Edebiyatla biraz ilgisi olan herkesin bildiği Monna Rosa akrostişi ve o akrostişin ilk harflerinin oluşturduğu Muazzez Akkaya ismi dilden dile anlatılarak efsanevi bir hâl almıştır.
Muazzez Akkaya Sezai Karakoç ve Cemal Süreya'nın sınıftan arkadaşıdır. Sezai, Muazzez'e büyük bir aşkla bağlıdır ve Muazzez'in anlattığına göre ona kitaplar, şiirler hediye eder. Bu bağlılık sadece Sezai'ye özgü değildir, o sırada Cemal Süreya'da Muazzez'e tutulmuştur. Öyle ki zaman zaman mantosunun cebinde şiirler bulan Muazzez, bunların kime ait olduğunu anlamaz. Ancak daha sonra sınıfa girdiğinde Cemal Süreya'nın, mantonun cebine konan şiirlerin aynısını tahtaya yazdığını fark eder.
Pek de gizli olmayan ikinci aşığı Cemal Süreya'dır. Sezai Karakoç'ta tutku halini alan bu aşk, kendini Monna Rosa ve Ping-pong Masası şiiri olarak gösterir. Özellikle Ping-pong masası şiiri bu aşkın boyutunu çok iyi gösterir, Muazzez Akkaya gayet iyi pingpong oynayan hatta okul takımında olan bir genç kızdır.
20 Nisan 1952, günlerden Pazar, sınıfça bir kır gezisi düzenlenir. Arkadaşları ıslarla Monna Rosa’yı okumasını isterler. Gönlü onları kırmaya elvermez ve okur. Bir üst sınıftan arkadaşı olan Cevat Geray bu şiiri ister. Cevat Geray, Sezai’den habersiz şiiri alıp Hisar dergisindeki arkadaşlarına götürür. Şiir hisarda yayınlanır ve büyük bir ilgi ile karşılanır. Şiir o kadar büyük bir ilgi görmüştür ki ardından Mülkiye dergisinde yayınlanmış ve adına nazireler yazılmıştır.
Bu aşk hikayesi Sezai Karakoç tarafından yalanlanırken, Muazzez Akkaya tarafından doğrulanır. Ancak Muazzez Akkaya’nın bu şiirden sonra şiirin Sezai Karakoç tarafından okunduğu yeri terk edip intihar ettiği gibi bilgiler gerçek dışıdır. Zira Muazzez Akkaya bir müddet Amerika’da yaşamış, hatta yakın dönemde Türkiye’de bir bankanın reklam filminde bile yer almıştır. Tüm bu bilgilere karşın Sezai Karakoç şiirin sadece sanat amaçlı yazıldığını şu sözlerle açıklar:
“Bu şiir gittikçe beni dünyasına çekmekteydi. Gül kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. Monna Rosa böyle doğdu, modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatılış şeklinde başladı şiir. Rosa bilindiği gibi gül demektir. Böylece aşağılanan gül kavramını yeniden gündeme getirmek istedim.’’
“Monna Rosa’nın her şiir gibi bir doğuşu vardır. Ama şiire bakıp bir takım senaryolar uydurulduğu söyleniyor ki bunların çoğu asıl ve esastan mahrumdur şüphesiz. Şiire bakıp tümünü hayatın bir fotoğrafı gibi düşünmek, şiiri hiç anlamamak demektir. Dante’nin ilahi komedyasında geçen Beatris'in gerçekten var olup olmadığı tartışılmış ve bir takım yakıştırmalardan öte kimlik bağlantısı kurulamamıştır.”
Monna Rosa'yı dinlemek için tıklayınız
Ping-pong Masası'nı dinlemek için tıklayınız
Helal denir, susulur, hayatımıza kattıkları için...
Bugün dünya sürgünü bitti kendi diliyle… Rahmetola…