Yani, hepimiz kendi vedamıza ağıt yakıyoruz. Bize ayrılan sürenin daha bitmediğine ve daha bitmeyeceğine inanmaya çalışarak kendimizi sakinleştiriyoruz. Oluyor mu, olmuyor. Tam sakinleşmişken ölümle ilgili belirsiz düşüncelerin girdabına kapılıyoruz. Nerede, kaç yaşında, neden ve nasıl? İşte bu ‘’ortak insanlık hali’’. Bütün acıların ve korkuların babası ölümdür. Ölümü sakince algılamak için ölmeden ölmek gerekir ki bu da insan olmanın yerden yüksek hali, çoğumuz bunun dışındaki bahçede oynuyoruz.
Anneler, eşler, dostlarımız, siyasetçiler, rehberler 'ben olmasam bütün düzen sarsılır, boşluğum doldurulamaz, kimse benim yaptığım gibisini yapamaz' gibi düşüncelerle kendilerini üzerler. Maalesef bu bir yalan. Biz gidince kimse ölmeyecek. Hayata tutunma içgüdüsü bizim olmadığınız yerde çocuklarımıza anne, eşimize eş olacak. Memleketler yeni liderlerinin peşine düşecek, başka dostlar gelecek. Biraz yalpalama muhakkak ama kimse kimsesizlikten ölmeyecek. Hatta ne olacak biliyor musunuz? Mesela eşiniz eşsiz olduğunu öğrenecek. Anlam yanlış anlaşılmasın, eşiniz eşi olmadan da hayatta kalabildiğini fark edecek. Öldükten sonra bizden geriye kalanlara bakıp bizi arayıp aramadıklarına bakacak olsaydık bu sanırım çok acı olurdu. Aradığımız şey bizden geriye boşluksa elbette bu kaçınılmaz. Fakat aradığımız şey bu boşluğun ardından dağılma ve artık biz olmadan yaşamı devam ettirememeyse bunu bulamayacağız. Zira kimse vazgeçilmez değil.