Doğuştan kazandığımız bireysel hakları korumak, eşitlik, barış, iyi güvenli bir gelecek, istediği yer ve zamanda iş kurma ve sağlık hizmetlerinden eşit şekilde yararlanma hakkı ve hepsinden önce bir insan olarak saygı görmek. Bu yüzden “karşı kültür hareketi”nin gelişmesi çok önemliydi çünkü sistem, insan ruhunun isteklerini karşılamak şöyle dursun, onu zombileştiriyordu.
Ayrıca iyi bir başlangıç için on yıllardır çabalanıyordu 1920’lerde dadaistler, onların ardından gelen sürrealistlere göre, yaratıcılık sadece sanatçıya özgü değildi, herkeste bir yaratıcılık yeteneği vardı. Freud’dan etkilenen Andre Breton Sürrealizm Manifestosu’nu hazırlarken şöyle diyordu: “Bilinçdışılık düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneğidir”. İnsanın kendisini keşfetmesi ve bunun için kendi yolunu seçmeleri gerekiyordu.
Toplumsal düzene, tüketime ve şiddete karşı çıkan “beat” ve onların devamı sayılan Hippiler “gölge etme başka ihsan istemem” diyerek tüm dünyaya yayılmıştı. Sigara bile kullanmayan pro-hippiler kendi üretip kendi tüketiyordu. Onlara sol kanattan, reklam karşıtı İsveçliler -’70’lerde daha etkili olacak olan- “progg”la katıldı.
Üretim araçlarının da biçimlendirilmesi gerekiyordu ve Swinging Sixties ‘60’ların 2. yarısında modernizm ve hedonizim (Swinging London) merkezinden; sanatta, modada ve müzikte gelişmelerinin de olduğu “pop ve moda”nın ihracatı ile sembolize edildi
“Karşı kültür” hareketi ile halkın otoriteye başkaldırısı siyasette yeni oluşumlar meydana getirdi. 28 Ağustos 1963’te Martin Luther King, “iş ve özgürlük hakları” için Washington’a yürüyüş eyleminde yaptığı konuşmayla bütün dünyayı etkisi altına aldı. King şöyle diyordu: “Bir rüyam var. Gün gelecek bu ulus ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak.” Şunu kendinden menkul bir gerçek olarak kabul ederiz ki bütün insanlar eşit yaratılmıştır.” Amerikan Yurttaş Hareketi önderi Baptist Papaz Martin Luther King’in Lincoln Anıtı önündeki konuşmasına katılan 200.000 kişinin kalbi aynı hayal için çarpıyordu.
Irksal baskılara karşı gelişen sosyopolitik hareketler Asyalı Amerikalıların hareketi, NY ve yakınlarındaki Portorikolu şair, yazar ve müzisyenleri kapsayan “Nuyorican” hareketi de eklenmiş, sáo ve perküsyon yan yana gelmişti.
Asyalı Amerikalılar, Vietnam Savaşı’na karşı çıkarak, savaş ve emperyalizm karşıtı aktivizmi desteklediler. Hükûmetin faşist kararlarına karşı beyaz, siyah, sarı ve kırmızı ellerini yeni bir dünya düşü ile birleştirmişti.
Dönemin Başkanı John F. Kennedy halkın isteklerine uygun, siyahilere, Amerikan yerlilerine ve diğer etnik gruplara kamusal alanlarda ve işe alımda yapılan negatif ayrımcılığın yasaklayan yeni bir yasa tasarısı hazırladı. Yasa, Amerika Birleşik Devletleri’nde “1964 Medeni Haklar Yasası” adı altında dönemin başkanı Lyndon Johnson tarafından imzalandı çünkü JFK uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmişti. “Karşıt kültür” Abraham Lincoln’dan sonra Amerikan tarihinin en saygı duyulan iki insanı Martin Luther King ve JFK’in ölümüyle hız kazanmıştı.
Amerikan halkı bütün farklılıklarına rağmen bir araya gelmişti ve asıl onları ayrımcılığa, şiddete, zorlayan anlayıştan kurtulup farklılıkların zenginleştirdiği bir başka dünya düşünü gerçekleştirmek için yola çıkmışlardı.
Değerlerin önem sıralaması değişmekteydi. Dünya barışı, adalet, sevgi, aşk, her şeydi. Bireysel deneyimleri, inandığı değerleri hiçe sayan; ne zaman evlenmen, kimine sevişip kaç çocuk yapman gerektiğine karar veren istismarcı sisteme karşı; kendi bedenini, koruma kararı almıştı. Ve “cinsel özgürlük” zamanı olarak da bilinen “cinsel devrim”i başlattı.
1960’larda hetoroseksüel, tek eşli ilişkiler dışında, evlilik öncesi cinselliğin daha fazla kabul edilmesi ile başlayan 1. dalga feminizm esas olarak; oy hakkı ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki engelleri kaldırmayı amaçlıyordu.
Peşi sıra gelen 2. dalga feminist hareket, tartışmayı daha geniş bir yelpazedeki konuları içerecek şekilde geliştirdi; cinsellik, aile, iş yeri, üreme hakları, fiili eşitsizlikler ve resmi yasal eşitsizlikler temeline touchdown yaparak isteklerini kabul ettirdi. Bu sadece kadınları özgürleştiren bir durum değişikliği değildi aynı zamanda, baskı altında verdiği kararlardan dönmek ve hayatını yeniden istekleri yönünde tasarlamak isteyenler için harika bir zemindi.
Saturday Night Fever filminde; ne istediğini anlayıp kalbinin peşinden gitmeye çalışan, ailenin yüz karası olarak nam salmış, başarısızlıklarla dolu “Tony” ile amacı ailesini mutlu etmek olan, tüm “doğru” ve “iyiliklerin” timsali abi mükemmel “Papaz Frank” karşılaştırılıyor ve elbette “Tony” yarışı her seferinde açık ara kaybediyordu. “Olması gerekenlerin” merkezine doğru itilip kakılması, Frank’in de kendi isteklerinin ne olduğunu keşfetme arzusuna, bu uğurda papazlık görevinden istifa etmesine kadar devam etmişti.