptığını perdede izlemek için sabırsızlanmamak elde değil.
Sonunda Wes Anderson’a kavuşuyoruz. Pandemi nedeniyle planlandığı tarihte vizyona giremeyen, Lea Seydoux’dan Benicio del Toro’ya, Frances McDormand’dan Tilda Swinton’a gerçek bir yıldızlar geçidi sunan The French Dispatch, The New Yorker dergisinde yayımlanmış orijinal makalelerden esinlenen sıra dışı üç hikayenin Anderson rejisiyle iç içe geçmiş öyküsünü konu ediniyor. Film 1925-1975 arasını merkeze alıyor.
Çölümüze vaha, gönlümüze bereket, gözümüze şenlik… Denis Villeneuve’un pandemi nedeniyle vizyon tarihi ertelenen, önümüzdeki ay HBO Max ile eş zamanlı olarak vizyona girecek olan yeni filmi Dune, Türkiye prömiyerini Filmekimi’nde gerçekleştirecek. Geçtiğimiz hafta vizyona girdiği 24 ülkede 35 milyon doları aşkın hasılat elde eden film, ailesi çöl gezegeni Arrakis'in kontrolüne sahip olan Paul Atreides'in hikayesini anlatıyor.
Holy Motors’da bizi büyüleyen, tabiri caizse koltuğumuza çivileyen canımız ciğerimiz Leos Carax’ın başrolde Adam Driver ile Marion Cotillard’ı buluşturduğu yeni filmi Annette, kuşkusuz ki bu yılın en büyük sinema olaylarından biri. Cannes’dan En İyi Yönetmen ödülüyle dönen film, dünyaca ünlü bir soprano ve sivriliğiyle tanınan stand-up komedyeni eşinin yeni doğan çocukları Annette ile değişen hayatını konu ediniyor.
Aşk, hayat ve İtalyan siyasetine dair söyledikleriyle her daim bizi kendine çeken canımız ciğerimiz Paolo Sorrentino'nun yeni güzelliği The Hand of God, 1980'lerin sallantılı İtalya’sında, Napoli'de bir delikanlının büyüme hikayesini konu ediniyor. Sinema aşkından Maradona'ya kadar dönemin her etkisini mercek altına alarak kendi kişisel hikayesini sunan Sorrentino'nun yeni filmi, prömiyerini yaptığı Venedik'ten Büyük Jüri ödülüyle döndü.
Asghar Farhadi sinemasını özleyenler, evet hepimiz, bir adım öne yaklaşalım. Bu yıl Cannes’dan Jüri Büyük Ödülüyle dönen, Farhadi’nin yeni filmi A Hero, ödeyemediği bir borç yüzünden hapis yatan Rahim’in iki günlük izni sırasında alacaklısını ikna etmeye çalışırken değişen hayatını konu ediniyor. Farhadi’nin kamerasını yeniden İran’a çevirdiği film, gittiği her festivalde topladığı beğenilerle dikkat çekiyor.
Fransız yazar Annie Ernaux’un kitabından beyaz perdeye uyarlanan ve Venedik’ten En İyi Film ödülüyle dönen Happening, Fransa’da kürtajın henüz yasal olmadığı 1960’lı yıllarda istenmeyen hamileliğini bitirmeye çalışan bir genç kadının çabalarını konu ediniyor. Hikayesine kattığı rahatsız edici sahneleriyle 2021’e damgasını vuran filmin yönetmen koltuğunda daha çok senarist kimliğiyle tanıdığımız Audrey Diwan oturuyor.
Japon sinemasına sevgimiz ayrı, her filmde üstüne koymayı başaran Ryusuke Hamaguchi filmlerine ise apayrı… Haruki Murakami’nin bir hikâyesinden sinemaya uyarlanan Drive My Car, kaybettiği eşinin acısını içinde yaşayan bir tiyatro yönetmeninin Çehov oyunu sahnelemek üzere davet edildiği Hiroşima'da tanıştığı 20 yaşındaki şoförüyle olan içsel hesaplaşmasını konu ediniyor. Prömiyerini yaptığı Cannes’dan En İyi Senaryo ödülüyle döndü.
Harikalar yarattığı Thelma’dan beri gözümüzün yollarda kaldığı Joachim Trier, dönüşünü bu sene Oslo Üçlemesinin son halkasıyla yapıyor. Prömiyerini yaptığı Cannes’dan En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle dönen The Worst Person in the World, 30’lu yaşlarına gelen Julie’nin varoluşsal kaygılarını ve hayattaki amaç arayışını anlatıyor. İzlemeyenler için öncesinde serinin daha depresif ilk iki filmi, Reprise ve Oslo, 31 August’u izlemelerini öneririz.
Prömiyerini yaptığı Cannes'tan Jüri Özel Ödülü, sonrasında katıldığı Saraybosna'dan En İyi Film ödülüyle dönen Great Freedom, savaş sonrası Almanya’sında eşcinsel olduğu için art arda hapis cezasına çarptırılan Hans'ın koğuş arkadaşı katil Viktor ile aralarında gelişen politik aşk hikayesini konu ediniyor.
Beş yıl önce sinemaseverleri büyülediği Olli Mäki'nin En Mutlu Günü'nden beri sessizliğini koruyan Kuosmanen'in beyaz perdeye dönüşünü müjdeleyen Compartment No. 6, ne sosyal sınıfları ne milliyetleri ne de başka bir şeyleri benzerlik taşıyan iki tren yolcusunun öyküsüne odaklanıyor. Birbirlerinden hiç hazzetmeyen Rus maden işçisi ile Finli arkeoloji öğrencisinin zamanla filizlenen ve ön yargıları kıran ilişkisini inceleyen film, Rosa Liksom'ın romanından esinlenildi.
Tecavüz ve cinsel saldırı temasını gerilimiyle müthiş entegre ederek dikkatleri üzerine çeken Elle'den sonra beyaz perdeye dönen yönetmen Paul Verhoeven, bu kez genç yaşına rağmen hızla sivrilen rahibe Benedetta'ya odaklanıyor. Cannes'da Altın Palmiye için yarışan film, başka bir rahibeyle ilişkiye girdiği ortaya çıkınca ömür boyu hapis cezası verilen Benedetta Carlini'nin gerçek yaşam öyküsünü trajik bir dille ele alıyor.
Son olarak Netflix filmi Pieces of a Woman ile bizleri büyüleyen Macar yönetmen Kornél Mundruczó’ın bu yıl Cannes’da prömiyer yapan yeni filmi Evolution da bu sene Filmekimi programında. Macar sinemasının bu seneki en çarpıcı örnekleri arasında sayılan film, 2. Dünya Savaşı'ndan günümüze bir ailenin üç kuşaklık tarihini Holokost travması üzerinden ele alıyor.