Sesil Aktürk Yazio: Köyün Kahini

İnsan Düşünmek,

Sevmek ve inanmak için

Dünyaya gelmiştir.

- Jean Jacques Rousseau

Derler ki, Afrodite biricik “Anteros”u (karşılık gören aşk) doğururken kardeşi Eros’u daha iyi gelişebilmesini sağlamasını dilemiş. Onun korumasında mutlu olup, gelişip güçlenebilecekmiş. Bu sebeple, Eros ne zaman kardeşi Anteros’a yaklaşsa içini bir sevinç kaplar, ne zaman ondan uzaklaşsa kederlenip ağlarmış. 

İlk nefesten bu yana aşk tanrısı Eros, Anteros’tan beslenerek, büyür, güçlenir ya da çocuklaşıp eski haline dönermiş.  

Yine Eros ve Anteros’un birlikte olduğu bir gün; güneşin pırıl pırıl parladığı köyde, yeni açmış bir gülün kokusundan ilham alan bülbül şarkısını söylüyordu. Bu duruma uygun olarak, aşk sarhoşu Colette, günlerini sihirli bir düşün parçasıymış gibi yaşamaktaydı. Yer ve gök Colin’in gözlerinde birdi ve bütün sırlarını onunla paylaşıyordu. 

Ama ansızın Anteros’ un uykuya dalmasıyla, cehennemin kapısı açıldı ve sarayın ihtişamlı hanımefendisi içeri girdi.  Colinn... Bir insan aynı hem anda hem var hem yok olabilir miydi? Sevmek ve aklını yitirmemek sadece tanrıya özgüydü. Colette şimdi ne yapmalıydı? Akıl danışmak ve kanatları kırık aşkının yazgısını öğrenmek için gizlice köyün falcısı gitti…

Le Devin du Village

Ölümsüzlük ülkesinden gelen ve ölümüyle yaşama katılan Jean Jacques Rousseau’nun, fırtınalı bir yaşamı oldu.

Jean Jacques Rousseau, Osmanlı Kültür ve Sanatına hayrandı. O doğmadan önce, babası Isaac Rousseau Osmanlı İmparatorluğu’nda Topkapı Sarayı’nda saray saatçiliği yapıyordu. Sultan III. Ahmet tahtaydı ve gerileme devrinin ilk ıslahatları için Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile çalışmalar yürütmekteydi. Kısa bir süre sonra Lale Devri başlayacak, Yirmisekiz Mehmet Efendi Fransa’ya gidecek, ilk lügat, matbaa, tulumbacılık teşkilatı ve Avrupa tarzında üretim Osmanlının yaşamına karışacaktı. 

Avrupa’daki gelişmeler daha hızlı ve güçlüydü, ilerlemeler çok yönlü gelişmekteydi çünkü bunu yapacak yeterli insan potansiyeli vardı. Isaac Rousseau eşinin ısrarlarına dayanamayarak İsviçre’ye geri dönmüştü. On ay sonra Jean Jacques doğdu. Annesi lohusalık hummasından dokuz gün sonra hayatını yitirince bakımını halası Suzanne üstlendi. 

Suzanne’in çok güzel bir sesi vardı, piyano çalıyor ve şarkı söylüyordu. Jean Jacques onu dinlemeye bayılıyordu. Babası sert bir adamdı, ama ona hak veriyordu sonuçta biricik aşkından Jean Jacques yüzünden ayrı kalmıştı. Yine de Bay Isaac müziğe ve kitaplara çok düşkündü. Birbirlerine kitap okuyup, eleştiriyor, müzik dinliyorlardı. Osmanlı Kültür ve Sanatını bu sohbetler sırasında babasından öğrenmişti. Bu anlar hayatına yön veren ve kesinlikle en paha biçilmez zamanlardı. 

Gözlerimin önünde sadece tatlılık örnekleri ve etrafımda sadece dünyanın en iyi insanları bulunurken, nasıl kötü olabilirdim? Babam, halam, dadım, akrabalarım, dostlarımız, komşularımız, beni çevreleyen her şey aslında bana boyun eğmiyor, ama sadece beni seviyorlardı ve ben de aynı şekilde onları seviyordum. İsteklerim o kadar az kışkırtılır ve onlara o kadar az karşı çıkılırdı ki, bir şey istemek aklıma gelmezdi.

- İtiraflar

Jean Jacques kendine çıkış yolları arıyor.

Böylece müzik eğitimine başladı çünkü müzik ve edebiyat hayatının çıkış kapısı olabilirdi. Babası Jean Jacques daha on yaşındayken onu bırakıp gitmek zorunda kaldı. Suzanne de onunla birlikte gitmişti. Bir süre dayısında, ardından kilise de kalmaya başladı ve on beş yaşında kilisedeki nefret ettiği işi bırakıp Cenevre’yi terk etti. On yıl Barones Warens’ın evinde kaldı.  Bu süreçte eğitimindeki eksiklikleri tamamlarken, Venedik’teki Fransız elçiliğinde yazmanlık yaptı. Bu arada İtalyan operası ile tanıştı ve ondan etkilendi. Hayatını kazanabilmek için, müzik dersleri verdi, beste yaptı ve nota kopyaladı. 

Paris mon Amour

Ardından Paris’e geldi ama Paris’te aristokratların, bilim insanları ve sanatçıları desteklediği salonlarda öne çıkmayı başaramadı ve bu dürüst, mütevazı yaşamının başlangıcı oldu. Birkaç yıl sonra Theresa Levasseur ile Rousseau ölene kadar sürecek olan birliktelikleri başladı.  

Her zaman kalbimde olan hayali, orada başka hiçbir hayale yer bırakmıyordu; o benim için dünyada var olan tek kadındı ve bana esinlediği duyguların sonsuz tatlılığı, cinsiyet duygularıma başkaları için uyanma zamanı bırakmayarak, beni ondan ve bütün cinsinden koruyordu. Kısacası, usluydum, çünkü onu seviyordum.

 - İtiraflar

Dedikodulara göre bu birliktelikten beş çocuk dünyaya geldi ama hepsi doğduklarından kısa bir süre sonra bakımevine verildi. Yakın arkadaşı olan Voltaire ise bunların tamamen uydurma olduğunu, Rousseau’nun kısır olduğunu iddia etmiş. Elbette şehirlerde efsaneler bitmez..

Çapkın Periler

Müzik tutkunu Rousseau 1747’de ilk operasını Çapkın Periler'i besteledi ama hakkında pek de iyi şeyler söylenmedi. Hatta Dijon’da teorisyen olan Jean Philippe Rameau eleştirilerinde “Müziği kendi kendine öğrenmiş bir adam için beste yapmayı denemek elbette hoş bir şey” sözlerine yer verir. 

İlk performansım 'Tosso’dan'dı, kahramanlıkla ilgiliydi, forteydi; ikinci bölüm, Ovide ise yumuşacıktı ve son bölümde dithyrambos’ların neşesini soluduğumuz Anacreaon. Kendimi ona öyle bir coşkuyla verdim ki, ilk defa bir kompozisyonda şehvetin lezzetlerini hissettim.

- İtiraflar 

Çapkın Periler için birkaç yeni düzenlemeye yapsa da, eleştirilerin tonu pek değişmedi.

Rousseau’nun dönüm noktası

Bu “umut vermeyen adam” için 1750 yılı bir dönüm noktası oldu. Dijon Akademisi’nin,” bilimlerin ve sanatların ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir?” sorusu üzerinden açtığı yarışmaya katıldı ve birinci oldu. Bu ona büyük bir saygınlık kazandırdı. 

1752’de ise ona şan, şöhret ve para kazandıran Köy Kahini’ni besteledi. Bu sözleri ve bestesi aynı kişi tarafından yazılan ilk operaydı. Çok sevildi Avrupa ve Amerika’da birçok kez gösterildi.

'Eşitsizliğin Kökeni'

1754’te tekrar Dijon Akademisi’nin düzenlediği yarışmaya katıldı. “Eşitsizliğin Kökeni” adlı deneme, Akademi’nin jüri üyeleri tarafından dönemin geleneksel düşünce yapısına aykırı, gereksiz ayrıca çok uzun bulundu.

Rousseau kitabında iki tür eşitsizlikten bahsediyordu, doğal eşitsizlik ki bu fiziksel sağlık, bedensel güç gibi doğanın yarattığı eşitsizliklerdi; diğeri ise manevi ya da politik eşitsizlikti. Onun ilgilendiği alan temelinde “mülkiyet” kavramının yattığı politik eşitsizlik idi. Bu tür bir eşitsizlik tabakalaşma yaratıyordu ve doğası gereği iyi olan insan yozlaşıyordu. Bu denemeyle ödül kazanamadı ama eseri ona dünya çapında ün ve saygınlık kazandırdı.

Ve Julie veya Yeni Heloise

1961’de Schopenhauer’ın gelmiş geçmiş en iyi dört romandan biri olarak nitelediği, sınıfsal farklılığın aşkı üzerine kurulu Julie veya Yeni Heloise'i yayınladı. Kitapta soylu Julie d'Étange ve mütevazı öğretmeni St. Preux arasında yaşanan tutkulu aşkı üzerinden; sürekli yenilenen önyargıları, çatışan kanaatler nedeniyle herkesin kendisiyle çatışma içinde olmasını anlatıyordu. Romantik akıma zemin hazırlayan roman yüzyılın en çok satan romanı oldu. 

Kitabı Paris’ten uzaklaşıp bir kır evine yerleştiği zaman yazmıştı.

Dünyaya yeni bir biçim kazandıran Toplum Sözleşmesi

Rousseau 1762’ yılında Fransız Devrimi’nin el kitabı, “Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ve “Evrensel İnsan Hakları Bildirisi” özü ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve inkılaplarının ilham kaynağı olan Toplum Sözleşmesi'ni yazdı. İlerde Mustafa Kemal Atatürk “Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyecekti.

Tüm dünyayı etkisi altına alan Toplum Sözleşmesi dört kitaptan oluşuyordu; ilki sözleşmenin niteliği üzerineydi, ikincisi egemenlik ve yasa üzerine düşüncelerini, üçüncü kitap hükümet biçimleri ve son olarak da “Genel İrade”nin korunması için kurumlar hakkındaki görüşlerini içermekteydi.

Toplum Sözleşmesi fikri ilk Sokrates tarafından ortaya atılmıştı. Ama artık sözleşmeyi yapanların haklarının da korunduğu yeni bir sözleşmeye ihtiyaç vardı. İnsanı kölelikten kurtarmak ve özgürleştirmek için “Genel İrade”ye dayalı bir yönetim şekli önerdi. 

Genel İrade, bireylerin kendiliğinden bireysel haklarını soyut ama bölünemez bir iradeye devretmeleriydi. Bencilce düşünen kişiler için değil, tüm toplum için en iyi olan, kolektif bir bilinç ve tamamen toplumun yararına bir anlaşma.

Ama öyle bir anlaşma ki, devlet içinde yaşayan bireyler hem özgür olabilecekler hem de devlete itaat edecekti. Yani sözleşmenin temelinde “devlete itaat” ve “özgürlük” karşıt kavramlar değil, birleştirilen kavramlardı.  

Türk inkılabının da temel niteliklerinden biri olan “milli hakimiyet” düşüncesi “Genel İrade” kavramına dayanmaktaydı. Yeni Osmanlılardan itibaren Türk Milleti, milli hakimiyet düşüncesine dayanan anayasalı meclisli bir siyasal düzen amaçlamış ve bu, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının gerçekleştirmek için mücadelelerinin merkezine koydukları bir ideal olmuştu. Milli Hakimiyet ve bağımsızlık fikirlerine ilk defa Teşkilat-ı Esasiye’ de yer verilmişti.  

Emilé ya da Eğitim Üzerine

Aynı yıl, yani 1962 ‘de Fransız Devrimi sırasında yeni ulusal eğitim sistemi kurulmasında ilham kaynağı olan Emilé ya da Eğitim Üzerine yayınladı. Ama kitap yasaklanıp yakılınca Fransa’dan da kaçıp İsviçre’ye yerleşmek zorunda kaldı.

Yeryüzünde yetmiş sene geçirdim yedi yıl yaşadım. İç çekerek “neden geldim dünyaya” diye soruyordum kendi kendime. Yaşamak için yaratılmıştım, yaşamadan ölüyordum.

- İtiraflar

İtiraflar adlı otobiyografisini 1764 yılında yazmaya başladı.

1764 yılında İtiraflar adlı otobiyografisini yazmaya başlayan Rousseau, yetkilerle sorun yaşayınca buradan da kaçtı, önce İngiltere’ye ardından gizlice tekrar Fransa’ya giriş yaptı. İtiraflar’ın I-VI bölümü 1764-67 arasında yazıldı ve 1782’de basıldı, itirafların ikinci serisi olan VII ve XII ise 1769-70'te yazıldı ve 1789’da basıldı. Tasarladığı üçüncü seri ise hiçbir zaman yazılamadı.

Kıbrıs’lı Pygmalion

1771 yılında Jean Jacques Rousseau, Köy Kahini'nden sonra en etkili çalışması olan Pygmalion’u sahneledi. Günümüzde pek icra edilmese de kendi döneminin ilk gerçek melodramlarından biriydi.

(Müzik eşliğinde mim hareketlerden ve sözlerden oluşan) Parça, enstrümental müzik ve sözlü mono dramadan oluşuyordu. Bu kendi dönemi için oldukça yeni bir türdü. Özellikle Avrupa’nın Almanca konuşulan bölgelerinde.  

Bir vanitas sembolü olan  Yunan Mitolojisi’ne göre Kıbrıs’ta yaşayan bekar mütevazı bir heykeltraş Pygmalion konu ediyordu. 

Yaşadığı adadaki tüm kadınlar Afrodite’ye saygısızlık ettikleri için cezalandırılmışlar ve onun tarafından ahlaksız birer kadına dönüştürülmüşlerdi. Bu yüzden yalnızlığından sıkılsa da Pygmalion hayatını paylaşacak bir eş bulamıyordu. Kendini sanatına adadı. Aradığı kusursuz güzelliği yaşatacak, bir kadın heykeli yapacaktı. Günler ve gecelerce çalıştı. Nihayet heykeli bitirince, onu güzel giysi ve mücevherlerle süsledi. Sonunda eserine âşık olmuştu. Afrodite’nin onuruna düzenlenen bir festival gecesi, “eseri kadar güzel, zarif” bir aşk için tanrılara yakardı..

1962 yılında yazılıp, 1771 yılında sahnelenen Pygmalion’un müzikleri amatör bir müzisyen olan Horace Coignet’e ait. Bu stil 1970- ve 80'lerde özellikle İtalya ve Fransa’da kendi çağı le harmanlanarak popüler müzikte varlığını hissettirecekti

Jean- Jacques'in Yargıcı, Yalnız Walker’ın Hayalleri adlı kitaplarını tamamlayamadan 1778’de hayata veda etti.

Orada, bir yandan gezinerek, bir yandan da hoş bir dudak mırıltısından ibaret olmayan, ama güzellikleri gözümün önünde bulunan bu sevimli doğanın yaratıcısına içten bir gönül yükselişine dayanan duamı ediyordum. Oda içinde dua etmekten hiçbir zaman hoşlanmadım; bana duvarlar ve insanların ufak tefek eşyaları Tanrı ile benim arama giriyorlar gibi gelir. Kalbim Tanrıya yükselirken, onu kendi yapıtları içinde hayran hayran seyretmesini severim.

- İtiraflar 

İnsanın ayırt edici özelliğinin “özgür oluşu” olduğuna inanan, bu sebeple varlığını sınırlayan herkesi ve her şeyi hayatından çıkartıp gereken mesafeyi koyan Jean Jacques Rousseau, tüm hayatı boyunca eleştiri ve ön yargıların hedefinde oldu. Kendisi olmak, yaşamında, duygu düşüncelerinde özgür olmak isteyip bunları savunurken, kişilerin mevki veya zenginliklerini göz önünde bulundurmadan yapacaktı.  Ama elbette bu tavır karşılıksız kalmayacaktı ve bu onu persona non grata'ya kadar götürdü. 

Herakleitos demiş ki “İnsanın kaderi yazgısıdır”. Demek ki insanın sevmek, düşünmek ve inanmak için dünyaya geldiğine inanan bir insanın yazgısı onu yalnızlık, umutsuzluk ve birçok duygusal iniş çıkışla mücadele etmeye mecbur bırakıyor. Yine Herakleitos’a göre hayat çelişkilerin bütünü...

Onu eleştirilerin hedefi yapanlar son nefesini verdikten sonra da sessiz kalmadı. Ölümü ilgili birçok efsane vardı. Hatta XIX. yüzyıl boyunca intihara meyilli olduğu ve bir buhran anında silahla kendini vurarak intihar ettiği söyleniyordu. Sonunda 1897 yılında bir soruşturma (?) nedeniyle mezarı açıldı. Kafatası sağlamdı, kırılma ya da delinme izi yoktu.

Yazar, düşünür, filozof, politika ve müzik teorisyeni, besteci Jean Jacques Rousseau Paris’te Pantheon’a gömüldü.

Popüler İçerikler

Kızıl Goncalar Naim'in Yıllar Öncesinin Efsane Dizisinde Oynadığı Ortaya Çıktı!
Cem Yılmaz'dan Küfürlü Gönderme Gelmişti: Hasan Can Kaya'dan Ünlü Komedyene Cevap Geldi!
Dünyanın En Güzel 100 Kadını Listesine Türkiye'den 3 Ünlü Oyuncu da Girdi!