Okul çantasıyla gidip yaşlı bir kadının altını temizlediği günleri anlatır bize. Annesi tarafından ‘yardım’ diye süslenen bu mecburiyet, aslında sözleşmesiz, toplumsal onaylı bir sömürüdür. Melek, hayatı sevinçle değil, şüpheyle öğrenir. Bedenini taşıyamadan, başkalarının yükünü taşır. Tacizin, sınıf baskısının, susmanın, gözetilmenin içine doğar. Ama tüm bunları feryatla değil, çocuk sezgisiyle anlatır. Henüz hiçbir şeyin adını koyamasa da bir şeylerin yanlış olduğunu içgüdüsel olarak bilir. Bu yüzden anlatısı ne naiftir ne de masum. Sadece içten ve görmezden gelinmiştir.
Annesi, toplumun vitriniyle yaşayan bir kadın. Evin içiyle dışı arasında onlarca katman fark vardır. O, fakirliği utanılacak bir zayıflık, gösterişi ahlâk sayan bir dünyaya sıkışmıştır. Melek’in eğitiminden çok ‘kızlık onuru’ ile ilgilenir. Çünkü onun için önemli olan yaşanılan değil, yaşanıldığı sanılan hayattır. İşçi olabilir ama ‘memur gibi giyinmeli’, çalışıyor olabilir ama ‘yardım ediyormuş gibi anlatmalı’. Gerçeğin değil, versiyonunun makbul sayıldığı bir düzenin ürünüdür o. Şahiner, bu figür üzerinden yalnızca bireysel bir anneyi değil; kolektif bir anne arketipini çözümler. Sustum çünkü öyle öğrendim, dedirten her kadının izi vardır bu karakterde.
Ve roman burada bitmez. Çünkü zaman bitmez. Melek büyür, evlenir, anne olur. Ve anlatıcı değişir. Artık sahne İnci’ye aittir. İnci, Melek’in kızıdır. Ve o da bir çocuktur. Ama bu kez farklı bir çağın çocuğu. Mahalle kültürünün yıkıldığı, komşuluğun küf tuttuğu, şehirli olmanın içe kapanmakla eşdeğer sayıldığı bir dönemin çocuğu. Anlatı Melek’ten İnci’ye geçtiğinde yalnızca dil değil, dünya da değişir. Melek’in devri kapanır, İnci’nin sesi başlar. Artık yalnızca yaşananı değil, yaşananın sebeplerini de okuyan bir çocuk vardır karşımızda.