Tüm yaşamı boyunca sağlık sorunları ile savaşan Beethoven’ ın işitme problemleri ilk 26 yaşında şöhret hayalleri kurduğu dönemde başlar. Bu çınlamaları ilk başlarda çok önemsemez ama bir süre sonra geçici olmadığını anladığında doktorların yardımına başvurur ve dönemin bütün tedavi yöntemlerini uygular. Doktorların tavsiyesine uyarak kırsala taşınır ve konu hakkındaki çalışmaları umutla takip eder. Bu yorucu süreçteki duygularını kardeşlerine yazdığı mektubunda söyle dile getirir;
“ … Düşünün ki altı yıldan beri çaresiz bir hastalığa tutulmuş bulunuyorum. Hastalığım hekimlerin bilgisizliğinden büsbütün ağırlaştı. Yıllar geçtikçe umutlarım birer birer suya düşüyor. Bir ihtiyacın baskısı olmadıkça, çekildiğim kuytu köşeden dışarı çıkmayacağım. Tesadüfen kalabalık arasına düşecek olsam sağırlığımın sırlarını açığa vuracağım korkusuyla ecel terleri döküyorum..”
Tecritte insanın ruhu boşluğa akmaz mı? Bir başkasına bulaşamayan sevinçlerin, hayallerin gölgesindeki özel hayatının çaresizliklerine, giderek artan sağırlığını, bu sebeple evlenmemeyi ve hala gizemini koruyan “Ölümsüz Aşkı” da eklemişti. Yıllarca âşık olduğu kadına mektuplar yazan Beethoven, onun ismini hiçbir yerde kullanmadı.
Mektuplarından birinde söyle diyordu;
“Oh, tanrım, birini bu kadar çok seven insan neden sevdiğinden ayrı kalmalıdır ki? Ve şimdi benim yaşamın çok değersiz, aşkın beni insanların en mutlusu ve en mutsuzu yapıyor; bu yaşta sakin ve düzenli bir hayata ihtiyacım var, ilişkimiz de böyle olabilir mi…”
Kolay biri değildi ama çevresindeki ağustos böceği korosu arasında öfkeli, bencil, narsist, ilişkilerinde hüsrana uğramış, asık suratlı, dağınık, cimri, hastalık hastası, aynı dedesi, babaannesi ve babası gibi alkolik olması ile ünlüydü. Pek çok sağlık sorunu vardı ve birçok yan etkisi olabilen tedavilere katlanmak zorundaydı.
Şöyle diyordu ““Ne çare ki bu güç işte gene sakatlığımdan ileri gelen engellerle karşılaştım. Öyleyken yine de kimseye “Daha yüksek sesle konuşun ben sağırım” diyemedim. Herkesten çok bende kusursuz olması gereken bir duyudan yoksun olduğumu nasıl söyleyebilirim… Ben ki vaktiyle pek az sanatkâra nasip olan, ince, derin, üstün bir işitme duyum olması ile övünürdüm. Hayır Hayır… Yapamazdım bunu! Onun için bir köşeye çekildim bağışlayın beni. Bende isterdim aranıza katılıp zevkle yaşamayı…””
Bir insan çevresindekilerle etkileşimden yoksun bırakıldığında, düş ve gerçek arasındaki farkı ne kadar duyumsayabilir? Öteki gittiğinde geriye ne kalır...
çok güzel elinize sağlık