Sesil Aktürk Yazio: "Q"

Kuzey Amerika ve Avrupa’da merkezlenip tüm dünyayı etkisi altına alan “Büyük Depresyon” zamanlarıydı. Buhran en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, kentlerde işsizler ve evsizler ordusu meydana getirmişti.

Buhranın yıkıcı etkileri şehirleri ve kırsalı kavururken, Chicago’nun güneyinde 1933’ün 14 Mart’ında Quincy Delight Jones Jr dünyaya geldi.

Annesi Sarah Frances, Rusya Lativa’dan göç eden Ashkenazi Yahudileri’ndendi, site yöneticisi ve banka müdürüydü. Babası Quincy Delight Jones’un kökleri ise Kamerun’a dayanıyordu. Yarı profesyonel beyzbol oyuncusu ve marangozdu.

Annesi şizofreni hastasıydı, bir gün, sağlık ekipleri birlikte yaşadıkları eve gelip Sarah Frances’in itiraz çığlıklarına aldırmadan, deli gömleği giydirip onu götürdüler. Tüm bunlara şahit olan yedi yaşındaki Quincy ve kardeşi hayal kırıklığına uğramış ve terk edilmişlerdi.

Bir süre babaannelerinde kaldılar, oldukça değişik biriydi. Hayatının başlarında köle olan bu kadın ot, yaprak, fare her şeyi pişiriyor ve yemek diye önlerine koyuyordu.

Güney Chicago gangster cennetiydi, her mahalleyi, sokağı yöneten bir çete vardı. İzni olmayanların giremediği, girmeye kalkışanların ise mutlaka bedelini ödedikleri bir sistem vardı. Elbette her insan hata yapabilir. Quincy daha yedi yaşında bir çocuktu ve bir sabah yanlış bir sokağa saptı. Cezası hemen kesildi buz kıracağı ile kafasında hala izini taşıdığı bir delik açıldı, ve elini demir çitlere dayayıp sustalıyı tam ortasından geçirdiler.

Quincy’nin yeryüzündeki yedinci yılı büyüklerin bile kaldıramakta zorlanacağı acı tecrübelerle doluydu.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir gün babaları bir kadınla çıkıp geldi. Üvey anne, bir süre sonra onlara duygusal şiddet uygulamaya başladı. Çocuklar sevilmediğini, istenmediğini hissediyordu ve bu onların zaten korkudan tir tir titreyen kalbini çok ama çok kırıyordu. Üvey anneleri onlara bir kez olsun isimleri ile seslenmemiş, bir kere bile yüzlerine bakmamıştı.

Annelerinden haber alamamışlardı ve babaları eğer anneleri gelirse onları öldüreceğini söylüyordu. “Anne” tehlikeli, kötü bir şeyin sembolüydü. Bu yüzden anneleri akıl hastanesinden kaçıp onları bulduğunda, nefessiz kalana kadar koşup ondan kaçtılar.

Quincy artık 11 yaşındaydı, daha fazla Chicago’da kalmamaya karar verip, Seattle’a taşındılar ama orası da güvenli değildi. Etraf kanun kaçakları ile doluydu ve her gün bir insanın öldürüldüğüne şahit oluyorlardı.. İnsan gördüğüne özenir, Quincy de gangster olmayı istiyordu.

Kardeşi de kendisi de artık sokaklardaydı ve onun kurallarına göre yaşayacak, geleceğini bu kurallar çerçevesinde inşa edeceklerdi.

Bir gece hırsızlık yapmak için girdiği yerde bir “piyano” gördü. O andaki duygularını şöyle anlatıyor Quincy Jones “Kesinlikle müthiş bir andı… Piyano o kadar etkileyici, o kadar güzeldi ki bunun bir insanın elinden çıkmış olması imkansızdı. Sihirliydi ve kesinlikle bu dünyaya ait değildi..”

Quincy piyanonun etkisinden kurtulamamıştı ve ertesi gün dersten sonra müzik odasına gidip perküsyon, trombone, horn, saksafone ve trompet gibi bir çok enstrümanı denedi. Enstrumanları denedikçe hayrete düşüyor daha önce hiç hissetmediği duyguları yaşıyordu. Bambaşka bir dünyanın keşfiyle, belki de hayatında ilk kez kendini bir yere ait hissediyordu. Sonunda trompette karar kıldı.

Hiçbir zaman bir annesi olmadığından müziğin annesi olmasına karar verdi. ”Madem bir annesi yoktu, onu seven müzik pek ala annesinin yerine geçebilirdi. Ve müzik, Quincy ne kadar çalışırsa o kadar karşılığını verdi, onu bozguna uğratmadı, kandırmadı, terk etmedi. Annesinin aksine ona cesaret veriyor, hayatını iyileştiriyordu.

“Nereden geldiğini bilirsen ulaşmak istediğin yere daha kolay varırsın”

14 yaşında gruplarda çalmaya başladı. 16 yaşında Ray Charles adında birinden bahsedildiğini duymuştu.

Ray Charles tanışmalarını söyle anlatıyor “Şehirde yeniydim ve bu 14 yaşındaki çocuk yanıma geldi bana “ Adım Quincy Jones, trompet çalıyorum ve beste yapmak istiyorum” dedi. Hemen kaynaştık. Ona “ Her müziğin ruhu vardı Quincy” dedim “Tarzı önemli değil, ruha sadık kal yeter””

1951 yılında Boston’da “Schillinger House” müzik eğitimi bursu kazanmıştı. Ama Quincy, Lionel Hampton’ dan gruba katılma teklifi alınca, burs programından ayrıldı ve 50’ler boyunca turlara katıldı.

“Enstrümanları çalmayı öğrendikten sonra müziği duymaya başladım dört trompet, dört trombone, 5 saksafon piyano ve gitar benim için tanrıydı. Bu yüzden orkestra şefi oldum.”

Bir gün “caz haricinde müzik yapmak istiyorum” deyip, 1957’de klasik müziğin kraliçesi Nadia Boulanger’ le çalışabilmek için Paris’e yerleşti. Ona

“ Orkestrasyonla ilgili her şeyi öğrenmek istiyorum” dedi ve çalışmaya başladı. Çok çalıştı hatta kulaklarına zarar verecek kadar çok..

1963 ‘de Lesley Gore’un keşfedilmesinde rol oynadı ve It’s My Party”nin yapımcılığını üstlendi. 60’lı yıllar boyunca hep göz önünde kaldı. Bu arada Frank Sinatra’yla tanıştı. Tam 4 yıl sonra ondan bir telefon aldı “ Hey Q, Dizzy ile yaptığınız şeyi çok sevdim. Ben de “Fly Me To The Moon” u swing söylemek istiyorum beraber çalışalım” dedi. Şarkının bu muhteşem yorumu 1969’da Neil Armstrong “Ay”a ayak bastığında ilk çalan şarkı oldu.

Frank Sinatra ve “Q” nun birlikteliği birçok güzel şeyin başlangıcı oldu. Dinah Washington, Peggy Lee, Count Basic, gibi sanatçıların aranjörlüğünü de üstlendi.1968 yılında “Akademi Ödüllerine” aday gösterilerek, tarihte bu aday gösterilen ilk Afro-Amerikan oldu.

Sonunda çok çalışmaktan geçirdiği beyin kanaması sebebi ile iki kez ameliyat olunca trompet çalması yasaklandı..

“710 yıldır aynı 12 nota…”

1970’ler de caz ve soul sanatçılarla olan çalışmalarının ardından, 70'lerin sonundan sonra sonra Pop’un Kralı Kabul edilen Michael Jackson’la çalışmaya başladı. Quincy “Caz ve Soul’dan Pop’a nasıl geçtiği” sorulduğunda şöyle cevaplıyor “Biz he türlü müziği çalıştık, çaldık; salsa, jazz, cuban… Çünkü sadece iki tür müzik vardır, iyi müzik ya da kötü müzik. Count Basie, Dizzy Gillespie, Sarah Voughan, ile çalışan “Q” ile, Michael Jackson’ın prodüktörü “Q” arasında hiç bir fark yok.”

1985 yılında, Afrika’daki kıtlık her gün kadın, erkek, çocuk, demeden can alıyordu. Su, yiyecek, ilaç sıkıntısı vardı. Michael Jackson ve Lionel Richie Afrika'daki yaşam savaşına destek olmak için “We’re the World”ü bestelediler. Quincy Jones ve Michael Omartian’ın yapımcılığı üstlendiği ve Dan Aykroyd, Herry Belafonte, Ray Charles, Bob Dylan, James Ingram, Bob Geldof gibi dünya listelerinin hayran olduğu otuz altı sanatçının katılımıyla “USA for AFRICA” topluluğu meydana geldi. Şarkı yayınlandığı sırada büyük etki yarattı ve başta Amerikan listeleri olmak üzere dünyanın bir çok yerinde zirveye oturdu. Şarkı 63.000.000$ kazandırdı. Elde edilen gelirle Afrika’ya tonlarca yiyecek ve ilaç yardım yapıldı. Bu şarkı 2010 yılında Haiti’ye yardım için yeniden seslendirildi. Michael Jackson son canlı performansında yine bu şarkıyı  seslendirmişti.

Papa II. Paul ile III. dünya ülkelerinin borçlarının silinmesi için çalışmalar yapan “Q” “80 yaşıma kadar yaşadığımı varsayarsak, 29.000 gün yaşayacağım ve benim buradan geçtiğimi herkes bilecek”

1990’lı yıllardan sonra temposunu yavaşlatan “Q” bu süreden sonra hem sanatsal hem de siyasi kişiliği ile öne çıkıyor.

2000 yılında Harward Üniversitesine 3.000.000$ bağış yapar ve 2004 yılında İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen “Dünya Ekonomi Forumu”na katılır.

“Q”, 2003 yılında kongre kararı ile kurulup, halka kapılarını 24 Eylül 2016 tarihinde açan “Afro-Amerikan Kültürü ve Tarihi Ulusal Müzesi”nin açılış seramonisinin organizasyonunu üstlenir. Afro-Amerikan hayatı, tarihi ve kültürünün belgelenmesine yönelik çalışmalar yürüten, ilk ve tek ulusal müzenin açılış seramonisine Barack Obama, Will smith, Rashida Jones, Oprah Winfrey gibi ünlü isimlerinde katılır. Müzeye şimdiye dek 36.000 in üzerinde eser toplandı ve neredeyse 100.000 kişi kurucu üyesi oldu.

”Bu jenerasyon için neler olduğunu bilmek büyük sorumluluk. İnsanları tenlerine göre değerlendirmek hastalıklı bir yapı..”

Ona “Deneyip de başaramadığın bir şey oldu mu?” diye sorulduğunda “evlilik” cevabını veren Quincy Jones konu annesine geldiğinde şöyle diyor. “ Ben onu sonradan anladım, o bizi sevdi…hem de çok sevdi, bütün engellemelere karşı koyup peşimizden gelip bizi bulacak kadar..”

Bu yazının yazıldığı zamana göre orkestra şefi, organizatör, besteci, düzenleyici müzisyen ve yapımcı Quincy jones 32.149 gündür yeryüzünde; bu süre zarfında, 2900’den fazla şarkı yazdı, 3000 albüm çalışması ve 51 film ve dizi müziği yaptı,1000’den fazla orijinal müzik üretti,79 kez Grammy Ödülü’ne aday gösterildi, 27 kez Grammy Ödülü’nü kazandı.Tüm zamanların en çok satan albümü “Thriller” ve “We are the World” single’I en çok satan single oldu.

Üç kez evlendi ve yedi çocuğu, altı torunu ve bir büyük torunu oldu ve şu anda hala çalışmalarına devam ediyor..

“Q” nun imzasını taşıyan beş vazgeçilemez şarkı:

1-  Dinah Washington / Mad About The Boy

2-    Patti Austin & James Ingram / Baby Come To Me

3-    Michael Jackson / Billy Jean

4-    George Benson / Give Me The Night

5-    USA for AFRICA / WE’RE THE WORLD

Popüler İçerikler

Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Tarih Verildi: 500 TL'lik Banknotlar Yolda
Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!