İş dünyasında da durum farklı değil. Rekabetin, üretkenliğin ve hızın içinde, kendi öz sesimizi unuttuğumuzda yaratıcılığımız da bizden uzaklaşıyor. Çünkü yaratıcılık, zihnin çabası değil, ruhun genişlemesidir.
Meditatif bir iş hayatı, “hiçbir şey yapmadan” oturmak anlamına gelmez. Aksine, yaptığın her şeyi farkındalıkla yapabilme sanatıdır. Toplantıya girdiğinde, sadece konuşan değil, dinleyen olmayı seçmektir. Bir mail yazarken, kelimelerin titreşimini fark etmektir. Bir strateji planlarken, zihninin hızını değil, iç sesinin yönünü izlemektir. Yani “sessizlik”, eylemsizlik değil, bilinçli eylemin kaynağıdır.
Günümüz iş dünyası sürekli “daha fazla” peşinde. Daha fazla satış, daha fazla görünürlük, daha fazla takipçi, daha fazla üretim... Fakat kimse “daha fazla derinlik” demiyor. Oysa ruhun açlığı nicelikle değil, nitelikle doyurulur. Bu yüzden, meditatif iş hayatı bir karşı devrim gibidir. Bir girişimcinin kendine fısıldadığı şu cümleyle başlar:
“Bugün daha çok değil, daha derin olacağım.”
Modern çağın en büyük illüzyonu “yoğunluk = değer” denklemidir. Ne kadar meşgulsen, o kadar başarılısındır. Ne kadar dolu bir takvimin varsa, o kadar önemlisin.
Lao Tzu binlerce yıl önce bu yanılsamayı tek cümlede özetlemişti: “Yapmakla değil, bırakmakla bütünleşirsin.”
Yani bazen büyümenin yolu, bırakabilmekten geçer. Her şeyi kontrol etme isteği, yaratıcı akışı durduran en büyük duvardır. Kontrol ettikçe zihin sıkışır, sıkıştıkça da sezgi kaybolur. Oysa sezgi, girişimcinin en derin pusulasıdır. Gerçek sezgi sessizlikte doğar.