Sesler Kısılsın, Sözler Yutulsun (!)

İmdat diyemeyenlerin çığlığı, “şiddet”; yolunu kaybetmiş bir ruhun seçtiği çıkış yolu. Başka bir çıkış yolu bulamamışların ise “ben buradayım” deme şeklidir. Göz ardı edilen bir isyan biçimidir şiddet…

Günümüzde, toplumun birçok bölümünde varlığını devam ettiren, karmaşık bir olgudur.

Bu karmaşıklığı anlamak için şiddetin sadece fiziksel bir patlama olmadığını aynı zamanda zihinsel bir fırtına olduğunu kavramak gerekiyor. İnsan zihnini ele geçiren, görünmeyen bir fırtına, şiddetin karanlıklarını aydınlatan bir gölge yaratır. Bu karanlığı oluşturan psikolojik faktörler, kırık bir camdan sızılan ışık gibidir.

İnsanların şiddete yönlenmesine neden olan en güçlü duygulardan biri öfkedir. Engellenme ve yoksunluk ise bu duyguya sebep olmakla beraber saldırgan davranışlara gerekli zemini hazırlamaktadır.

Geçmişin izleri, duygusal tepkileri kontrol etmeyi zorlaştırır ve şiddeti teşvik eder. Çocukluk döneminde kişiliği şekillendiren yakın ilişkiler içinde bulunan insanlarla kurulan ilişkilerin içeriğinde maruz kalınan ihmal veya şiddet, bireyin davranış biçimine şekil verir. Bireyin sevgi, güven ve kabul gibi temel duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda kişide duygusal yoksunluk gelişmesi kaçınılmazdır. Bu bireylerin, öfke yönetiminde ve iletişim becerilerinde zorluk yaşamalarının yanı sıra empati eksikliği, bağlanma problemleri ve kendine yönelik öfke duygularını geliştirmeleri de olasıdır.

Bu durumlar bireyin deneyimlerinin travmatikliği gibi faktörlere bağlı olarak farklılık gösterebilmekle beraber bireyin hayatındaki ilişkilerinde tatmin olamamasına ve sonucunda da şiddet gibi davranışlara yönelmesine zemin hazırlar. Şiddet- agresyon eğiliminde duygusal yoksunluğun önemi kaçınılmazdır fakat eşlik eden başka faktörler de vardı.

Bandura sosyal öğrenme kuramının ışığında gerçekleşen sosyal çevrenin, sosyal davranışlar üzerindeki etkisini incelemek istemiş ve sosyal öğrenme ve saldırganlık üzerine bir deney gerçekleştirmiştir.

Bu deney için çocuklardan oluşan iki grup oluşturmuş olup; birinci gruba, Bobo adı verilen bebeğe saldırgan davranışlarda bulunan bir yetişkinin olduğu video izletilmiştir. İkinci gruba izletilen videoda ise yetişkin, Bobo ile agresif olmayan şekilde oynamıştır. Şiddet uygulayan videoyu izleyen gruptaki çocukların saldırgan davranışlarında artış gözlemlenmiş olup öğrendikleri davranışları Bobo bebeğin üzerinde taklit yoluyla denedikleri görülmüş. Bu deney öğrenmenin saldırgan davranış üzerindeki etkisini gösteren bir örnektir.

Bireyin ilk sosyal çevresi ailesidir. Bu nedenle ailede gözlemlediği davranışların önemi yadsınamaz.

Buna ek olarak günümüzde etkisi göz ardı edilemeyecek olan diğer faktörler ise sosyal medya ve televizyondur. Çocuğun küçük yaştan itibaren medyanın dayattığı bu şiddet içerikli videolara, oyunlara ve sahnelere maruz kalması, bu davranışları öğrenmesine yol açacaktır. Bu nedenle çocukları sağlıklı sosyal etkileşimlere teşvik etmenin önemini ve olumlu rol modellerinin, ebeveynlerin karakterlerinin, davranışlarının önemi büyüktür. Ebeveynler şiddete karşı en önemli koruyucu faktör ya da şiddetin ana üreme alanı olabilir. Peki ya ebeveynlerin mirası olabilir mi şiddet?

Bireyin iç dünyasını şekillendiren ‘şiddet eğilimi’ genetik mirasın etkilerini taşıyor. Genetik faktörlerin öfke düzeyini etkilediği, aile ağaçlarında dolaşıp, benzer ritimde devam ettiğini gösteren araştırmalar vardır. Genlerin yarattığı ‘şiddet yatkınlığı’ ve  çevresel faktörler arasında önemli bir etkileşim vardır. Şiddete katkıda bulunan biyolojik faktörler arasında doğum öncesi deneyimler de yer almaktadır.

Bu deneyimler, annenin alkol, madde bağımlılığı gibi durumlarını kapsar. Alkol ve madde bağımlılığının, bağımlı kişide duygusal kontrol zayıflığına, zihinsel ve iletişim sorunlarına neden olduğunu, ek olarak beyin kimyasında bozulmalar yaşattığını gösteren araştırmalar vardır. Bağımlı ve hamile bir annede gerçekleşen bu bozulmaların bebeği etkilemesi ise kaçınılamazdır.

Bu bağımlılıklara maruz kalan bebekler, duygusal ve davranışsal sorunlar yaşama eğilimindedir. Anne karnında başlayan bu süreç, çocuğun başa çıkma mekanizmalarını etkilemekle beraber çeşitli psikolojik sorunlara neden olabilmektedir. Depresyon, anksiyete ve antisosyal kişilik bozukluğu gibi psikolojik hastalıklar, kişinin duygusal dengesini kaybetmesine neden olabilir. Tüm bu risk faktörleri saldırganlık öyküsünü yazmaya daha anne karnındayken başlar.

Birçok faktörün birbiriyle etkileşiminin karmaşık resmini ortaya çıkarır.

Birçok faktörden etkilendiğini gördüğümüz şiddeti, yalnızca görünürde gerçekleşen bir olay olarak görmek yerine, tüm bu faktörleri anlamak, temel nedenlerini öğrenerek önlemeye çalışmak demektir. Her insanın içsel yolculuğu empatiyle ve destekle güçlenir, böylece şiddetin yerine başka duygular konulabilir. Gerçek dönüşüm, her bireyin içsel labirentleri anlamaktan geçmektedir. Bu nedenle gelin, sesleri kısıp sözleri yükseltelim…

Instagram

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Cübbeli Ahmet Çakarlı Araçla Geldiği Etkinlikte Şeriatı Savundu: Skandal Sözlere Tepki Yağdı!