Nietzsche modernizmin aksine bilgi edinme sürecinin kaynağı olarak aklı değil insanın yaşam enerjisini esas alır. Hangi akım olursa olsun insanlık tarihi boyunca hiçbir akımın toplumun geneline yayılmadığını ve belki de mikro ölçeklerde toplumda görülen heterojen yapı nedeniyle böyle bir şeyin hiçbir zaman mümkün olmayacağını söylemekte sanırım sorun olmaz.
Bana göre toplumun çekirdeği olan her aile kendine has bir felsefi akıma ve düşünce sistemine sahiptir. Hatta her birey ayrı bir düşünce deryasıdır ve olaylar karşısındaki refleksleri farklı olabilir. Dediğim gibi Dünya gerçekten karmaşık bir yer. Çünkü üzerinde biz yaşıyoruz. Diğer yandan akımlar düşünen insanları akıntısıyla sürükler. Bir sürü gibi yaşayan veya yaşamak zorunda bırakılan kalabalıkları, yani çoğunluğu değil. O nedenle bir çözüm vaat eden düşünce akımlarının toplumları sarıp sarmalayacağını düşünmek naiflik olur.
Nitekim günümüzde (ve belki de insanlık tarihi boyunca olageldiği gibi) yaşam enerjisini sadece hayatta kalmak için harcamak zorunda bırakılan insanın düşünmeye vakti yoktur. Hâlâ temel haklarına ulaşamamış ve refah düzeyinin toplumun geneline yayılamadığı milyarlarca insanın yaşadığı bir gezegenden bahsediyoruz. Elbette bu gezegende yapmanız gereken ilk şey ‘hayatta kalmaktır’. O nedenle ve ne yazık ki düşünme eylemi insanlar için hep bir lüks olagelmiştir. Adeta programlanmış bir yaşam formu gibi her gün aynı rutinleri yapıyoruz, yapmak zorunda bırakılıyoruz. Aramızdaki birkaç kişinin özgürce düşünme eylemi gösterebilmesi (ki muhtemelen o kişiler ekonomik olarak da özgürler) çok büyük bir çoğunluğun bunu yapamadığı gerçeğini değiştirmez.
Bir noktada pesimist olduğumu da belirtmek istiyorum. Siyasilerin ve iş adamlarının yönettiği bir gezegende toplum bilimcilerin yaptığı toplumsal çözümlemeler ve sorunlara dair önerileri gerçekte işe yarayabilir mi? Daha en başından toplum bu çözümlere adapte olabilecek kapasiteye sahip mi? Ya da sorumu şöyle sorayım: Bugüne kadar toplumda iyiye giden bir şey oldu mu? İnsanlık Aydınlanma Çağı ile sözüm ona aklı hakim kılmıştır. Ancak dünya genelinde aklın ne zaman hakim olduğu görülmüştür?
Bu belki de iç karartıcı bir tümevarım olacak ancak bence ufukta görünen şey toplumsal sorunların çözüldüğü günler değil, aksine bugün sahip olduğumuz sorunlardan çok daha büyük sorunlarla boğuşacağımız günlerdir. Örneğin, bir şeyin miktarı azalınca kıymeti artar. Dünya’daki tüm kaynaklar bitip tükenirken o kaynaklara ulaşmada izlenen yol bundan binlerce yıl öncesine kıyasla daha barbarca olacaktır. Ve bence geçmişten daha fazla göçlerin yaşandığı zamanlara şahit olacağız. ‘Ekmek bulabilmek’ için kıtaları aşmak gerekecek. Elbette bilim ilerliyor diyebilirsiniz. Belki bu sayede mesela gezegenin enerji ihtiyacına daha kalıcı çözümler bulunabilir iddiasında olabilirsiniz. Bir an için dünya toplumlarında sıkça görülen, o iç karartıcı bilimi umursamazlığı bir kenara bırakıyorum. Böyle bir durumda bile bilimin yapılabilmesi için gerekli paranın size ulaşmasının karar merci de siyasiler ve/veya iş adamlarıdır.
Bir bilim insanı neden araştırma yapar? Bir bilimsel projeyi finanse eden şirket/kurum vb. bunu neden yapar? Televizyonlarda neden bilim haberleri görürsünüz? Bu soruların her birinin altında yatan neden veya nedenler farklıdır. Ve muhtemelen en masum neden ilk sorunun altında yatan nedendir. O nedenle bilginin metalaştığı görüşüne katılmamak elde değildir.
Bence siyasetin tanımı ekonomiyi idare ederek hüküm sürmeye devam etmek isteme eylemidir. Kendinize şunu sorun: Bir insan neden bir devleti yönetmek ister? İçinizde halkının refahı vb. gibi yüce nedenler ileri sürenler olacaktır. Hatta belki dünya siyasetinden görüşünüzü destekleyecek birkaç örnek bile verebilirsiniz. Ancak bu sadece birkaç adet olur. Nitekim çoğunlukla olan şey iktidar ve güç elde etmektir. Toplumda hangi konumda olursanız insan böyledir: Neredeyse hepimiz güce açızdır. Çünkü bu açlıkla büyütülürüz. Antik çağda mitolojilerde şimdi ise her odaya giren televizyon dizilerinde övülen şey güçtür.
Kısacası, dünya güç açlığı ile yanıp tutuşan iradesi zayıf canlıların gezegenidir ve toplumsal olarak çürümeye yüz tutmuştur. Kim bilir, belki hep böyleydi. Ne yazık ki durum budur. Aksi bir duruma beni inandıracak (azınlıkta kalan birkaç çaba dışında) hiçbir ışık göremiyorum. Görebilen varsa lütfen anlatsın. Can kulağıyla dinlerim.
Son olarak postmodernizm üzerine çalışmaları olan sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman’ın sözü ile bitirelim: ‘Zamanın gerçekten çok pahalı olduğu bir çağda yaşıyoruz.’ O nedenle zamanın kıymetini bilin dostlar. Zygmunt Bauman aynı zamanda şunu da söyler: ‘Televizyon izlediğini iddia edebilirsin. Ancak televizyon da seni izler.’
Sizce kontrol kimdedir?
Her ne sürç-i lisan ettiysek affola.