Sesil Aktürk Yazio: Yârim İstanbul

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

-Orhan V. Kanık

Yârim İstanbul… Yüzyıllardır birçok kültüre ev sahipliği yapmış, koynunda büyüdüğüm şehri gözlerim açık ya da kapalı dinlemek gittikçe zorlaşıyor.

Mimari eserleri ile dünya tarihinde yer almış Istanbul’ um görgüsüzlüğü güçlü bir şekilde vurgulayan yapıların esareti altında; sanki dokunduğumuz her şey taşa dönüşmüş ve dönüşüyor.

“Son teknoloji” ile inşa edilen yapıların iğfal ettiği rüzgâr, yeşil alanların tahribatı, 1950’lerde dünyada, deniz ekosisteminin zenginliği ve balık türlerindeki çeşitliliğiyle Portofino’ dan bile önce anılan Marmara Denizi can çekişiyor.

Bu sorunlara eklenen, göçlerin etkisi, tabakalaşma ve kent yaşamının yeni gündemleri; liste oldukça uzun. Olanlar ve değerler arasında sıkışıp kalmış Istanbulous’un hayal kırıklığı çok büyük ve tahammül gücü gittikçe azalıyor.

Oysa, örneğin “ev yapmak”; görgü, kültür, estetik anlayış gerektiren ve bana göre oldukça da romantik bir düşüncenin ürünü. 

İnsanların güldüğü, ağladığı tüm hayatları boyunca sığınacağı yaşam alanlarını tasarlarken, doğanın kaynaklarını ve canlı türlerin yaşam haklarını koruyarak yapmak, ayak izlerini küçültmek ve bir binaya baktığında Guernica’yı değil de zarif bir aklın hayata özenle dokunuşunu görmek, bir sanat eseri gibi anlam yüklediğine şahit olmak şahane olurdu.

Belki de şimdi listemizde yer alan, birçok sorunun gerçekleşme ihtimalini ama en çok da “değersizleştirme” gibi hoyrat hislerin etkilerini ortadan kaldırırdı. Tutunacak güzel bir akıl, biraz estetik, biraz iyi niyet... Zaten.

Bu zihinsel istismardan biraz olsun uzaklaşmak için Büyükada vapuruna her bindiğimde İstanbul’un kalbine hançer gibi saplanmış yapıları, daha net görüyor ve arkamı hiç değilse bir süreliğine dönmeden önce, tüm benliğimle mantramı tekrarlıyorum “İstanbul’a “yeni” bir çivi bile çakılmasın”.

İnsanın ruhunu iyileştiren deniz kokusu ve Aieoluss hayallerimi dalgaların köpüklerine katarken dilerim ki, Aphrodite bir kez de Marmara Denizi’nin köpüklerinden doğar.

Büyükada’da cadde ve sokaklar, yasemin, hanımeli ve ıhlamur kokar; Achilleus ve Hector eleledir.Büyükada’da cadde ve sokaklar, yasemin, hanımeli ve ıhlamur kokar; Achilleus ve Hector eleledir.  

Güneş, denize sırt üstü uzanmış gibi görünen Heybeli Ada’nın tam kalbinden batar. İnsanı kendine hayran bırakan bu manzarada, gökyüzünün renkleri bir de buz kristalleri üzerinde oynaşıyor ve efelerin en yeşili yaşamın dar kalıplarının yükünü alıp sizi destekliyorsa, o zaman bu bir seyirlik an olmaktan çıkıp, ruhunuzdan geçip giden bir yola dönüşür.

Böyle zamanlarda en çok, Bouzouki dinlemeyi severim.

Bütün enstrümanlar gibi kendine has bir sihri var; bana göre çok hassas, biraz da efkârlı. Belki de bu gitar ve bağlamanın karışımı bir enstrüman olmasından ileri geliyor. Gitar ve bağlama karışımı klavyesi, bağlamanın tellerine ve gitarın perde düzenine sahip. 

İsmi hakkında iki ayrı hikaye var; ilki sazdan bozularak yeni bir çalgı oluşturulduğu için başlarda bozuk denmiş ve sonradan Yunanca telaffuzla birlikte “Bouzouki” adını almış. Diğer hikayeye göre ise bir saz çalma şekli olan bozuk düzenden gelmesi sebebiyle bu ismi aldığı.

Kopuz ve Ud’ la aynı aileden gelen Bouzouki’ nin gövdesi yumurta biçiminde ve bağlamanın uzun sapına sahip. 

Bouzouki, Stratos Dionysiou, Parios, Dalaras ve Haris Alexiou ile hemen hemen aynı gün tanıştık. 

Sanırım 11-12 yaşlarındaydım. Disco müzik ve ritimlere alışmış, dans etmeyi çok seven ben için Startos Dionysiou ile karşılaşmak şaşırtıcı bir o kadar da büyüleyici bir deneyimdi. 

Dionysiou’nun insanı hipnotize eden bir yorumu var. Hayatında yaşadığı zorlukların müziği ve yorumu üzerindeki etkilerini, içtenliğini, derinden hissedebiliyorsunuz. 

Erken yaşta babasını kaybedip, çalışma hayatına atılmak zorunda kalmış. Savaş sonrası dönem. Yoksulluk, kıtlık, yoksunluk... Büyükler için bile dayanılmazken, bir çocuğun cılız omuzlarında yeryüzünün bütün yüküyle, hem kendisi hem ailesi için hayatta kalma savaşını vermesi çok büyük bir mücadele. Sonunda terzi olarak iş bulan Dionysiou 20 yaşına gelince evlenmiş ve terzi olarak çalıştığı Selanik’te geceleri şarkı söyleme başlamış. Sonrası malum son nefesine kadar şarkı söyledi ve bize Ola Gia Ola Dika Sou, Thimisou, O Paliatzis gibi dinlemeye doyamadığımız şarkılar bıraktı.

“Alimono Mou” onun çok sevdiğim şarkılarından sadece biri. Şöyle diyor şarkıda:

“Akılda birçok gizli aşk yaşanabilir 

ama kalbimde sadece bir tane olacak ”

İnsanı alıp başka kıyılara bırakan büyüleyici Natassia Theodoridou... İlk üç albümünde platin plak statüsüne ulaşan tek Yunan kadın sanatçı. 14 Mart 2010 yılında Alpha TV tarafından; toplamda on platin ve üç altın albümle, 1960 yılından itibaren ülkede en çok satan 12. kadın sanatçı seçilmiş.

Aslında gazeteci ama okurken müzik eğitimine devam ediyor ve Dionysiou gibi o da Selanik’te klüplerde şarkı söylemeye başlıyor.

“Mia Kókkini Grammí” onun 2009 yılında çıkarttığı albümü ile aynı adı taşıyan şarkısı:

Veee Parios’un kendi döneminin en önemli birkaç yorumcusu arasında saydığı Antonis Remos ve benim repeat’te dinlediğim şarkısı I Nýchta Dyo Kommátia (Éspase i nýchta)...

Muhteşem “Haris Alexiou” ülkemizde oldukça iyi tanınan,sevilen sanatçılardan bir diğeri.

Yannis Parios, Yunan müziğinin mihenk taşı; dünyaca bilinen ve sevilen çok kıymetli isimlerden biri.

Ve son şarkı da yine ülkemizde bilinen ve çok sevilen bir isimden, Giórgos Ntaláras’tan.

Bir de Goran Bregoviç’le çalışması “Pou Na ‘SaiTwra” var ki yasemin, ıhlamur ve hanımeli kokan şu ana en çok yakışan.

Popüler İçerikler

İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!
Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Kanseri Yenen Eski Arka Sokaklar Oyuncusu Dizi Setlerine Yeniden Dönme Kararı Aldı