Sesil Aktürk Yazio: Dance Dance Dance

Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde dünya barışı tanıyacak.

-Jimi Hendrix

Hani bazı unutulmaz anlar vardır, hayatınızda bir şeyle ilk kez karşılaştığınız an, bir şekilde hatırınızda kalır. Belki e=mc2 ya da “F”in m1-m2 üzerindeki etkisi devam ettiğinden aklımızdaki yerini, “anın” kodlarında korur. Benim de böyle birkaç anım var hayatımda. Bunlardan biri “disco müzik” ve “disco dansla” ilk karşılaşmam.

Sanırım ilkbahar aylarıydı ya da aklımda öyle kalmış; evde kendi odamda oyun oynuyordum. Dört beş yaşlarındaydım. Salondan müzik sesleri geliyordu. Oyunumu bırakıp neler olup bittiğini öğrenmek için salona gittim. Annemin itina ile derleyip topladığı salonda eşyalar kenara çekilmiş, yastıklar oraya buraya fırlamış, tam ortada ise ablam ve abim dans ediyorlardı. 

Aramızdaki yaş farkı sebebi ile ablamın yazıp yönettiği “askerler geliyor” oyunundaki “taş” rolüm haricinde hiçbir oyunda yer alamıyordum bunu neredeyse kanıksamıştım ama bu sefer her zamankinden daha fazla içerlemiştim. Salonun ortasında hoplayıp zıplayıp değişik figürleri peş peşe sıralıyorlardı.

Heyecanla “Ben de ben deee” diyerek onların yanına gittim. Her zamanki “çekil kenara sen daha küçüksün” karşılığımı alarak sandalye ve masaların yanındaki yerimi aldım. Onlara olan tüm kızgınlığıma rağmen beni orada tutan bir şey vardı. Kollarımı kavuşturdum, alt dudağımı sarkıtım ama yine de yanlarında kalıp onları büyük bir dikkatle izledim. Bu arada bütün bu provaların okulun çay partisi için olduğunu öğrendim. 

Partinin de ne olduğunu bilmiyordum ama iyi bir şeydi mutlaka, çünkü insanın kanını kaynatan enfes bir müzik ve dans vardı. Karar verdim dans etmesini mutlaka öğrenecek, her ne olursa olsun en sevdiğim elbisemle bir metreye yaklaşmış boyumu “partide” mutlaka gösterecektim.

“Disco müzik” ve “disco dans”ı ile ilk karşılaşmam böyle oldu ve tabi BeeGees ile… Muhtemelen o yaştaki birinin bile bu şekilde derinden etkileyebilmesinin sebebi, müziğin içerik öğelerinin zenginliğiydi.

“Pop”, “soul”, “salsa” ve “funk”; telli çalgılar, akustik ve dijital piyano, Latin vurmalı çalgılar, bakır üflemeliler ve elekto-gitarların yer aldığı müziğin babaları, funk, soul ve R&B. 

İlk başlarda siyahi, hispanik, eşcinsel kültür ve gruplarda popüler olsa da “Stüdyo 54”, “Artemis”, “Studio 1” gibi dönemin önemli ve büyük Disco Clup’laeının açılması, Amerika Birleşik Devletleriyle birlikte tüm dünya genelinde yayılmasına sebep oldu. Elbette bunda “Disco Queen” lakaplı Donna Summer, Gloria Gaynor, Earth Wind & Fire, BeeGees, BoneyM gibi popüler sanatçı ve grupların büyük etkisi vardı.

Onlar şarkılarını besteleyip söylerken disco müzik zirveye ulaşıyordu. En önemlisi Hollywood, “karşıt kültürü” destekleyerek discoları ve disco müziğini dönemin özgürlük düşüncesiyle parlatmaktaydı. 1977 yapımı Saturday Night Fever gösterime girdiğinde artık “Karşı Kültür”, ”Disco Music” ve tabii ki “Disco”lar gençliğin odak noktasıydı.

Baş rollerini John Travolta, Karen Lynn Gorney’in paylaştığı kült gençlik filminde; topuklu ayakkabıları, bol paçalı pantolonu, kırmızı uzun yakalı gömleği ile dans edercesine, yaylanarak yürüyen Travolta; otoriter, öğretilmiş yaşam kurallarından devam eden bir jenerasyona ve onun baskısına karşı gelen asi bir genci canlandırıyordu. 

Filmde ailenin istediği gibi biri olmak, kendini kabul ettirmek, beğendirmek sevdirmek, saydırmak için geleneksel boyun eğiş yerine; hayatın yaratıcı yeteneklerinin rüzgarını arkalarına alıp, kendilerini ve çevresindeki şeyleri değiştirme, “otoriteye” karşı özgürleşme çabası anlatılmakta. Müziklerinin çoğu BeeGees imzası taşıyor; Staying Alive, ki arkadaki gitarlar eşliğinde dört yaşımda aklımı başımdan alan oydu, Saturday Night Fever, How Deep is Your Love, More Than a Woman, Jive Talking, You Should Be Dancing kendi zamanının ötesine geçen hâlâ çok sevilerek dinlenen şarkılar.

Peki dünya tarihinde bambaşka bir yere sahip olan bu kuşak gençliği ne istiyordu?

Doğuştan kazandığımız bireysel hakları korumak, eşitlik, barış, iyi güvenli bir gelecek, istediği yer ve zamanda iş kurma ve sağlık hizmetlerinden eşit şekilde yararlanma hakkı ve hepsinden önce bir insan olarak saygı görmek. Bu yüzden “karşı kültür hareketi”nin gelişmesi çok önemliydi çünkü sistem, insan ruhunun isteklerini karşılamak şöyle dursun, onu zombileştiriyordu.  

Ayrıca iyi bir başlangıç için on yıllardır çabalanıyordu 1920’lerde dadaistler, onların ardından gelen sürrealistlere göre, yaratıcılık sadece sanatçıya özgü değildi, herkeste bir yaratıcılık yeteneği vardı. Freud’dan etkilenen Andre Breton Sürrealizm Manifestosu’nu hazırlarken şöyle diyordu: “Bilinçdışılık düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneğidir”. İnsanın kendisini keşfetmesi ve bunun için kendi yolunu seçmeleri gerekiyordu.

Toplumsal düzene, tüketime ve şiddete karşı çıkan “beat” ve onların devamı sayılan Hippiler “gölge etme başka ihsan istemem” diyerek tüm dünyaya yayılmıştı. Sigara bile kullanmayan pro-hippiler kendi üretip kendi tüketiyordu. Onlara sol kanattan, reklam karşıtı İsveçliler -’70’lerde daha etkili olacak olan- “progg”la katıldı.

Üretim araçlarının da biçimlendirilmesi gerekiyordu ve Swinging Sixties ‘60’ların 2. yarısında modernizm ve hedonizim (Swinging London) merkezinden; sanatta, modada ve müzikte gelişmelerinin de olduğu “pop ve moda”nın ihracatı ile sembolize edildi

 “Karşı kültür” hareketi ile halkın otoriteye başkaldırısı siyasette yeni oluşumlar meydana getirdi. 28 Ağustos 1963’te Martin Luther King, “iş ve özgürlük hakları” için Washington’a yürüyüş  eyleminde yaptığı konuşmayla bütün dünyayı etkisi altına aldı. King şöyle diyordu: “Bir rüyam var. Gün gelecek bu ulus ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak.” Şunu kendinden menkul bir gerçek olarak kabul ederiz ki bütün insanlar eşit yaratılmıştır.” Amerikan Yurttaş Hareketi önderi Baptist Papaz Martin Luther King’in Lincoln Anıtı önündeki konuşmasına katılan 200.000 kişinin kalbi aynı hayal için çarpıyordu. 

Irksal baskılara karşı gelişen sosyopolitik hareketler Asyalı Amerikalıların hareketi, NY ve yakınlarındaki Portorikolu şair, yazar ve müzisyenleri kapsayan “Nuyorican” hareketi de eklenmiş, sáo ve perküsyon yan yana gelmişti.

Asyalı Amerikalılar, Vietnam Savaşı’na karşı çıkarak, savaş ve emperyalizm karşıtı aktivizmi desteklediler. Hükûmetin faşist kararlarına karşı beyaz, siyah, sarı ve kırmızı ellerini yeni bir dünya düşü ile birleştirmişti. 

Dönemin Başkanı John F. Kennedy halkın isteklerine uygun, siyahilere, Amerikan yerlilerine ve diğer etnik gruplara kamusal alanlarda ve işe alımda yapılan negatif ayrımcılığın yasaklayan yeni bir yasa tasarısı hazırladı. Yasa, Amerika Birleşik Devletleri’nde “1964 Medeni Haklar Yasası” adı altında dönemin başkanı Lyndon Johnson tarafından imzalandı çünkü JFK uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmişti. “Karşıt kültür” Abraham Lincoln’dan sonra Amerikan tarihinin en saygı duyulan iki insanı Martin Luther King ve JFK’in ölümüyle hız kazanmıştı. 

Amerikan halkı bütün farklılıklarına rağmen bir araya gelmişti ve asıl onları ayrımcılığa, şiddete, zorlayan anlayıştan kurtulup farklılıkların zenginleştirdiği bir başka dünya düşünü gerçekleştirmek için yola çıkmışlardı. 

Değerlerin önem sıralaması değişmekteydi. Dünya barışı, adalet, sevgi, aşk, her şeydi. Bireysel deneyimleri, inandığı değerleri hiçe sayan; ne zaman evlenmen, kimine sevişip kaç çocuk yapman gerektiğine karar veren istismarcı sisteme karşı; kendi bedenini, koruma kararı almıştı. Ve “cinsel özgürlük” zamanı olarak da bilinen “cinsel devrim”i başlattı. 

1960’larda hetoroseksüel, tek eşli ilişkiler dışında, evlilik öncesi cinselliğin daha fazla kabul edilmesi ile başlayan 1. dalga feminizm esas olarak; oy hakkı ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki engelleri kaldırmayı amaçlıyordu. 

Peşi sıra gelen 2. dalga feminist hareket, tartışmayı daha geniş bir yelpazedeki konuları içerecek şekilde geliştirdi; cinsellik, aile, iş yeri, üreme hakları, fiili eşitsizlikler ve resmi yasal eşitsizlikler temeline touchdown yaparak isteklerini kabul ettirdi. Bu sadece kadınları özgürleştiren bir durum değişikliği değildi aynı zamanda, baskı altında verdiği kararlardan dönmek ve hayatını yeniden istekleri yönünde tasarlamak isteyenler için harika bir zemindi. 

Saturday Night Fever filminde; ne istediğini anlayıp kalbinin peşinden gitmeye çalışan, ailenin yüz karası olarak nam salmış, başarısızlıklarla dolu “Tony” ile amacı ailesini mutlu etmek olan, tüm “doğru” ve “iyiliklerin” timsali abi mükemmel “Papaz Frank” karşılaştırılıyor ve elbette “Tony” yarışı her seferinde açık ara kaybediyordu. “Olması gerekenlerin” merkezine doğru itilip kakılması, Frank’in de kendi isteklerinin ne olduğunu keşfetme arzusuna, bu uğurda papazlık görevinden istifa etmesine kadar devam etmişti.

Filmde Frank ve Tony arasındaki bir diyalogta Frank şöyle diyor:

Filmde Frank ve Tony arasındaki bir diyalogta Frank şöyle diyor: “Açıklaması kolay değil Anthony, birçok sebebi var. Bir gün bir haça bakıyorsun ve çarmıhta ölmek üzere olan bir adamı görüyorsun. Ama bu işin esas yüzü değil. Esas mesele; annem, babam ve onların göstermelik iftihar hayalleri. Arzuları neyse seni o yöne itiyorlar, onların fantezilerine karşı kendini koruyamıyorsun. Bugüne kadar içimdeki tek inanç beni bir rahip olarak görmeleri imajıydı.”

Artık Frank ve tüm karşı kültür üyeleri için önemli olan “başkasının nasıl gördüğü değil kişilerin nasıl olmak istediği idi”.

Dönemin mantrası, efsanevi Jimi Hendrix gelmişti “Zamanı geldiğinde ölecek olan benim, bırakın hayatımı istediğim gibi yaşayayım.”

Tüm bunları doğum kontrol hapının normalleştirilmesi, kamusal çıplaklık, pornografi, evlilik öncesi sex, eşcinsellik, alternatif cinsellik biçimleri, kürtajın yasallaştırılması takip etti. 

Sessizlik, çığlıkları yutamaz olmuştu ve dünyada yer yerinden oynamıştı. Bütün bu olanlara her gün yeni bir protesto hareketi ekleniyordu. Anti nükleer hareket, insan hakları hareketleri, Mexica kökenli Amerikalılar yani Pachucos ve onları destekleyen siyahilerle genişleyen “Chicano” hareketi; Minneapolis ve Minesota’da Amerikan yerlilerinin tabandan başlayan zorunlu yoksulluk, ayrımcılık ve polis şiddetine karşı protestolar daha adil bir yaşam arzusunun karşı konulamaz gücünün ispatıydı.

California Üniversitesi ve Berkleey’den başlayıp yayılan öğrenci protestoları Amerikan Üniversite Kampüsü’nde yapılan ilk toplu sivil itaatsizlik eylemiydi. Öğrenciler  üniversite yönetiminin kampüs içi siyasi faaliyet yasağını kaldırması ve öğrencilerin ifade özgürlüğünü akademik özgürlük haklarını tanıması konusunda ısrar ediyordu.

Bu hareket yani “ifade özgürlüğü hareketi” yeni soldan etkilendi ve aynı zamanda sivil haklar hareketi ile yıllarca devam eden Vietnam Savaşı karşıtı hareketlerin elini tutuyordu. 

Sonunda “çoban” mat etti. İnsanları korkutarak; farklı olanı, insanların yaşamlarını ve yaşamsal değerlerini ezerek güç gösterisinde bulunulan sistemin önem sıralaması “karşı kültür” hareketiyle değiştirilip hak ve özgürlüklerin eşit olduğu “yeni bir dünya düzeni” meydana getirilmişti.

Jimi Hendrix’in söylediği gibi; sevginin gücü, güce olan sevgiyi yenmişti ve artık barış hakimdi. Dünya yepyeni bir form almıştı. Savaş bitmiş ve Nixon gitmişti. 

Disco müzik tam bu dönemlerde ortaya çıkmış ve popüler olmuştu, zengin içeriği halkın koşulsuzca birbirini kucaklaması, farklı kültürlerin birbirini zenginleştirmesi ile meydana gelmişti. Popülaritesi 1980’lerin ortalarına doğru düşmeye başladı. 1980 ve ’90'larda farklı tarzlarda geliştirilerek elektro dans, punk ve techno müzik türleri oluştu. Ancak disco kültürü daha yaygın hale gelerek “house music” ile sahneye çıktı. Batıda oldukça yaygınlaştı ve 2000’lere kadar popülerliğini milenyumda yerini “house”, “tekno” ve “trance”a bıraktı.

Disco müziği dünya çapında popüler yapan şarkılar hala zevkle dinleniyor ve Dim Zach gibi DJ ler tarafından remixlerle güncelleniyor.

Ama dönemi asıl dünya tarihinde özel kılan tüm karşıt unsurların birbirini kucaklayıp barış, adalet, eşitlik, sevgi merkezinde buluşabilme yeteneği idi. Muhtemelen hâlâ sevilerek dinlenmesinin sebebi müziğin ritmine işlenmiş ruhun arzu ve arayışları. Hâlâ bir Gloria Gaynor şarkısı ya da Donna Summer’in “karşı kültür”den etkilenen “She Works Hard For The Money”si günde 12 saat hayatta kalmak için çalışan modern köleler tarafından aynı coşkuyla dinlenebiliyor. 

Bu arada ben o partiye gittim, pistte dans etmeme izin vermeyenlere inat masaların üzerinde dans ettim  ve 8 yıllık sıkı çalışmadan sonra 12 yaşıma geldiğimde abimle birlikte disco dans yarışmasında 2. olduk. İnanıyorum ki müzik ve dans mutlu olmak ve hayatı iliklerinde hissedebilmek için en muhteşem araç. 

İyi müzik hayatı değiştirir… Hem de çok güzel değiştirir…

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!