Hayatımın büyük bir kısmını yazmak isteyen ya da daha iyi yazmak isteyen insanlarla birlikte geçirdim. Onlarla birlikte hem pek çok yazma sorunu keşfettik hem de bu sorunlar için çözümler ürettik. En çok karşılaştığım sorunlardan biri, yazarın ne yazacağı hakkında çok da fikrinin olmamasıydı; diğeriyse yazarak ne yapmak istediğinin farkında olmaması.
Bu şu demek, “Bir şey olmadıysa bile kesinlikle bir şey oldu!” Bir şeyler seziyor… Aklında uçuşan güzel bir şeyler var, isimler, diyaloglar, kurgu parçaları ama her şey yok. Sadece bazı şeyler var. Ve sanıyor ki bunlar yeter, kalanı biraz tasvir biraz diyalog hop kapanış. Ama o iş öyle değil elbette.
Roman kurmak yepyeni ve neredeyse gerçek bir hayat kurmaktır. Hatta gerçek hayattan bile daha gerçek. Çünkü kendi gerçekliği/bağlamı içinde mantıklı da olmalı, oysa hayatta pek çok şey hiç de mantıklı değildirJ. İşte bu yüzden, bu hayatı canlandırabilmek için ona ait her şeye hem vakıf hem de hâkim olmak gerekir. Ve insanlar sanırlar ki bilgisayarın başına geçecekler ve her şey bir anda beliriverecek. Yazmak hâlbuki sadece can suyu vermektir. Oraya gelene kadar her şeyi ama her şeyi düşünmüş, tasarlamış ve yerli yerine yerleştirmiş olmak gerekir. En azından ideali bu.
Yazıp yazıp bozarlar. Okur okur beğenmezler. Daha kötüsü beğenirler. Oldu gibi gelir, olmadı gibi gelir… Bir zaman sonra da ya sıkılırlar ya da biten dosyalarını bir cesaret yayıncıya gönderirler. Oysa hiçbir şey tamam değildir. Hiçbir şey bitmiş değildir. Roman, öyle bir çırpıda meydana çıkan bir şey değildir.
Hanfendi yazar, Natüralizm'e karşı mısınız acaba ?Sizce bir roman ve zaman makinası arasındaki fark nedir ? Üçüncü soruyu bulamadım ya(Estetik olarak üçüncü soru gerekli)