İçsel yolculuğa çıkabilme cesaretini gösterebilenlerimiz, kendimizle ve dilimizle başa çıkabilmeyi öğreniriz. İçimizdeki yetenek ve kültür bize, kıyasıya mücadeleyi ve diğerleriyle nasıl başa çıkabileceğimizi öğretir. Karşımızdakiler için ne kadar baskıcı, suçlayıcı ve olumsuz olabiliyorsak, onları o kadar kontrol edebileceğimize inanırız. Kim bilir, belki de böylelerimiz için o zehirli dilin yanında kanayan bir kalp vermiştir hediye olarak Yaradan. Soktukça zehrini akıtarak kendi kalbini iyileştireceğine inanmıştır o. Oysa bilmez ki ilahi sistem böyle çalışmaz, acıttıkça canın yanar, sokan dilin zehri yavaş yavaş tüm bedenine yayılır.
Hayat okulunda şunu öğrenmiş olabiliriz, “dilim ne kadar keskin olursa avımı o kadar hızlı sokar, sersemletirim ve istediğim hedefe daha hızlı ulaşırım.” Bu inanç sebebiyle insanlar birbirleriyle kıyasıya bir yarışta. Her yer kırılmış kalpler, kanayan yaralar, duyduğu her acı söz karşısında midesinde biriken çakıl taşlarını hazmetmeye çalışan hasta insanlarla dolu… Jung der ki, “gölgesini tanıyan insan kendisiyle başa çıkabilen, gelişmiş insandır.” Ben de bu dönemin bir çeşit olgunluk dönemi olduğunu düşünüyorum. Hepimizin kendimizi etkin kullanma rehberine ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.