Selin Yiğit Yazio: Nereye Gidiyoruz?

Bilemiyoruz, algılayamıyoruz, tanımlayamıyoruz çoğu zaman, kendimize bayram şekeri almaya gelmiş, hemen avucumuza dolduracak bir an evvel diğer kapıları çalmaya can atan çocuklardan farklı muamele yapamıyoruz. 

Halbuki misafir değiliz, ev sahibiyiz; evin bütün kırığından, döküğünden, masrafından, görünüşünden biz sorumluyuz. Bazen oturduğumuz bir kafede belki bir daha hiç görme ihtimalimiz olmayan birini tanımak için var gücümüzle seferber oluyoruz. Hayatımıza insanlar geliyor-gidiyor, yeni-eski birçok kişi dahil oluyor. Herkes için minimal düzeyde fikir sahibi olabilmekle birlikte bir tek aynaya baktığımız zaman kaçıyoruz.

Peki nereye gidiyoruz? Kim bu yabancı? Ne kadar tanıyoruz? Ne kadar seviyoruz?

Bir türlü tanışamadık kendileriyle. Toplum olarak yazmayı, çizmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı pek sevmiyoruz. 

Ne kadar kaçarsak kaçalım hep aynı duvara tosluyoruz. Ardından gelen öğrenilmiş çaresizlikler, bilişsel çarpıtmalar ve hayal kırıklıkları içinde boğulup kalıyoruz.  

Merhaba diyerek bir açılış yaparsak mesela güne, hayata, kendimize merhaba? Biz kimiz, nelerden hoşlanırız, tercihlerimiz neler, hayallerimiz, korkularımız, kaygılarımız, beklentilerimiz, gerçekleştirdiklerimiz neler? Beynimizin marifetleri, duygularımızın avantajları ve dezavantajları, hayatımızdan hükmedip seyredebildiklerimiz neler?  

Yaklaşık olarak 23-25 yaşları arasında beynimizin ergenliğini tamamlıyoruz. Asıl karar verme muhakeme yeteneğimizi daha iyi kullanabilmemiz bu yaşlarda başlıyor. Beynimizin ön kısmı (prefrontal karteks) yönetici- yürütücü işlevden sorumlu ve bizi asıl yöneten yer olduğunu söyleyebiliriz. Her şey önce insan olduğumuzu, insana özgü durumları bilmekten ya da fark etmekten geçiyor.

Her insanın içinde iyilik de var kötülük de var. En çok hangisini beslersek onun ekmeğini yiyoruz bu hayatta ve bu tabii ki birinden tamamen vazgeçmemiz anlamına gelmiyor.

Asıl erdem ikisini beraber kabul etmekten, kendini bir bütün olarak algılamaktan geçiyor. Tabii işin içine duygularımız da giriyor. Çoğu zaman anlamlandıramadığımız beynimizin ve yaşanmışlıklarımızın yönlendirdiği durumlar. Mesela sevgi ve nefret aynı kanaldan besleniyor, hep çok sevdiklerimizden nefret ediyoruz yeri geliyor. Korku ile kaygı en çok karıştırdıklarımızdan, korku için var olan bir neden gerekirken kaygı için bir nedenin var olma ihtimali bizi yerle bir ediyor. Doğamız gereği hepsini barındırıyoruz biraz biraz, o biraz artınca denge bozuluyor. 

Genelde var olan kötü olsa bile yeni bir durum ise daha iyi olanı tercih etmiyoruz çünkü belirsiz olan her durum kaygı yaratıyor. Kaygı günlük yaşamımızı etkiliyor. Hayati kararları alırken çoğunlukla kendimizde eksik olanı arıyoruz. Kendimizde eksik olanın tam olarak ne olduğunu biliyorsak kendimize dair fikrimiz yoksa vay halimize, yanlıştan yanlışa koşuyoruz. Peki eksiklik mi? Yanlışlar yapmak mı? Yanlışlar yapıyoruz ki doğruyu buluyoruz. 

Daha doğru işler yapabilmek için koşu bandından inmek gerekiyor galiba son hızda nereye koştuğumuzu neden koştuğumuzu bilmeden alıştığımız ya da zorunda olduğumuzu düşündüğümüz için koşuyoruz çoğu zaman belli yaş dönemleri için aslında şart olabiliyor. İleriki yaşlara yatırım yapmak ama otuzlu yaşlarda bir durup bakmak gerekiyor. Bütün efor boşuna mı işlevsel mi? 

Daha sonra beyin gücü devreye giriyor bedensel efordan çok zihinsel efor bizi daha fazla işlevsel kılıyor. Önemli noktalardan birisi de normal ve anormal farkını ayrıştırabilmek. Gülmek kadar ağlamanın, sevdiğimiz birinin kaybında 6 ay yas tutabilmenin, mutluluk kadar depresif olabilmenin, aşık olduğumuzda beynimizin kimyasının değiştiğinin normal olduğunu bilmek avantaj katan durumlardadır. Karanlık olduğunda aydınlığın değerini bildiğimiz gibi... 

Instagram

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt