Serda Kranda Yazio: Biz ki Zamanı Tırnak İçine Alıp Yaşadık*

İzmir depremiyle bir kere daha anladık ki bir yanımızın dökecek yaprağı bile yok, bir yanımız bahar bahçe. Ama biz ümitvar kimseler olarak yine de o baharlı bahçeli tarafa bakıyoruz. İyi de yapıyoruz.  

Ölenleri, kalanları, bekleyenleri, enkazdan çıkarılanları izledik. Tartışılıyor, böyle anlarda insanların en çaresiz an mahremiyetini gözetmeden yayınlar yapmak doğru mu diye… Güzel bir tartışma ama işte ne bileyim, bir yandan da insana insan olduğunu hatırlatıyor. Mesela Elâzığ depreminde çöken bir binadan çıkarılacak Hatun Teyze “baş örtüm yok” demişti de ona başını örtmeye hırka gibi bir şey vermişlerdi. Bu söz bin kitabın, beş yüz bin yasanın, milyonlarca ağzın attığı sloganın yapamadığını yapan bir söz değil mi? Ya da Soma faciasında kurtarılan bir maden işçisinin ambulansta “Çizmelerimi çıkarayım mı sedye kirlenmesin?” demesi. Bizim ülke dediğimiz yer tek tek insanlardan oluşur ve her bir tek, büyük ve derin ve benzersiz bir şeyin, bir hale bürünüp tezahür etmesidir. Evet mahremiyet elbette tartışılabilir ancak kimi zaman bir enkazı andıran memleketimizde onca hengamenin içinde kimlerin filiz filiz yaşadığını görmek de işte o baharlı bahçeye olan inancımızı da perçinliyor sanki.

Göztepeliymiş. Şiir yazarmış kağıtlara. Formasını ilikleyip asarmış.

İnsan bazen film izler gibi izliyor böyle zamanlarda haberleri. Dostlar, anneler, evlatlar, yaşlı amcalar, mahallenin yalnız yaşayan ablaları. Kimler kimleri umutla bekliyor dışarda. Oğlumu görmeden gitmem, iyiyim ben… Yaşıyor mu? Sesimi duyan var mı? Köpekleri salın ben kedi sesi çıkarayım. Gelenler. Kalanlar. Çok korkuyorum abla. Umut. Kedi. Alacağız seni, hiç merak etme.  

Hiçbirini tanımazdık. Bilmiyorduk. Varlarmış. Mahremiyet ihlali evet ama iyi ki bildik. İyi bildik.  

Ali de orada bir yaşam sürüyormuş. Göztepeliymiş. Bir sevdiği varmış. Şiir yazarmış kağıtlara. Maç biletlerini saklar, formasını yakasını ilikleyip öyle özenle askısına asarmış. Güler yüzlüymüş.  

Sevgilisine bir İlhan Berk şiiri yazmış. Belki de şiirlerin şarkıların ve dahi kahramanların insanları birbirine bağlaması böyle oluyor. O an bildim Ali’yi. O, o şiiri o kenarı kırpık Göztepe armalı kâğıda yazdığında nasıl güzel seviyormuş sevgilisini. O nasıl güzel bir sevmekle sevmekmiş. Bunu da bildik. Arkada enkaz, önde şiir. Arkada enkaz, önde forma… İçim yandı. Ali’den kalanlar. O an anladım ki bu dünyadan bir Ali de gelip geçmiş. Bildik işte, oldu bir kere…  

Her şey bittiğinde geride ne kalacağını düşündüm. Kağıtlara neler yazmıştım, en kıymetli kıyafetim neydi (öyle bir şeyim var mıydı?), sakladıklarım bulunduğunda hakkımda neler söyleyecekti?  

Ali’yi sevmedik mi tanımadan? Oturup birer çay içelim istemedik mi? Hiç tanımadığımız Ali ne zaman çıkacak, beklemedik mi? Böylece bilmedik mi? Ayıp mı ettik? Sahi ayıp ettik mi?

Sevgilim, işte eylül 

Ve işte senin usul usul seğiren yüzün. 

Zaman ki sonsuzdur 

Bitmemiş şiirler gibidir. 

 

Bazı hüzünleri 

Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir. 

Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık 

(İsteğin bulanık kıyısında.) 

Bundan değil midir bizim aşkımızda 

Sürekli bir akşam hüznü vardır. 

Böyle yazmış Ali.  

Otağ, bir İlhan Berk şiiri.  Sevgilisine de bir not iliştirmiş altında. Gülümsedim okuyunca. Evet bu da bir mahremiyet ihlali. Kabul. Ama demeden edemiyor insan, yoksa nasıl bilecektik Ali’yi.  

Artık biliyoruz,  

“İyi bilirdik…” diyoruz, içimizden.  

*İlhan Berk, Delta ve Çocuk  

Twitter

Instagram

Popüler İçerikler

151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı