Selda Terek Yazio: Linç, Duygudan Sonuca Varmaktır!

Sadece homojen ve cahil toplumlara özgü değil bu, sosyal medya kullanımının çığ gibi büyüdüğü hızlı tüketim toplumlarında da yaşam aynı büyük tehdidin gölgesinde: LİNÇ!

Hadi gelin dürüst olalım!

  • İçinde bulunduğumuz, yakinen tanık olduğumuz bir haksızlığa tüm kaslarımızla karşı koyar mıyız yoksa gözlemci olmayı mı seçeriz?  

  • Mağdur olanı her koşulda korur muyuz, yoksa başımıza açılacak işleri düşünerek yanından transit geçtiğimiz de olur mu?

  • Kolayca galeyana gelenlerden miyiz, yoksa derin bir nefes alıp haklıyı haksızdan ayırt etmek için duruma biraz üst bir bakış açısıyla bakanlardan mı?

Eğer cevaplarımız; “karşı koyarım, korurum, galeyana da gelirim” şeklindeyse, biz de duygudan sonuca varanlardan olabiliriz. Aman dikkat!

Duygudan sonuca varmak yanıltabilir. Kararlar akıl süzgecinden geçen bir sorgulama sürecine de ihtiyaç duyar. Öfkenin bile kontrol edilebileni makbul.

Türk Dil Kurumu'nun güncel Türkçe sözlüğü diyor ki: “Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi” işine LİNÇ denir.

Üşenmedim, oturdum, internetten son yıllardaki linç girişimi olaylarını ve bunlarla ilgili haberleri şöyle bir gözden geçirdim. Aralarında neler yoktu ki; Hindistan’da inek kaçakçısına yapılan linç girişiminden tutun da İstanbul’da kaza yapan bir gence saldırıya; çocuk tacizcilerine girişenlerden, kadına şiddet gösteren birini alaşağı etmeye kadar pek çok haber çıktı karşıma. Kimileri de büyük iftiralar, delil karartmalar, sahte tanıklar ile gayet organize ve haksız linç girişimleriydi. Asap bozucu.

Bazısını okurken dehşete kapıldım. Yazmaya elim varmaz, söylemeye dilim... Cahilliğin provokasyon görmüş hali, önü alınamaz bir haksızlık ve büyük kaos yaratıyor inanın; çok tehlikeli çok!

Öte yandan bazısı var ki insanın “oh olsun!” diyeceği cinsten. Evet, linç çağ dışı bir eylem ancak çocuklara, hayvanlara ve doğaya bilerek zarar verenleri görünce insanın içinde tutamadığı bir öfke çıkıveriyor ortaya. Canilik karşısında sakin kalabilmek insan doğasına aykırı ne de olsa.

Bu canlara nasıl kıyabilir bir insan? Bu vahşeti aramızda yaşatmak istememek, güzeli yok edeni yok etmek, belki de iyiyi yaşatmanın tek yolu gibi görünüyor bizlere.

Daha da enteresanı, bugün en fazla linçin sosyal medya aracılığı ile yapılıyor olması... Birinin ayıbını, açığını görenlerin alay ederek ya da olumsuz düşüncelerini yazarak kişilerin itibar kaybetmelerine sebep olması neden bu kadar pirim yapıyor? Linç etmeye ya da bir linç izlemeye ne kadar da meraklıyız! Olayın aslı astarı tam olarak bilinmeden, vakit kaybetmeksizin, tabureyi tekmelemek, elektriği vermek, tuşa basıvermek peşindeyiz adeta. Haksızlığın ta kendisi değil mi bu?

Hayatı boyunca hep düzgün işler yapmış tanınmış bir kişinin, belki de bir politikacının tek gafı yetiyor milyonlar tarafından yuhalanmasına. Yüzlerce gol kurtaran bir kalecinin şampiyonluk maçında o golü yemesi  affedilemiyor. Herkes sanki o anı, bir hatayı, başkasının açığını beklermiş gibi derhal harekete geçiyor, alıyor akıllı telefonunu eline ve olumsuzu paylaşıveriyor.

Sosyal medyada eleştirirken dikkatli olalım. Aynı ok dönüp dolaşıp bir tarafımıza saplanabilir.

Tanımdaki şu anahtar kelimelere bir bakalım:

1- Birden çok kimse...

“Linç”i kavgadan ayıran şey; bu eylemin gücünü gruptan alması. Yani sürü psikolojisi ile toplu bir yok etme hareketi. Kavgayı lince vardırmak ise kırmızı hattı geçmek...

Etkileşimi bol kitlelerin linç etme tandansı daha yüksek. Kozmopolit, “aman bana dokunmasın”cı zihniyetin bol olduğu, aykırının homojen toplumlara göre daha az sırıttığı büyük kentlerde linç girişimi potansiyeli ile birbirine bağlı, benzer kafa yapılarında, ortak değerlere ve eğitim seviyesine, hatta etnik kökene sahip toplumların linç eğilimleri bir değil.

Burada değerler ön plana çıkıyor. Toplumun asla ödün vermeyeceği değer yargıları vardır. Herkesin onlara saygılı olması beklenir. Aksi, arı kovanını çomaklamakla eş değerdir. Bir zahmet o kovanı çomaklamasak mı?

İyi de o zaman “Kral çıplak” diyecek olan kim? Bu cesareti göstermedikçe, o arılar tarafından sokulmayı göze almadıkça, nasıl gelişecek ve demokratik bir hayatı yaşayabileceğiz? Öte yandan ağzı olanın konuştuğu, kakofoni dolu ortamların kaosunu da yok sayamayız.

Kafa karıştırıcı değil mi? Dengede kalmak lazım. Kararı akılla almak. Akıl, içinde yüreğin de olduğu holistik bir sistemin parçası. Bilmem ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Yüreksiz insanların aklına değil, akıllı insanların yürekli hareketlerine ihtiyacımız var. 

3- Yasa dışı...

Linç, yasa dışı bir eylemdir. Ama hadi itiraf edin, bir çocuk tacizcisinin cezasını koğuşunda bulduğunu duyunca hangimizin dudağına bir memnuniyet kıvrımı yerleşmiyor? Haşa! Orman kuralları işlesin diyenlerden değilim ben ama Ziya Paşa’ya atfedilen şu sözü de takdir ederim doğrusu. 

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”

Bu eylemin en sakıncalı kısmı da bu galiba. Görünene bakıp karar veren ve galeyana geliveren halkı tutmak ne mümkün? Onlar yargılamayı kendi iç mahkemelerinde yapıveriyorlar. Avukat da kendileri, savcı ve hakim de... Yok, ı ıh! Bu kabul edilemez. Doğru dürüst yargılamadan infaz, en büyük haksızlıktır. Hoş, yargılandığı halde haksız infaz edilenlerle dolu tarih. Hadi oralara hiç girmeyelim.

5- Öldürmek...

srv.onedio.com

Evet, bu eylemin adını “Linç” koyabilmek için öldürmek ya da öldürmekten beter etmek gerekiyor. İşte burada fren mekanizması şart.

Dikkat ederseniz son madde hariç her madde çelişki içeriyor ve bir denge istiyor. Haksızlığa karşı verilen kavganın bile bir sınır çizgisi olmalı çünkü ötesi bizim hakkımız değil. Amaç can almak değil, ıslah etmekken, gözümüz kararmamalı.

Peki, olayın fizyolojik ve psikolojik boyutunu ne yapacağız? Dopamin, Adrenalin, Noradrenalin, Kortizol ele geçirdi mi bünyeyi, öyle salgı bezlerinde sessiz sedasız durduğu gibi durmuyor hormonlar. Yumruğa toplanan güç haksızlığa (ya da haksızlık zannedilene) karşı savruluveriyor çoğu zaman.

İnsanın içinden medeni olmak da gelmiyor; hukukun adaletini veya ilahi adaleti beklemek de...

Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye romanını bilirsiniz.

Eski bir romandır, 1923’te basılmış, bazı gazetelerde tefrika edilmiştir.  Birkaç

kez beyaz perdeye uyarlanmıştır. Konusunu Millî Mücadele günlerinden alır.

Aliye adlı genç ve idealist bir köy öğretmeninin Yunan’a ve cahil köy halkına karşı verdiği mücadele sırasında uğradığı haksızlığı ve linci anlatır. Kitapta  dürüst, yardımsever insanların yanı sıra düşmanla iş birliği içinde olan İmam Fettah isimli bir kalleş de yer alır. Lafı uzatmayayım, bu kitabı bulup okuyun ya da en azından özetini okuyun derim. Kitaptaki Fettah Hoca, düşman iş birlikçileriyle beraber köylüyü galeyana getirerek Aliye’ye karşı tavır alır ve hainlere karşı tek başına mücadele eden Aliye, bu kişiler tarafından linç edilir.

Hazin bir hikayedir. Geri dönüp baktığımızda tarihimizin Vurun Kahpeye tarzı pek çok linç hikayesiyle dolu olduğunu da görürüz. 

Duygudan sonuca varmanın en güzel örneklerinden biridir. Toplumsal hezeyanın yanlışına işaret eder. Yargısız infaz, en masum haliyle çamurunu atıp izini bırakmaktır. Biat kültürü, topluluk psikolojisi ve algı yanılsaması riskini barındırır.

“İmam Fettahlardan olmayın ama çıplak kralı görüp susanlardan da...”

Hukuk sistemi çoğu zaman yeteri kadar tempolu işlemese de, geç gelen ya da bir türlü gelemeyen adalete “adalet” denmese de çok şükür ki bir hukuk sistemi var. Ve devrede  olması gereken de bu. Beğensek de beğenmesek de maalesef elimizdeki adalete güvenecek ve onu daha iyiye götürme yollarını arayacağız zira Süperman'ler, Kara şövalyeler yok dünyamızda. 

Bu yazıdan aklımızda ne kalsın derseniz:

“Grup psikolojisi ile galeyana gelip yargısız infazlara değil, akıllı insanların yürekli davranışlarına ihtiyacımız var.”

Hoşça ve sevgiyle kalın.

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı