İzmir depremiyle bir kere daha anladık ki bir yanımızın dökecek yaprağı bile yok, bir yanımız bahar bahçe. Ama biz ümitvar kimseler olarak yine de o baharlı bahçeli tarafa bakıyoruz. İyi de yapıyoruz.
Ölenleri, kalanları, bekleyenleri, enkazdan çıkarılanları izledik. Tartışılıyor, böyle anlarda insanların en çaresiz an mahremiyetini gözetmeden yayınlar yapmak doğru mu diye… Güzel bir tartışma ama işte ne bileyim, bir yandan da insana insan olduğunu hatırlatıyor. Mesela Elâzığ depreminde çöken bir binadan çıkarılacak Hatun Teyze “baş örtüm yok” demişti de ona başını örtmeye hırka gibi bir şey vermişlerdi. Bu söz bin kitabın, beş yüz bin yasanın, milyonlarca ağzın attığı sloganın yapamadığını yapan bir söz değil mi? Ya da Soma faciasında kurtarılan bir maden işçisinin ambulansta “Çizmelerimi çıkarayım mı sedye kirlenmesin?” demesi. Bizim ülke dediğimiz yer tek tek insanlardan oluşur ve her bir tek, büyük ve derin ve benzersiz bir şeyin, bir hale bürünüp tezahür etmesidir. Evet mahremiyet elbette tartışılabilir ancak kimi zaman bir enkazı andıran memleketimizde onca hengamenin içinde kimlerin filiz filiz yaşadığını görmek de işte o baharlı bahçeye olan inancımızı da perçinliyor sanki.