Seçimde, Adalet ve Liyakatsizliğe Turuncu Kart Gösterildi

Dostlar, insanı ve toplumu dikkatle gözleyen bir sanatçı sorumluluğuyla bugün bir bayram yazısı olarak geçtiğimiz seçimi yazacağım. Zira öncekilerden çok farklı bir seçim oldu. Toplumun adalet ve liyakat talebi seçime damga vurdu. Önce emaneti ehline verme olarak bilinen liyakat konusuyla başlayalım.

Emaneti ehline vermek bir Kur’an ayeti olduğu için genellikle o pencereden bakılarak yorumlanır ve yaygın olarak siyasette kullanılır.

İşin Kur’an’daki boyutuna ayrıca geleceğim. Çünkü emaneti yani işi ehline vermek, bir ilahi emir, bir öğüt değil, doğal bir zorunluluktur. Çünkü işi ehline vermek, insan türüne ait onun antropolojik, evrimsel psikolojik gelişimin zihnine kazıdığı yerleşik bir özelliktir. Çok kısa olarak özetleyeyim:

Ekolojik nedenlerle insan, bireysel olarak kendi gücü yetmediği durumlarda diğerleriyle iş birliği yapmış ve ortaklıklar kurmuştur. Böylece gücü yetmediği av hayvanlarını avlayabilmiş, yine tek başına gücü yetmeyeceği yırtıcılardan da korunabilmiştir. Ortaklıklar geliştikçe herhangi bir amaç için yapılacak işte, o işin nasıl yapılacağına ilişkin planlar şemalar oluşturmuştur ve bu planı, o işi en iyi yapanlar tercih edilir olmuş, avantajlı duruma geçmiştir. Bu şekil aynı zamanda rekabet getirdiği için yapılacak işlerin de çok daha iyi yapılmasına ve dolayısıyla da insanlığın gelişimine neden olmuştur. 

İşte bu yüzden İnsanlar, yapılacak işlerde başkasına ihtiyaç duyduklarında işi en iyi yapanı tercih ederler. Kendilerinin ya da sevdiklerinin sağlık vs. gibi bir işi için gerekli olduğunda, o konuda en iyi doktora gitmeye çalışır. Gerekli olduğunda her konuda uzman, işi bilenlere müracaat eder ve işi onlara yaptırırlar. Görüldüğü gibi bireysel konularda liyakat sorunu yoktur. Sorunlar, toplumu ilgilendiren ve etkileyen, özellikle seçim, oy kullanma gibi yönetimsel işlerde insanlar liyakate aynı hassasiyeti göstermedikleri için ortaya çıkar. Bu yüzdendir ki gelişmiş ülkelerde seçenler de seçilen kişiler de liyakat konusunda hassasiyet gösterdikleri için sorunlar az olur.

Bilindiği gibi dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde herhangi bir kamusal faaliyetlerde önemli bir kaza vs. olduğunda, atıyorum köprü yıkıldığında sorumlu kurumun başındakiler genellikle istifa ederler. Oysa çoğunun yapılan o kazada kişisel hataları yoktur veya kendine bağlı çalışanlardan birisinin hatası sebep olmuştur. Hatta çok daha önceden yapılmış bir köprü de olabilir. Bunun önemi yoktur. Yine de istifa ederler. Çünkü, gelişmiş toplumlarda böyle durumlarda sorumlu kişinin istifa etmesi beklentisi, zihniyeti yerleşmiştir. Nedeni liyakat sisteminin zarar görmemesi için bu durumu bir ahlak, bir onur meselesi haline gelmiştir. Bu kamusal işler için, yönetimsel işler için hayati derecede önemli bir bilinçlenmedir. Bu yüzden gelişmiş bazı ülkelerde bırakın istifa etmeyi, intihar eden yetkililer bile vardır. Bunu suçlu oldukları için değil, toplumsal sorumluluk bilinci, ahlakı, onuru gereği yaparlar. Böylece herhangi bir kurumun yönetimin başına gelenler o kurumda yapılacak işleri daima en iyi olanlara vermek zorunda kalırlar. Bir aksilik olduğunda makamı kaybedeceğini bilirler. 

Ancak yeterince gelişmemiş toplumlarda tam tersi tavır sergilenir. Kaza vs. benzer olaylardaki yetkililer kısaca “Kazaya ben mi sebep oldum?” diyerek topu başkasına atar ve bir günah keçisi bularak işi çözerler. Seçmenleri de onları desteklemeye devam eder. Tabii böyle olunca da sorunlar, acılar artarak devam eder.

Şimdi gelelim liyakatin Kur’an’daki durumuna:

NİSA- 135. MAİDE-8 NİSA-58 Ayetleri biraz akıl yürüterek okursanız Kur’an’ın bahsettiği liyakat da zaten bireysel işler için değildir. Zira yaratıcı kendi tasarladığı insanın bireysel işlerinde liyakati aradığını bilir. Dolayısıyla bu ayetlerin asıl amacı, aslında sosyal konularda, kamu işlerinde görevlendirilecek kişilerin ehil ve güvenilir olmasına dikkat çekmek içindir.

Bu yüzden ayetlere dikkat ederseniz, liyakatin dini bir tavsiye veya bir emir olmadığı çok açıktır. Çünkü ilgili ayetler işin ehline verileceği kişi konusunda hiçbir inanç şartı getirmemiştir. Hatta Allah’a inanması, iman etmesi bile gerekmez. Ehil kişinin inancından asla bahsetmez ima dahi etmez. İşi kuralına göre en iyi yapan kimse, kesinlikle ona verilmesini söyler. 

Ancak maalesef ülkemizde hem seçenler hem de seçilenler liyakati Kur’an’a ters anlıyor ve uyguluyorlar. Halk ehil olduğunu düşündüğü birisine oy verdikten sonra işi bitiriyor. O kişinin liyakate göre davranıp davranmadığına pek bakmıyor, umursamıyor. Üstelik liyakatsiz yöneticiyi ne yaparsa yapsın destekliyorlar. Oysa kişisel işlerinde uzman veya usta yanlış yaparsa bir daha ona güvenmez, iş yaptırmaz. İşte böyle davranmayınca, seçilen kişiler gerçekten ehil de olsalar, halk nasıl olsa bizi destekliyor diye liyakati kolayca savsaklıyorlar. Çeşitli amaç, menfaat veya ideallerden dolayı liyakate riayet etmiyorlar. Tercih yaparken, bizden biri, bizim gibi düşünen biri, eş dost, akraba, bizim gruptan, partiden, cemaatten vs. gibi ölçütlerle göre tercih yapıyorlar. Böylece kendi kurumlarındaki veya sorumluluklarındaki işleri hiç de ehil olmayan kişilere verebiliyorlar. Tabii bu yüzden de büyük hatalar yapılıyor, kazalar, problemler meydana geliyor ve birçok üzücü sonuçlara sebep oluyorlar. Oysa bireylere toplumsal işlerde liyakate emreden Kur’an, o kişi göreve getirildiğinde bu kez onun ensesinden yakalıyor ve onun da aynı hassasiyetle liyakate riayet etmesini emrediyor.

Doğal afetlerde, örneğin son depremde binaların yıkılması nedeniyle çok büyük can kayıpları oldu. Hepimiz biliyoruz ki bu can kayıpları binalar, uyulması gereken kurallara bir şekilde uygun yapılmamasından dolayı yıkılıyor. Oysa Japonya’da çok daha büyük depremler oluyor ama bina yıkılmasından neredeyse ölen olmuyor!  Nedeni binaların tam da gereken kurallara uygun yapılması. Kısaca yetkililerin liyakate riayet edip, sorumluluklarını yerine getirmesidir. Bu kadar basit.

Bu durumda meydana gelen kötü sonuçlar Kur’an’a göre de, mantıken de yalnızca yönetime getirilenlerin suçu değildir. Ne olursa olsun onları destekleyenlerin de yani oy verenlerin de suçu vardır. Seçilen kişiler gerçekten de o işin ehli olabilirler. Ama liyakate uygun davranmıyor, büyük haksızlıklara, adaletsizliklere ve zulme sebep oluyorlarsa, İnancı, ideolojisi ne olursa olsun hiçbir gerekçeyle ikinci kez desteklemeyecek emaneti geri alacaksınız. Kur’an’ında kesin olarak emrettiği Adalet ve liyakate dikkat etmek, hem seçenlerin hem de seçilenlerin iyiliği için zorunludur. Zira toplumların bekası buna bağlıdır. Konuyu inanca götürdük, oradan bağlayalım:

Acımasız, sert ve gaddarlığıyla ünlü Hz. Ömer’i tarihin en adil devlet adamlarından bir yapan nedir? Hatta suçu gereği oğlunu cezalandırarak ölümüne sebep olacak kadar adil olmasını sağlayan nedir? Nedeni toplumun bekası için zorunlu olan hakkaniyet ve adalet bilincidir, sorumluluğudur ve de Allah korkusudur.

Hadi bu bayram gününde konuyu şirin bir şekilde bitireyim:

Sonuç olarak bu seçimde toplumsal sağduyu silkelenmiştir. Tabiri caizse adalet ve liyakatsizlik konusunda yöneticilere yalnızca sarı kart göstermemiş, kırmızı kartı da cebinden çıkarmıştır. Yani gösterilen kart sarı değil turuncudur. Böylece seçmen, ülkesinin ve kendi bekasına sahip çıkmıştır. Bu kart hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin iyiliğinedir. Umarız kıymeti bilinir.

Instagram

X

Facebook

Linkedln

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler İçerikler

Erdoğan’ı Düşman Ülkelerin Cinlerinden Koruduğunu Söyleyen Üfürükçü Bir Ailenin Üç Kızını İstismar Etti
Ünlü Oyuncunun Acı Günü: Arka Sokaklar'ın Mesut Komiseri Şevket Çoruh'un Annesi Hayatını Kaybetti!
Galatasaray'ın Avrupa'daki Rakibi Tottenham'da Üç Oyuncu Sakatlandı!