“Kan grubun bu” dedi. Başımı salladım. Sonra başladı önceden geçirdiğim hastalıkları kronolojik sıralamayla madde madde söylemeye. O kadar net ve kendinden emin konuşuyordu ki ben durup hesap yapmak zorunda kalıyor ve sonunda “Evet ya sahiden o hastalığı o zaman geçirmiştim” diye şok olarak dinlemeye devam ediyordum.
O ana kadar vücudumda olan biten her şeyi o kağıda yazdı ve bana okumaya başladı. Dahası, oraya kulağımdaki çınlama için gittiğimi ben söylemeden o bana söyledi.
“Beyne giden damarlardan biri tıkalı ama ondan önce çözmemiz gereken başka sorunlar var kızım,” dedi sakince.
Ben, “Ne! Beyne giden damarlardan biri mi tıkalı?” diye tepki bile veremeden, endişelenip, gözlerimi fal taşı gibi açamadan, kendimi oradan oraya atıp dünyamı karartamadan, sanki söylediği basit bir şeymiş de üstünde durmaya gerek yokmuş gibi, istifini bozmadan devam etti adam.
“Ben sende tereyağı, reçel, bal hiçbir şey görmüyorum, bu ne sıskalık!”
Bana detaylı bir reçete yazmaya başladı. Zayıfmışım, vücudumda şu, şu, şu eksikmiş. Önce beslenmeme dikkat edecek ve güç kazanacakmışım. Ha biraz da çatlakmışım. (Evet, aynen böyle söyledi “Çatlaksın” dedi. Bunu anlamak için Modern tıp veya Tibet Tıbbına ihtiyaç yok aslında). Her neyse, konuyu saptırmayayım, çınlamanın üzerinde fazla durmadı, sadece ona da bir reçete yazdı.
Reçete dediysem öyle asetil salisilik asit falan değil, zeytinyağın içine kırılan yumurtalar, ezilen baş baş sarımsaklar, kafaya sürülen sirkeler tarzında bizlerin kocakarı ilacı diye adlandırdığımız cinsten şeyler...
Bunları yaptım mı?
Hayır.
Neden Yapmadım?
Her sabah işe sarımsak kokarak gidemezdim.
Çınlama devam mı?
Evet.
Bu çınlama (daha doğrusu bonklama) ile yaşamaya alıştım. Kulağımda kalp atışlarım duruyor. Üzerinden 6-7 sene geçmişti. O günlerde pişman oldum, dedim ki “Keşke onu dinleseydim, reçeteye uysaydım. Ne olurdu ki onun dediği gibi üç ay boyunca kafama o sarmısaklı sıvıyı sürüp yatmış olsaydım... Çoluğum, çocuğum, iş arkadaşlarım, sosyal çevrem nasıl olsa alışırdı benden gelen o kokuya...” :)
Yedi sene sonra o hekime tekrar gitmeye karar verdim. Randevu aldım.
Beni görür görmez tanıdı, iyi mi?
“E sen bana gelmiştiiin!” dedi. “Dediklerimi yapmadığın için tekrar geldin, değil mi?” diyerek azarlamaktan da geri durmadı. Şok oldum beni tanımış olmasına. Müşteri kaydı mı? Hah! Adamın ya da sekreterinin ne bilgisayarı vardı ne de görünürde bir dosya dolabı. Masa, sandalye ve gayet iptidai bir muayenehane... Şimdi, seneler sonra, değiştirmiş midir, onu bilemem. Aynı reçeteyi yazdı ve tekrar verdi bana.
“Para alamam senden” dedi. “Ama bu kez de dediğimi yapmazsan, bir daha da gözüme görünme!”
Bir süre dediğini yapmaya çalıştım, üç günden fazla dayanamadım. Müzisyen arkadaşım kendine verilen tedaviyi uygulamış, iyileşmişti ama ben söyleneni yine dinlememiştim. Sonra o doktora yönlendirdiğim ve tedaviyi uygulayan herkes de aynı şekilde iyileşti ama ben... Kulak çınlaması mı? Aynen devam...
Aslında anlatacaklarım bunlar değil. Bu girizgahı sadece Tibet Felsefesiyle tanı ve tedavinin ne kadar olağan üstü ama gerçek olduğunu söylemek için yaptım. Sırrı nedir bilmiyorum ama doğu tıbbına tüm kalbimle inanıyorum (Reçeteleri uygulamıyorum, o ayrı :)).
Çok güzel bir içerik de baştaki anıyla ana konunun bağlantısını çözemedim
Editör daha kendisinin uygulayamadığı sözde tedavi yönteminin felsefesini, inandığını belirterek ısrarla tavsiye etmiş de, konu tibet felsefesine rağmen çözemediği kulak çınlamasından cinsel ilişkiye ne ara geldi? Kulak çınlamasının sözde sebebi olan beyindeki damar tıkanıklığını o bahsettiği batı tıbbı bulamamış mı?
katılıyorum