Selda Terek Yazio: Kendi Kendinize Kaldığınızda Ne Yapıyorsunuz? Ben Kaçamak Yapıyorum

Durun size bir kaçamak hikâyesi anlatayım: 

Kahramanım evli, iki çocuklu, hoş bir kadın. Hayattan daha fazla haz almasını sağlayan kaçamaklar yapıyor sık sık. Hikayesi şu: 

Neredeyse her gece, evdeki herkesin uyumasını bekleyip kalkıyor yerinden, sessizce aralıyor yatak odası kapısını, kocasının huzurlu nefes alışverişine bakıp usulca süzülüyor dışarı, parmak uçlarına basarak geçiyor holü ve gece sessizliğinde çığlık gibi gıcırdayan ahşap merdivenleri mümkün olduğunca dikkatli inmeye çalışıyor. Çocukları kolay kolay uyanmıyorlar ama eşini uyandırmaktan çekiniyor.  

Gündüzden koyuyormuş kafasına bu planı, her şeyi önceden ayarlıyormuş. O akşam da bol sarımsak koymuş akşam yemeğine ve uykuyu derinleştiren bitki çayları içirmiş aile fertlerine. Yemekten sonra kocasının ve oğlunun yüzüne baka baka sürekli esnemiş. Kızı zaten erkenden uyuyakalırmış. Bilirsiniz bulaşıcıdır esnemek, “Uykumuz geldi biz yatıyoruz” demişler. Kadın kıs kıs gülmüş içinden, amacına ulaşmış çünkü. Ve tüm gün boyunca hayalini kurduğu şeye kavuşmuş.

Onunla birlikte olduğu zamanları hiçbir şeye değişemeyecek kadar çok haz alıyormuş; ekmek gibi, su gibi ihtiyacı varmış ona. Onsuz yaşayamayacağını anlayalı çok olmuş ama kocası ve çocukları yanındayken, her kafadan bir ses çıkarken kolay değilmiş birliktelikleri. 

Ve işte o buluşma anı gelmiş çatmış. Şöminenin hemen önündeki koyun postunun üzerinde yerde yatmış bekliyormuş kendisini. Kadın gülümseyerek “Bir kadeh şarap alayım hemen geliyorum yanına” diyen gözlerle bakmış.

Alevleri sönmüş şöminenin közleri kadının attığı iki odunu da kısa sürede tutuşturmuş. Zarif bir kuğu gibi süzülerek bedenini postun yumuşacık tüylerine teslim ederken elini ona doğru uzatmış. Birlikte, şöminenin önünde kendilerini bekleyen haz yolculuğuna çıkarken, günün tüm yorgunluğunu huzura ve heyecana dönüştüren anları tekrar yaşamaya başlamış kadın.  

Fonda Secret Garden’ın Duo albümünden keman sesleri okşuyormuş kulağını. Şöminenin alevi yüzünde belirip kaybolan gölgeler oluşturuyor, sıcak sarı renk gecenin karanlığında tüm renkleri, dokuları, yüzeyleri yumuşacık kılıyormuş.  Ortasından rastgele bir yer açarak kokusunu içine çekmiş, sonra da kenarını kıvırdığı sayfayı bulup kaldığı yerden okumaya devam etmiş kitabını. 

Kitaplardan aldığı bu kaçamak hazzının yerini hiçbir şeyin tutmayacağını vaktiyle söyleselermiş gülermiş herhalde. Bir sevgiliyle buluşur gibi her fırsatta koşuyormuş onlara. Çünkü onu, baş başa kaldıklarında böylesine sarıp sarmalayan, bambaşka alemlere sürükleyen, daha fazla haz veren, şaşırtan, öğreten, imrendiren ve mutlu eden, yeryüzündeki tüm duyguları kısa aralıklarla yaşatırken onu hiç riske atmayan, aynı ayarda başka bir heyecan daha yokmuş...  

Biraz muziplik yapmak istedim.  

Siz siz olun sevdiklerinizi sadece kendinizle aldatın J 

Biliyor musunuz, kendimize, sadece kendimize ayırdığımız zamanları şarap-şömine ve kitap üçlemesiyle taçlandırdığımızda bir bağımlılık çıkıyor ortaya: “kendi kendineliğini çok sevme bağımlılığı...” (Not: Şarap gaz yapıyor son zamanlarda, bitki çayı da oluyor.) 

Bu bağımlılık bende var. Gerçekte yalnız olmadığımı bildiğim bir hayatta, yalnız anlar yakalamayı kovalayan şanslı biriyim ben. Seviyorum kendi kendime kalışlarımı. Okuyorum, seyrediyorum, yazıyorum, hayatı boyuyorum, en çok da düşünüyorum o anlarda. Sorular türüyor zihnimde, cevaplar üretiyorum. İkna ediliyorum beynimdeki ben tarafından, bazen de provoke... En üretken ve en tüketken zamanları kendimle baş başayken yaşadığımı fark ettim; üst üste dizdiğim kitaplarım, yan yana dizdiğim resimlerim, toplamaktan vazgeçtiğim dağınık odalarım, çöpümü dolduran gofret, çikolata ve patlamış mısır ambalajlarından anlıyorum bunu.

Ya siz? Kendi kendinize kaldığınızda ne yapıyorsunuz?

Okuyorum mu dediniz? Hadi ya! Bir zamanlar okumaya tutkuyla bağlı olanlar bile şimdilerde pek okumuyorlar da onun için pek inanasım gelmedi. Halbuki zenginlikti, renkti, sesti kitaplar. Sonra ne mi oldu? 

Okumayı öteler oldu çocuklar. “Bir oyun daha oynayayım, sonra” dediler, uyuyakaldılar. Yatarken bile ellerinde telefonlar var artık.  Kitapçı dükkanları kafe haline geliyor. İşin acı tarafı, bir kitaba 20 TL vereceğimize, ota-b.ka, falcıya 120 TL veremeye razıyız. Almıyoruz, okumuyoruz kitap. Pandemiden değil, TV dizilerinden, filmlerden, zamansızlıktan değil, kafasızlıktan... 

E haliyle algılamamız düştü. Estetik operasyonla göğüs, kalça, burun, dudak, yanak tamam, zekâ nanay. Bu kafayla nereye kadar be gençlik? 

HEY! OKUMUYORSANIZ YAZMAYIN! 

ÇOK CİDDİYİM! 

Yazarlık en sıradan işlerden oldu çünkü okurdan çok yazar var. Çoğu da okumayan, okuduğunu anlamayan, anladığını yanlış anlayan, ben oldumcular. Boş bir çabadasınız, bilin isterim. Her ay binlerce kitap raflarda yer ararken şunu sorun kendinize “Beni neden okusunlar?”

Yazan çizen biri olarak söyleyebilirim ki kitap okumak bir boş zaman aktivitesi değildir, bir gereksinim, bir beslenme tarzıdır. Günümüzü planlarken ajandalarımıza işlememiz gereken bir zaman aralığıdır. Medeni insanın olmazsa olmazıdır okumak. Gerekli dozu aldığında yakalandığın bir hastalıktır, kurtulmayı gerektirmeyen bir bağımlılıktır. 

 Ben bu bağımlılığımı yaşarken, kanepemde ayaklarımı altıma kıvırıp battaniyemin altına çöreklenerek kaçamak yapacağım kitaplarımı biraz bencil, kafasından hafif zoru olan, taklit değil özgün ve kesinlikle işkembeden değil, yürekten yazanlardan seçiyorum. Bir zorları, kafayı taktıkları bir dertleri, meseleleri, masalları, mesajları olsun ve satır aralarında obsesif kompulsif ruh hallerini dışarı sızdırsınlar istiyorum.   

Ve Sırası Gelmişken... 

Kitap okumak, hayata tahammülü kolaylaştıran bir kaçamaktır sevgili dostlar. Bu kaçamakta risk yok, kaçın derim ... 😊  

Sevgi ve Saygılarımla 

Hoşça ve sevgiyle kalın

Instagram

Facebook

Twitter

Wordpress

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt