Seçim Ekonomisi Nedir? Seçim Ekonomisine Girdik mi?

Türkiye ekonomide bir süredir farklı yöntemler izliyor. İlk olarak Çin modeliyle yola çıkan Türkiye, rekabetçi kur, faiz indirimi, cari fazla hedefi, Türkiye modeli, KKM, heterodoks politikalar derken sabır kısmına kadar ilerledi. 

İktidar tarafından 2023 yılı Haziran ayında yapılacağı altı çizilen seçimlerin erken bir dönem olup olmayacağı devamlı surette Ankara kulislerinin ve ekonominin gündeminde. Seçimler vaktinde yapılsa dahi ekonomik etkileri çok önceden bizi sarıyor. Nedir bu seçim ekonomisi? Seçim ekonomisinin uygulamalarının etkilerini mi yaşıyoruz?

Seçmenlerin tercihlerini hangi ekonomik modeller etkiliyor?

Chicago Illinois Üniversitesi'nden Prof. Ali Akarca'ya göre, seçim ekonomisinin temelinde hükümetlerin ekonomik performanslarını değerlendirirken, seçmenlerin sadece son bir yıla baktığını ve büyümenin ise enflasyonun önüne geçtiğini açıklıyor.

Akarca'ya göre, bu da iktidarları seçim ekonomisi uygulamaya özendirerek, gelirleri artırmak için seçimden önce gaza, bunun yaratacağı enflasyonu dizginlemek için de seçimden sonra frene bastıklarını belirtiyor.

Peki bunu nasıl ve neden uyguluyorlar?

Hükümetler seçime nasıl hazırlanıyor?

Akarca'nın Karar Gazetesi'nde yaptığı değerlendirmede, hükümetler, seçimden önceki bir yıl içinde popülist davranmaya başlıyorlar. Bazı vergi ve harçları düşürüyorlar veya erteliyorlar. Mali cezaları, hatta bazı borçları affediyorlar. Sosyal yardımları ve tarım desteklerini artırıyorlar. Yeni kadrolar açıyorlar. Asgari ücrete, memur ve emekli maaşlarına yapılacak zamlarda cömert davranıyorlar.

Devlet bankalarına bolca düşük faizli krediler dağıttırıyorlar. Yol ve köprü gibi inşaatları hızlandırıyorlar ve istihdam yaratacak yeni projelere başlıyorlar. Devletin ürettiği ve kontrolü altında olan mal ve servislerde meydana gelen maliyet artışlarının fiyatlara aksettirilmesini seçim sonrasına bırakıyorlar.

Kısa bir süre için, doğrudan ve dolaylı yollardan, geniş halk kesimlerinin gelirlerini artırıyor.

1950'den bu yana seçimler incelendi

Seçim ekonomisinin enflasyonist etkileri ne oluyor?

Oylara pozitif etkisi olan gelir artışının etkisi enflasyonun negatif etkisinin birkaç katı oluyor. Akarca şöyle devam ediyor: 

1950’den bu yana yapılan, yerel, senato, milletvekili genel ve ara seçimlerini ekonometrik metotlarla incelediğimizde görüyoruz ki kişi başına reel gelirde meydana gelen her yüzde birlik büyüme iktidara bir puan kadar ilave oy getiriyor. Buna karşılık, enflasyonda meydana gelen her yüzde birlik artış iktidar partisinden sadece 0,13 puan oy götürüyor. Yani, bir puanlık bir büyüme için ekonomiye verilen uyarı 7-8 puandan daha az bir enflasyon doğuracaksa, politik bakımdan hükümet için avantajlı oluyor. Hatta fiyat artışları büyük ölçüde seçimden sonra görüleceği için, daha fazla enflasyonu bile göze alabiliyorlar.

Seçimden önce yapılanların birçoğu seçimden hemen sonra yavaşlatılıyor, sonlandırılıyor veya tersine çevriliyor. Diğerlerinin enflasyonist etkileri de daraltıcı maliye ve para politikaları ile telafi edilmeye çalışılıyor. Bu önlemler, bir süre işsizliği arttırıp reel gelirleri düşürse de bunlar bir sonraki seçime kadar unutuluyor. Ancak enflasyonla mücadeleye, hele yüksek olduğu bir durumda, geç başlanırsa gelecek seçime hem yüksek enflasyon hem de küçülen bir ekonomi ile girerek iktidarı kaybetmek mümkün.

Her seçimde aynı yöntem mi izleniyor?

Seçim ekonomisi potansiyelinin olması her seçimde kullanılacağı anlamına gelmiyor. İhtiyaç olmadığında boş yere istikrarsızlık yaratmak manasız. İktidarlarını veya önemli belediyelerini kaybetme riskleri yoksa partiler seçim ekonomisi uygulamıyorlar. Mesela, AK Parti ilk on yılında uygulamadı zira oyu en büyük iki rakibinin oylarının toplamından daha fazlaydı. Ancak partinin oy oranı kritik seviyelere inince, 2014 seçiminden itibaren seçim ekonomisine geçti. Başkanlık sisteminin gelmesi ile iktidar olma çıtası 2018’de yüzde 50 artı 1’e çıkınca buna olan ihtiyacı daha da arttı. İktidarların birkaç puan oy kaymasıyla el değiştirdiği 1970’lerin ve 1990’ların koalisyon hükümetleri altında da seçim ekonomisi sıkça kullanıldı.

Koalisyon süreçlerinde seçim ekonomisi daha mı baskın oluyor?

Seçim ekonomisi Türkiye’de daha çok koalisyon hükümetleri altında ve tek parti hükümetlerinin ileriki dönemlerinde görülüyor. Koalisyonlarda görülmesinin en önemli sebebi bunların ömürlerinin çok kısa olması. İçlerinde iki dönem başta kalanı yok. Bir dönem sürenleri bile nadir. Devamlı olarak, dağılma ve erken seçime gitme tehlikesi ile karşı karşıya oldukları için, her an hemen seçim olacakmış gibi davranıyorlar.

Çok partili hükümetlerin devamlı seçim ekonomisi uygulamalarının başka bir sebebi de seçmen teşvikleri ile ilgili. Koalisyon hükümetlerinin ekonomik performanslarını değerlendirirken, seçmenler, ödül ve cezaları iktidar partileri arasında paylaştırmakta zorluk çektiklerinden, ekonomiye daha az ağırlık verme ve küçük ortakları ana ortaklardan daha az sorumlu, hatta hiç sorumsuz tutma eğilimi gösteriyorlar. O zaman, ekonomik başarı ile fazla oy kazanamayan iktidar partileri, özellikle küçük olanları da, bunu iş, kredi, mal, sosyal yardım ve rant dağıtarak ve maaşlara zam yaparak elde etmeye çalışıyorlar.

Tek parti iktidarlarını seçim ekonomisi uygulamaya iten sebep ne?

Tek parti hükümetlerini seçim ekonomisi uygulamaya iten dinamikler ise daha farklı. Bu tip hükümetler uzun ömürlü oluyorlar. 

Demokrat Parti üç, Adalet ve Anavatan Partileri ikişer, Adalet ve Kalkınma Partisi dört dönem tek başlarına iktidarda kaldılar. İktidar süresi ile ekonomik performans arasında, özellikle demokrasisi pekişmemiş ülkelerde, ters-U seklinde bir ilişki var. Başta mevcut olan parti-içi demokrasi ve müzakere ortamı, zaman içinde gücün merkezde ve tek elde toplandığı bir duruma dönüşüyor. Reformist ruh yerini rant kavgasına bırakıyor. Yolsuzluklar artıyor. Hatalar çoğalıyor ve düzeltilemiyor. Değişen koşulların politikalarda gerektirdiği ayarlamalar yapılamıyor. Bir müddet sonra ekonomi bozuluyor. Buna iktidar yıpranması da eklenince, iktidarın oy oranı kritik seviyelere iniyor ve basta kalabilmek için seçim ekonomisi uygulamak zorunda kalıyorlar. Bu, tek parti hükümetlerinin istisnasız her birinde görülmüş bir örüntü. Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan, zaman içinde gittikçe güçlendiler. İdareleri altında hatalar ve yolsuzluklar arttı. Birinci dönemlerinde, yüzde 4,4 - 6,9 arasında büyüyen kişi başına reel gelir, daha sonraki dönemlerinde sadece 0,9 - 2,4 arasında büyüdü. Bu yüzden oyları düşünce de seçim ekonomisine yöneldiler.

Seçim ekonomisi enflasyonu patlatır mı?

Ekonomiyi bozmadan seçim ekonomisini uzun zaman sürdürmek mümkün değil. Ancak, bazen zamanlama hataları, bazen dış şoklar yüzünden, bazen de seçimler birbirlerini kısa aralıklarla takip ettiği için devamlı gaza basılıyor, fren yapılamıyor. O zaman enflasyon patlıyor. Ona bağlı olarak döviz kuru yükselince, akaryakıt, doğal gaz gibi ithal malların fiyatları artıyor. Bunlar pek çok malın üretiminde ve pazara ulaştırılmasında önemli girdiler olduklarından fiyatlar daha da yükseliyor. Birim enflasyonun oylara etkisi büyümeninkinden epeyce daha az ama enflasyon aşırı yükseldiğinde, politik bakımdan, büyümeden daha önemli hale gelebiliyor. Kaldı ki, yapılan popülist harcamaların ve verilen kredilerin coğrafi, sektörel ve kişisel dağılımı ekonomik değil politik saiklerle yapıldığından kaynak dağılımı da bozuluyor ve büyüme düşüyor. Yani kısa bir süre kullanıldığında iktidarlara oy kazandıran seçim ekonomisi, sürekli hale geldiğinde, bir noktadan sonra onları seçimlere hem enflasyonun hem de işsizliğin yüksek olduğu bir zamanda girmek zorunda bırakarak oy kaybettiriyor. İktidarlarını tehlikeye atıyor.

Türkiye’de ekonominin bozulmasında, 2014-2019 arasındaki altı yıl içinde yedi seçim ve bir referandum yapılmasının ve bir sonraki seçimin erkene alınma olasılığının önemli roller oynadıklarını söyleyebiliriz.

Seçim ekonomisi Türkiye'ye has bir durum mu?

Özetleyecek olursak, seçim ekonomisinin temelinde seçmen davranışı ve bundan yararlanmaya çalışan politikacı davranışı yatıyor. İnsan doğasından kaynaklanan bu davranışları tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil ama dozları sınırlandırılabilir. Seçim ekonomisi sadece Türkiye’ye has bir şey değil. Gelişmiş ülkelerde de görülüyor.

Ancak onlarda sadece seçim tarihi civarında hafif bir dalgalanma seklinde geçiyor, zira bu ülkelerde devletin kredi dağıttırabileceği bankaları, üretimleri, istihdamları ve fiyatları ile oynayabileceği şirketleri yok. Olsa da, gayet az. Sosyal yardımları büyük ölçüde otomatiğe bağlanmış vaziyette. Devlet kaynaklarının önemli bir kısmı yerel yönetimlerce kullanılıyor. Biz de ise yerel yönetimlerin vergi gelirlerinin içindeki payı sadece yüzde 8 civarında. Sosyal yardımlar kanun hükmünde kararnamelerle artırılabiliyor. Mevduatların ve banka aktiflerinin neredeyse yarısı devlet bankalarında. Varlık fonuyla, devlet ülkenin en büyük holdinginin sahibi olmuş vaziyette. Seçim ekonomisi uygulamalarında aşırılığın bizde de önlenebilmesi için merkezi devletin ekonomi içindeki payının epeyce düşürülmesi gerekiyor. Bu yapılsa, rüşvet de, yolsuzluklar da, insan kayırma da, bir kişinin yapabileceği işe birkaç kişi yerleştirilmesi de, kaynakların verimsiz ellere gitmesi de, vergi yükü ve vergilerin kaynak dağılımını bozucu yan etkileri de azalır. Kısacası, ekonomik performans sadece seçim zamanlarında değil, diğer yıllarda da iyileşir.

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı