- Diyorsun ki “Hepimiz lapacıyız. Neredeyse hiçbir özelliğimizi tam kapasite kullanmak üzere uğraşmıyoruz. Ben de potansiyelini kullanamayan işe yaramazın biriyim. Büyük oranda evrimsiziz.” Ne yapalım biz sence?
İnsan beyninin bir evrim süresi var ve son yirmi yılda ışık hızında gelişen teknoloji bunu zorluyor. Yani bilgimiz arttı ama zekâmız artmadı. Bu yüzden yeni fikirlere uyum konusunda hayli tembeliz çünkü gerçekten aklımız almıyor… Ama bu tembellik ya da benim deyişimle lapacılıktan kurtulmak için gayet tabii duygularımıza daha bir yoğunluk katıp bu konuda gelişebiliriz. Bu hissetme işine daha çok eğilmemiz lazım. Çünkü teknoloji şu an için direkt olarak duygularımıza erişemiyor, sadece onları manipüle edebiliyor. Benim evrimden ve haliyle harekete geçmekten kastım duygusal bir evrim. Çünkü duygusal olarak rahatsızlık veren her konu ister toplumsal ister bireysel olsun fark etmeksizin muhakkak bir dönüşüm geçirir, geçirtir.
- Makul bir sessizlik demişsin 118. soruda Nasıl bir şeydir makul sessizlik? Neden önemli?
Sessizlik çok kapsamlı bir konu benim kafamda. Hatta neredeyse sessizlik benim için bir duygu bile diyebilirim. Makul bir sessizlikten kastım bir şekilde kendimin yarattığı içsel bir sessizlik hali. Dolayısıyla etrafımda mutlak bir sessizlik aramıyorum. Peşinde olduğum sessizlik çok kişisel bir deneyim. Kitapta bahsettiğim sessizlik ise sezgisel anlaşmalar için ihtiyaç duyduğum bir sessizlik türü. Çok sevdiğim bir şair ve düşünür olan Wittgenstein “Gösterilebilir olan söylenemez” der bir kitabında; bu çok katmanlı ve güzel bir anlatımdır kelimelerin sınırlı dünyalarına dair. Çünkü kelimeleri bazen insanlar aynı içerik dahilinde kullanmayabilirler, herkesin bir kelimeye kattığı derinlik ya da doluluk çok farklı olabilir. Bu sebepten kelimeler çoğu zaman anlaşılır ve yeterli gelmeyebilir.
Bir de anlaşılmak namına çok konuşuyoruz gibi geliyor bana. Aslında bu anlamı öldüren bir şey. Ara vermiyoruz konuşma işine. Oysa etkileyiciliği sağlamak için müzikte maksatlı olarak verilmiş sesin yokluğu yaygındır. Misal Beethoven tamamıyla sağır olmasıyla bilinir ve bu durum onda derin bir özgünlüğü açığa çıkarmıştır. Her dinlediğimde inanılmaz bir ahenk hissini hatırlatan dokuzuncu senfonisini sadece kafasının içindeki seslerle bestelemiş düşünebiliyor musun?
Soruna geri dönüp makul bir sessizliğin neden önemsediğime gelince hayattaki her şey gibi önemli bir noktayı açığa çıkaracaksan tıpkı müziği iyi bilenlerin yaptığı gibi öncesinde ve sonrasında bir ara vermek oldukça etkileyici olacaktır.
- Her iki kitabın da soru ve cevaplardan oluşuyor. Neden bu soruları seçtin ?
Sorular benim hayatın önüme çıkardığı zihinsel evrim sürecimin köşe taşları. Bunun dışında bir anlamları yok.
Bir de ben öyle varsayıyorum ki eğer bir insanı gerçekten anlamak/tanımak istiyorsanız onun sorduğunuz sorulara verdiği cevaplarla ilgilenmektense asıl merak ettiği şeylere yani sorduğu sorulara fokuslanmanın karşımızdaki insanı tanımakla /anlamakla ilgili daha emniyetli bir yöntem olduğunu düşünüyorum.
- Sence bu kitabı kimler okumalı? Yani şöyle, bu kitabı yazarken kimlerle hasbihal etmek istedin? Sence kimler okumuştur mesela kitaplarını? Neyi sevmişlerdir?
Kültürler, eğitimler, sosyo ekonomik durumlar, tarzlar farklı olsa da tüm insanların benzer üzüntüleri benzer sevinçleri yaşadığını biliyorum. Buna rağmen hala birbirimize çok yabancıymışız gibi davranmamızı hayatın temel trajedisi olarak değerlendiriyorum. Benim bu hissimi destekleyen en önemli unsur kitaplarımı okuyanların bana ulaşıp “Yazdığın duyguları ben de tam olarak böyle yaşadım ama tarif edemedim” diyen insanların olması. Yazdığım metinleri sevenler işte bu “Bana da oldu ona olandan” hissini seviyorlar. İşte bu his dünyanın en kuvvetli yapıştırıcısıdır zaten.
- Şimdi ne yazacaksın? 3. kitabınla ilgili düşünmeye, çalışmaya başladın mı?
Serinin son kitabı Aşırı Duygusal’ı tamamlamak üzereyim. Hemen ardından gelecek olan kitap ise büyükler için yazdığım bir çocuk kitabı.
Twitter
Instagram