Serhat Yabancı ile Sağlıklı İlişkilerin ve Psikolojik Dayanıklılığın Sırları

Sosyal medya, ilişkiler ve birey olma konuları üzerine düşündüğümüzde, iç dünyamızın derinliklerine yönelmek, ilişkilerdeki dengeleri anlamak ve sağlam bir psikolojik dayanıklılık inşa etmek kaçınılmaz hale geliyor.

Bu konuda rehberlik eden isimlerden biri, kişisel gelişim alanında önemli bir yer edinen Serhat Yabancı. Sadece bireylere değil, topluma da güçlü mesajlar veren Yabancı, sağlıklı sınırlar koymanın, duygusal sağlamlık geliştirmenin ve bireyin kendi hayatını yaşarken ilişkilerdeki dengeleri korumanın ipuçlarını veriyor. İlişkilerde yaşanan sorunları nasıl aşabileceğimizi, sosyal medyanın hayatımıza nasıl etki ettiğini ve modern dünyada bireyselliğin nasıl yanlış anlaşıldığını samimi bir dille anlatan Yabancı, bireyin hem kendisiyle hem de ilişkilerinde dengeyi bulmasına yönelik önemli tavsiyeler sunuyor.

Yedi kitap yazarı olan ve Kocaeli Kitap Fuarı'na katılımıyla kültürel alanda da katkı sağlayan Yabancı ile gerçekleştirdiğimiz bu röportaj, yaşamın her alanında sağlıklı sınırların, dengeli ilişkilerin ve bireyin kendisi olmasının önemini bir kez daha hatırlatıyor.

- Sosyal medyada, sağlıklı ilişkilerde sınır koymanın önemini vurguluyorsunuz. Bu sınırları belirlerken, bireylerin kendi bağımsızlıklarını nasıl koruyabileceklerini düşünüyorsunuz?

Sağlıklı toplumlarda sınırlar sağlıklı olur ve bu kimsenin kendini dışlanmasına veya ötekinin çizilen sınırdan dolayı kendini yok sayılmasına duvar örülmesine algı olarak neden olmaz ama iç içe geçmiş toplumlarda sınırlar belirgin olmadığı için sınır çizdiğiniz de karşıdaki kendini dışlanmış hisseder veya reddedilmiş hisseder ve ilişkiyi yürütemez veya ilişkiyi koparma noktasına gelir.

Oysa sınır çizmek birini sevmediğiniz, hayatınızda istemediğiniz anlamına gelmez. Ona incinmeyecek bir mesafe koymaya çalıştığınız anlamına gelir ya da kendi özel hayatınıza dair bir alan yaratma anlamına gelir. Sosyal medyada ben bu sınır çizmeyi çok vurguluyorum, neden? Çünkü bugün toplumumuzda birçok problemin kökeninde iç içe geçmiş sınırlar ya da olmayan sınırlar ya da aşırı katı sınırlar olduğunu görüyoruz yani ruhsal esnekliği olmayan, bilişsel esnekliği olmayan insanların sert sınırları siyah beyaz olmayan ama diğer taraftan aşırı fulü olan sınırları belli olmayan karakterler bizim sınırların ne kadar önemli olduğuna dair birer göstergesi olarak karşımıza çıkan kişilik tipleridir.

Sınırlarınız olmasa bir süre sonra aşırı tavizlerden dolayı sinirleriniz olmaya başlar çünkü; sınırı olmayan insanlar aşırı idare edişler boyu eğişleri nedeniyle bir süre sonra kurtarıcı olduğu insanlara karşı öfkeli birer karaktere dönüşebilirler ve yine sınırlar bizim kim olduğumuzu belirler neyi sevdiğimizi, neyi sevmediğimizi belirler, öteki insanların bizimle ilgili algılarını belirler ve bizi tanımlayan aslında kişilik özelliklerini belirler. Sınırlardan korkmamak gerekiyor, sınır duvar örmek değildir, sınır kendini tanıtmaktır kendini anlamaktır ve kendini ötekine anlatma şeklidir.

Aslında psikolojik dayanıklılık dediğimiz acıya ve üzüntüye dayanıklı olmak değil ve tek bir duyguyu yaşamak değil bütün duyguları yaşamaya kendi içinde izin vermektir. Bedeniniz acıdığında acıya izin vermek, üzüldüğünüzde üzüntüye izin vermek, sevindiğinizde kahkaha atmak, yas tutmanız gerektiğinde bu yası kabullenmek ve bu süreci kendine tanımak gibi… 

Psikolojik sağlamlık aslında duygularla baş etmek yerine, onlarla barışmak ve onları yaşamaya kendi açısından izin vermektir. Kişinin duygusal olarak da psikolojik olarak da sağlamlık yaşamasının ana kurallarından biri gelen duygulara izin vermek ve bu duyguların yaşanması için gereken davranış kalıplarının ortaya koymaya izin vermekle başlar. Bir diğer nokta da kendini mutlu etmek ve psikolojik sağlamlık sağlamak için de ötekine bağımlı ilişkiler kurmamak, yaşamını başkası üzerine kurmadan kendi kendine mutlu edebilecek yöntemler geliştirmek veya keşfetmek. Çünkü; bizim toplumumuzda genellikle insanlar biriyle bütünleşerek kendini bulabileceğine inanıyor. Yani ben tek başıma bir yarım ya da ben tek başıma bir eksiğim ancak ben ancak biri olursa ben bir bütün olurum düşüncesiyle kendi gerçek benliklerini de reddedebiliyorlar. Bu nedenle insanın kendi başına da kendini mutlu edecek çeşitli kaynaklara sahip olması onları keşfetmesi psikolojik sağlamlık için de önemli bir noktadır.

Bağımlı olmadan bağlı ilişkiler kurmak eşe, işe bağımlı olmamak ve kişinin tek bir şeyle mutlu olma ısrarından vazgeçmek. Hayatınız boyunca sadece işle mutlu olamazsınız, hayatınız boyunca sadece eşle de mutlu olamazsınız ama hem işiniz olsun hem eşiniz olsun istiyorsanız hem sosyalleşin hem arkadaşlık ilişkileriniz olsun yani kocaman mutluluk havuzunu tek bir muslukla doldurmak yerine birçok muslukla doldurursanız muslukları da yormamış ve sürdürülebilir hale getirmiş olursunuz.

- Paylaşımlarınızda sık sık 'kendi hayatını yaşa' temasını öne çıkarıyorsunuz. Kendi hayatını yaşarken ilişkilerde dengeyi nasıl sağlayabiliriz?

Sorun şurada kendi hayatını yaşa ya da kendi bireysel yaşamını yaşa kavramı yeni modern dönemde yanlış anlaşılıyor. Oysa bizim burada vermek istediğimiz mesaj bencil olmak değil, kendin olmaktır.  Kendi duygularına izin vermek kendi hayatla ilgili beklentilerinin farkında olmak ne istediğini bilmek aynı zamanda ne istemediğini de bilmek, insanlarla ilişkilerle ilgili beklentilerini taleplerini alman gerekenleri vermen gerekenleri keşfetmektir. Biz bunu kendini bulmak olarak tanımlıyoruz.

Kendin olmak olarak tanımlıyoruz ama sömürü veya manipüle edilen insanların en çok bu tip durumlarda suçlandığı cümleler seni bencilleştirir. Oysa bencilleşmek ötekine zarar vermek üzerine kuruludur. Ötekinin sınırlarını ihlal etmek üzerine kuruludur. Benim genelde vermek istediğim mesaj birine zarar vermek birini küçümsemek birini değersizleştirmek üzere değil, kendine faydanın olması kendine değer vermen, kendini keşfetmenle ilgili ve bizim toplumda genellikle kendin olmaya başladığında insanlar ya seni şımarık olarak adlandırır ya seni bencil olarak adlandırır. Çünkü toplum buna alışık değil, bireyselliği saygısızlık bencillik veya kendini üstün görmekle karıştırdığımız için kavramlarda biraz kargaşa olabiliyor.

Sosyal medya ilişkilere zarar veriyor mu? Veriyor ama sadece ilişkilere zarar vermiyor, ekonomiye de zarar veriyor, fiziksel yapıya da zarar veriyor, beslenmeye de zarar veriyor, eğitime de zarar veriyor. Bakarsanız her alanda yanlış kullandığınız takdirde her şeye zarar verebilecek bir metafordan bahsediyoruz.

Zarar veya fayda mekanizmasını şöyle görmek gerekiyor: sosyal medya insanların olanı değil, daha çok olması gerekeni yansıttığı bir alan olarak karşımıza çıkıyor, hal böyle olunca da kendine güvenmeyen kendinden emin olmayan, eşine güvenmeyen eşinden emin olmayan, ilişkisinde yeterince tatmin olmayan, insanlar başkalarının vitrin hayatlarıyla kendini kıyaslayıp kendini değersiz yetersiz hissedip bazen de ayrılık durumuna sapabiliyorlar. Sosyal medyanın böyle vitrinli kafa bulandırıcı tarafı var.

Karşı cinse ulaşmanın kolaylığı sosyal medyayla daha da hızlandığı için insanların bir ilişkiye tahammül etme, bir ilişki için savaşma, bir ilişkide problem çözmek gibi güçlerini veya isteklerini de azaldığını görüyoruz. Herkes daha iyisini bulacağına, ötekinin hiçbir şekilde vazgeçilmez olmadığına dair cümleler kurmaya başlıyorlar. Çünkü karşı cinse ulaşmak eskisinden çok daha kolay ve çok daha basit olduğu için sosyal medyanın alternatiflerle ilgili sağladığı kolaylık nedeniyle de bir yan etkisi olduğunu görüyoruz ama ben burada yine de şunu söylüyorum problem sosyal medya değil, yanlış kullanım şeklidir.

Sosyal medyaya yöneltilen anlamlar ve sosyal medyada çıkardığımız anlamlarla ilgili aynı sosyal medya size, çok bilgi de katabilir, doğru kullanırsanız kendinizle ilgili gelişme sağlayabilir ve ticaretle uğraşıyorsanız iyi bir ekonomik kazanç da sağlayabilirsiniz. Ama yanlış kullanırsanız her türlü her şeyde olduğu gibi zararı da görebilirsiniz.

- İlişkilerde zorlu dönemler kaçınılmazdır. Sizce bu tür dönemlerde çiftlerin en çok dikkat etmesi gereken şey nedir ve bu süreçlerde birbirlerine nasıl destek olabilirler?

Zor dönemler ilişkilerin aslında bildiğiniz tomografisi gibidir. Görünmeyen ama rahatsızlık yaratan birçok şey zor dönemlerde ortaya çıkar stres ve faktörleriyle bir ilişkinin ne kadar zayıf olduğunu hangi sorunları barındırıp yüzleşilmediğini genellikle bu artçı depremlerde görürüz. İşte bir iflas olur, bir hastalık olur, bir iletişim kopukluğu olur ve bu tip kriz dönemlerinde ilişkideki bütün defolar ortaya çıkabilir veya ilişki çok güçlüdür ama zor bir döneme girmiştir.

Orada da mesela ekstralar çıkabilir zor dönemlerde tarafların öncelikle görülmesi gereken nokta şudur; bekarlık da olduğu gibi evlilikte de zor dönemler olabileceğini en baştan kabul ederek yola çıkan insanlar böyle bir şeyle karşılaştıklarında bunu normal ve olabilecek bir şey olarak kabul ederler ama kişiler evliliği bir cennetin kapısını açmak, sonsuz bir mutluluk gibi görürlerse en küçük aksaklığa veya soruna tahammül edemezler ve hiç yaşamaları gerekiyormuş hiç sorun olmaması gerekiyormuş düşüncesiyle hareket ederler.

Çiftlerin öncelikle hayatta her şeyin başlarına gelebileceğine dair bir gri bölgeyi kendilerine ayırmaları gerekiyor. Sağlık, iflas, sosyal sorunlar, hukuki sorunlar, ekonomik sorunlar, birçok şey bekarken de başımıza gelebilir, evliyken de başımıza gelebilir. Bunu en baştan kabul ederek yola çıktık diye kendilerini telkin etmeleri gerekiyor. İkinci önemli nokta, zor dönemlerde şuna dikkat etmek lazı: bizim amacımız suçluyu bulmak mı çözümü bulmak mı? Biz karşımıza birbirimizi mi alalım, biz karşımıza sorunu mu alalım, bu problem çözme yöntemi veya birbirini suçlama yöntemi aslında problemin zorluğunu değil çözümün zorluğunu bizim karşımıza koyuyor.

Çünkü bazen çözüm kolaydır, insanların problemi çözme şekli yanlış olduğu için o problem daha da büyür. Belki de çiftler şunu düşünmesi gerekiyor, biz karşımıza aslında birbirimizi değil de karşımıza sorunu alırsak ve biz burada neyin, neden, niçinler nasıllar yerine bunu nasıl çözerize odaklanırsak bu zor dönemi daha rahat atlatabiliriz diye düşünebilirler.

Ebeveynlerin yeni dönemde çocuklarla ilişki kurması kolay mı? Değil. 12 yaşından itibaren ebeveynin çocuk üzerindeki etkisi 12 yaşından sonra %40'lara %30'lara düşmeye başlıyor. Hal böyle olunca da ciddi bir otorite sorunu yaşanıyor. Bir kontrol yönetim veya etkileşme sorunu yaşanıyor. Bu noktalarda 12 yaşından sonra bu tip şeyleri daha az, imkansız, mümkün değil zaten.

Daha az yaşamak için o yaşlardan önce o iletişim dilini çok iyi kurmak gerekiyor, sohbet dilini, karşılıklı etkileşimi, çocuğun evdeki sorumluluklara dahil olması, kararlara dahil olması, fikirlerine saygı duyulması, zevklerine saygı duyulması, giydiği kıyafete bile karışmayıp bu onun fikri diye benimsenmesi çocukla bağın kurulması için önemli bir dinamik. Çocuklarla o bağı özellikle de ergenlerle o bağı daha da güçlü kılmak adına karşımızdakinin bir çocuk değil bir birey olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Diğer taraftan da evdeki sosyal medya kullanımının, internet telefon kullanımının, bütün aile üyeleri tarafından belli bir düzeyin altında kalması gerektiğini kanaat getirilmeli.

Çünkü; çok fazla kullanan bireyin başkasına öneride bulunması mümkün değil, sağlıklı değil, gerçekçi de değildir. Aslında özüne baktığımızda anne baba çocuk ilişkisini kökeninde yoğun kaliteli suçlayıcı ve eleştirici olmadan kabul odaklı bir iletişim olduğunu görebiliriz ve söyleyebiliriz.

- Sosyal medya ve küreselleşmeyle birlikte ilişkilerde farklı kültürel etkiler daha belirgin hale geliyor. Sizce bu çeşitlilik, ilişkileri nasıl etkiliyor ve çiftler farklı kültürel etkilerle nasıl başa çıkabilir?

Farklı kültürlerle temas etmenin bir zararı yok ne istediğinizi bilirseniz o ilişkideki o kültürdeki farklı ve faydalı şeyleri alabilirsiniz. Bu bilim olur, bilgi olur, doğru bir davranış kalıbı olur, bunda bir zarar yoktur. Ama kendinize has bir kültürel yapınız yoksa her kültür size çekici gelebilir, bu da sizi rüzgâr gibi daldan dala, ağaçtan ağaca fırlatabilir ve günün sonunda her şeyden bir şey alan ama hiçbir şeye sahip olmayan bir kültürel karmaşa içinde kalabilirsiniz.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, farklılıktan korkmamaktır. İnsanlar bugün sosyal medya üzerinden farklı inançtaki insanlarla, farklı kültürdeki insanlarla yazışarak sosyalleşerek evlilik kurabiliyorlar ve hayat boyu bu evlilikler sürebiliyor. Her şey ayniyet üzerine kurulmalı yani aynı olmak demek kesin ve net olarak o insanların doğru seçim yaptığını veya mutlu olacağına dair bize bir kesin bir kanı vermiyor. Farklılıkların da ortak noktalarda buluşmaları gerektiğini de kabul etmemiz gerekiyor, bu çeşitlilik ilişkilerde bazen güzel bir uyumda yaratabiliyor ama bu farklılığın farklılık olarak kalması gerekiyor, çatışma olarak değil. Çünkü; kültürel, dini, sosyal, milli veya başka konulardan farklılık boyutu çatışma ve zıt boyuta geçtiğinde buradan güzel bir ivme yerine bir çatışma, yüksek ivmeli bir çatışmadan bahsedebiliriz.

Buna dikkat etmek gerekiyor her farklı olan her zaman daha iyidir anlamına gelmiyor farklı olan insana ilk başta çekici veya cezbedici gelebilir ama o farklılık çoğu zaman zeminde bizim değerlerimiz de çelişiyorsa bu uzun vadede sürdürülebilir olma özelliğini kaybediyor.

Bir yetişkinin bence en temel iletişim kuralı şu olmalıdır. Ben anlaşılmak zorunda değilim, kendimi anlatmakla yükümlüyüm. İnsanlar bizi anlamak zorunda değildir, biz kendimizi en doğru şekilde, en doğru kelimeleri bir araya getirerek, en doğru jest mimik ve beden hareketleriyle kendimizi ifade etmeyi bilmeliyiz ve ifade etmek zorundayız. Ama ben kendimi ifade etmeyip anlaşılmayı beklersem, bu hem iletişimi bloke eder hem de bizim kendimizi sürekli mağdur ve haklı gibi görünmenize neden olan bir role bürünmemizi sağlar.

Birinci kural kendimi ifade etmekle yükümlüyüm, ikinci kural duygularımı, düşüncelerimi, övgülerimi, şikayetlerimi en doğru yolla ifade etmeliyim, bir diğer noktada bağırmadan ve susmadan ilkesini kullanmak gerekiyor yani küsmek de bir sorundur, susmak da bir sorundur, bağırmak da bir sorundur. Her iki uç da yanlıştır çünkü; genelde dün susanların hepsi bugün susmuyor, dün idare edenlerin hepsi bugün her şeye hayır diyen karaktere dönüşebiliyor, uçlardan gelen bütün her şeyi ister istemez iletişimi bloku ediyor kendimizi partnerimize eşimize doğru ifade ettik demekte şeffaf bir şekilde hissettiğimiz duyguyu, aklımızdan geçenleri karşıdakini suçlamadan, incitmeden, kırmadan, bitirmeden bunu söylemeyi başarmak, karşıdakinden aynı şekilde beklemektir.

- İlişkilerde bireylerin kendi öz bakımına dikkat etmesinin önemi nedir? Öz bakım ve kişisel gelişim, ilişkilerde nasıl bir denge kurar?

Öz bakım sadece bir ilişki için gerekli olan bir şey değildir. Hayatınızda biri olmasa bile bu sizin kendinize olan bir borcunuz ve sorumluluğumuzdur. Kendinize iyi bakmak kendinize iyi davranmak sizin kendinize olan borcumuzdur. Sevdiğim bir söz vardır bu konuyla ilgili; “kendi kul hakkına girmemek” de önemli bir noktadır. Bazen kendimizi o kadar ihmal ederiz ki bedenimizi ruhumuzu zihnimizi o kadar ihmal ederiz ki kendi kendimize bile yabancılaşabiliriz. Ne olursa olsun hayatta bizim en iyi dostumuz yine kendimizden kendi bedenimiz, kendi ruhumuz, kendi zihnimizdir. En çok kendimizle iyi geçirmek zorundayız, en çok kendimize iyi bakmak zorundayız.

İlk maddelerde de olduğu gibi bu bencil olmak değil, kendin olmaktır. Öz bakımı da sadece diş fırçalamak, temiz olmak diye görmemek gerekiyor. Öz bakım sadece bu değil öze bakan her şeydir ruhunuza bakmaktır, kendinizi iyi hissetmek için size iyi gelen şeyleri yapmak, bulmak, keşfetmek, sağlıklı düşünmektir. Olumlu, gerçekçi bakış açısı kazanmaktır. Bunun için eğitim almak, doğru kitapları okumak, doğru insanları takip etmek, doğru videoları izlemektir. Çünkü şöyle de bir şey var öz bakım adı altında sorumsuzlaşan devleşen bir nesil de görüyoruz. Bu hayatta tek sen varsın, sana iyi gelmeyeni terk et falan bunlar gerçekçi değildir, içi boş kişisel gelişim cümlelerdir kulağa hoş gelebilir ama sürdürülebilir olmadığı için bunlar öz bakım değildir. Bunlar olsa olsa bencilleştirme cümlelerdir biz onu öz bakım olarak saymıyoruz.

Yedi kitabı olan bir yazar olarak şunu söyleyebilirim ki benim için Kocaeli Kitap Fuarı her zaman çok ayrı bir yere sahiptir. Burada yaptığım bütün imzalarda enteresan bir şekilde her zaman çok keyifli geçmiştir. Söyleşilerimiz, imzalarız hep dolu dolu geçmiştir. Bu röportaj sayesinde de Kocaeli belediye başkanımız Sayın Tahir Büyükakın’a, bu organizasyonu yapan bütün fuar yetkililerine, belediye yetkililerine, destek olan tüm Kocaeli halkına, katılan bütün yazar arkadaşlara hepsine çok çok teşekkürlerimi iletiyorum. Kocaeli kitap fuarı bir kitap fuarı olmaktan daha çok kültürel, evrensel etkinliğe dönüşmüş benim gözümde. Çünkü artık o yerel veya lokal bir alanı kapsamaktan çıkıp yüzlerce yazarın olduğu milyona yakın insana hitap eden, günlerce süren bir kültürel aktarım kaynağı olarak görüyorum ben bunu benim için çok önemlidir. Kocaeli kitap fuarı gerçekten hem içerik olarak hem açıkçası etkinliklerin kalitesi olarak hem hizmet kalitesi olarak hem organizasyon olarak her zaman her koşulda devam etmesinden yanayım bu bence Kocaeli’nde taviz verilmemesi gereken en önemli etkinliklerinden biri olmalıdır.

Serhat Yabancı ile gerçekleştirdiğimiz bu derin sohbet, ilişkilerdeki sınırların, bireysel gelişimin ve sosyal medya çağında sağlıklı ilişkiler kurmanın önemini gözler önüne serdi. Yabancı, kendimize olan sorumluluğumuzun, başkalarıyla olan ilişkilerimizi nasıl şekillendirdiğini, doğru iletişimin gücünü ve psikolojik dayanıklılığın ilişkilerdeki kritik rolünü bizlere aktardı. Modern dünyanın karmaşası içinde bireyin kendi hayatını yaşarken dengeyi koruma sanatını öğrenmesi gerektiğini vurgulayan Yabancı, sosyal medyanın etkilerinden kültürel farklılıklara kadar geniş bir perspektif sundu. Bu röportaj, bireysel gelişim ve sağlıklı ilişkiler kurma yolunda atılacak adımlar için ilham verici bir kaynak niteliğinde.

Serhat Yabancı'nın Instagram ve YouTube hesapları için tıklayabilirsiniz.

Instagram

X

LinkedIn

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Devasa Küpün İçinde 400 Bin İnsan Olacak! Suudi Arabistan Dünyanın En Büyük Binasını İnşa Ediyor
Ankara'daki Terör Saldırısında 'Z' Harfi Detayı: Rusya'da Kullanılan Bir Sembol!
Alkışlanacak Sahne: Kızılcık Şerbeti, Atatürk'ü Yine Unutmadı!