Bu sorunlara eklenen, göçlerin etkisi, tabakalaşma ve kent yaşamının yeni gündemleri; liste oldukça uzun. Olanlar ve değerler arasında sıkışıp kalmış Istanbulous’un hayal kırıklığı çok büyük ve tahammül gücü gittikçe azalıyor.
Oysa, örneğin “ev yapmak”; görgü, kültür, estetik anlayış gerektiren ve bana göre oldukça da romantik bir düşüncenin ürünü.
İnsanların güldüğü, ağladığı tüm hayatları boyunca sığınacağı yaşam alanlarını tasarlarken, doğanın kaynaklarını ve canlı türlerin yaşam haklarını koruyarak yapmak, ayak izlerini küçültmek ve bir binaya baktığında Guernica’yı değil de zarif bir aklın hayata özenle dokunuşunu görmek, bir sanat eseri gibi anlam yüklediğine şahit olmak şahane olurdu.
Belki de şimdi listemizde yer alan, birçok sorunun gerçekleşme ihtimalini ama en çok da “değersizleştirme” gibi hoyrat hislerin etkilerini ortadan kaldırırdı. Tutunacak güzel bir akıl, biraz estetik, biraz iyi niyet... Zaten.
Bu zihinsel istismardan biraz olsun uzaklaşmak için Büyükada vapuruna her bindiğimde İstanbul’un kalbine hançer gibi saplanmış yapıları, daha net görüyor ve arkamı hiç değilse bir süreliğine dönmeden önce, tüm benliğimle mantramı tekrarlıyorum “İstanbul’a “yeni” bir çivi bile çakılmasın”.
İnsanın ruhunu iyileştiren deniz kokusu ve Aieoluss hayallerimi dalgaların köpüklerine katarken dilerim ki, Aphrodite bir kez de Marmara Denizi’nin köpüklerinden doğar.
Büyükada’da cadde ve sokaklar, yasemin, hanımeli ve ıhlamur kokar; Achilleus ve Hector eleledir.Büyükada’da cadde ve sokaklar, yasemin, hanımeli ve ıhlamur kokar; Achilleus ve Hector eleledir.
Güneş, denize sırt üstü uzanmış gibi görünen Heybeli Ada’nın tam kalbinden batar. İnsanı kendine hayran bırakan bu manzarada, gökyüzünün renkleri bir de buz kristalleri üzerinde oynaşıyor ve efelerin en yeşili yaşamın dar kalıplarının yükünü alıp sizi destekliyorsa, o zaman bu bir seyirlik an olmaktan çıkıp, ruhunuzdan geçip giden bir yola dönüşür.