Savaşın Tüm Karanlığını İliklerinize Kadar Hissedebileceğiniz Birbirinden Etkileyici 22 Kitap

Sizin de benzer önerileriniz var mı?

1. İri Memeler ve Geniş Kalçalar - Mo Yan

Nobel ödüllü Mo Yan, Çin toplumunun tüm değerlerini altüst eden Kültür Devrimi sırasında yaşananları, dokuz çocuklu bir ailenin başından geçenlerle yansıtıyor. Çocuklar doğdukları andan büyüyünceye kadar o süreçteki olaylardan her birinin dolaylı ya da dolaysız öznesi veya tanığı oluyorlar. Romanın en önemli kişilerinden biri de o çocukların annesi. 

Mo Yan, kitabı nasıl yazdığını ve o anne karakterini nasıl oluşturduğunu şöyle aktarıyor: 'Romanı yazarken hiç çekinmeden annemin kişisel deneyimlerinden yararlandım; ama kitaptaki annenin duygusal deneyimleri kurgusaldır ve Gaomi Kuzeydoğu Bucağı'ndaki pek çok annenin deneyimlerine dayanır. Kitabın girişinde, bu kitabı annemin ruhuna adıyorum, diyorum; ama bu kitabı aslında dünya üzerindeki tüm annelere ithaf ediyorum; tıpkı benim şu kibirli ve vahşi hırsımla o küçücük Gaomi Kuzeydoğu Bucağı'nı Çin'in ve dünyanın mikrokozmosu olarak gördüğüm gibi.'

2. Aslan Asker Şvayk - Jaroslav Hasek

“Şvayk, giyin hadi! Sorguya çekileceksin.”

Şvayk cevap verdi: “Başüstüne, hemen gideyim ama korkarım bir yanlışlık var, sorguya gittim daha önce çünkü, kapı dışarı ettiler beni. Yine korkarım ki buradaki baylar benim üst üste iki kez sorguya gittiğimi, kendilerinin ise ihmal edildiklerini ve hiç çağrılmadıklarını görerek kıskançlığa kapılmasınlar.”

Gardiyan tam da Şvayk gibi kibar bir insana yakışan bu gösteriye,“Hadi hadi, konuştuğun yeter, çabuk olalım!” diye karşılık verdi. Şvayk yine deminki kürek mahkûmu suratlı adamın karşısında buldu kendini. Adam damdan düşercesine ve kısık, amansız bir sesle ona sordu:

“Her şeyi itiraf ediyorsun, değil mi?”

Şvayk mavi gözlerini bu sert adama dikti, tatlı sesiyle, “Siz arzu ederseniz her şeyi itiraf ederim, sayın bayım.” dedi. “Bundan bana bir zarar gelemez çünkü. Ama ‘Şvayk, hiçbir şeyi itiraf etme!’ derseniz, canım pahasına da olsa kendimi bu işten sıyırmak için elimden gelen her şeyi yaparım.”

Şvayk; Nasreddin Hoca, Don Kişot, Şarlo gibi evrensel bir tiptir. O bir halk kahramanıdır, büyük kentler halkında görülen türden, alaycı bir zihniyete sahiptir. Fakat burada alaycılık, insan ruhunu çırılçıplak soyarak gündelik yaşamın acıklı miskinliğine gelip dayanmaktadır.

“Aslan Asker Şvayk”, barışı yücelten bir övgü, bir destandır; bu niteliği ile Çekoslovakya’da bir süre yasaklanmıştır; ancak romanın ünü kısa zamanda Çekoslovakya sınırlarını aşmış, eser hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmiştir.

Çekoslovakya’nın çeşitli yerlerinde, gizli direniş hareketinin elemanları duvarlara bir portre yapıştırmışlardır. Bu, masum yüzü ve saf gülümseyişiyle Şvayk’ın portresidir. Altında şu bir tek söz okunmaktadır:

“Dayanın!”

3. Ateşten Gömlek - Halide Edib Adıvar

Ateşten Gömlek, cepheden, romanda anlatılan kişilerle omuz omuza yaşamış birinden gelen bir yapıt. Kurtuluş Savaşı’nın ateşten gömleğinin içinden çıkmış bir roman. Halide Edib Adıvar, her birini yakından tanıdığı roman kişilerini, yani silah arkadaşlarını içtenlikle, çağına ve yaşanan acı olaylara sorumlulukla tanıklık ederek anlatıyor. Bağımsızlık savaşımızı bütün gerçekliği ve canlılığıyla anlatan belki de en önemli roman, Ateşten Gömlek.

İhtilal ve isyan günlerinden beri koza, kurt, kelebek devirleri tetkik edilen mahlûkat gibi Sakarya silâh arkadaşlarımın 'Ateşten Gömlek'te birkaç solgun aksini İstanbul, ihtilal ve ordu günlerinden alıp kâğıt üstüne koymaya çalıştım. İstediğim gibi olmadığı için silâh arkadaşlarımdan af dilemek isterdim. Bize onlar ilham ettiler.

4. Savaş ve Savaş - Laszlo Krasznahorkai

Macaristan'daki bir kasabada arşivcilik yapan Korin, sıradan belgelerin içinde eski bir elyazması keşfeder. Savaştan kaçmak isterken bir başka savaşa yakalanan dört arkadaşın efsanevi hikâyesini anlatan bu elyazması Korin'i derinden sarsar. Belgeyi çalar ve 'ebediyete iletebilmek' için internete geçirmeye, bunu da dünyanın merkezinde, New York'ta yapmaya karar verir. 

Karakterinin bulduğu elyazmasındaki kadar efsanevi ve sarsıcı bir anlatım sunuyor László Krasznahorkai okurlarına Savaş ve Savaş'ta. Hissedip de bir türlü adlandıramadığımız, yakınımızdayken bile algılayamadığımız anlamların peşindeki bir adamı, hayattaki amacını gerçekleştirebilmek için tüm imkânsızlıkların üstesinden gelen bir adamı anlatıyor. 

Ve amaçsız kaldığında hissedeceği ölümcül soğukluğu.

5. Kaputt - Curzio Malaparte

Kırılmış, paramparça, mahvolmuş... Kaputt, Almancada tam olarak bu anlamlara geliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'sının o enkaz hali daha başka hangi sözcükle anlatılabilir ki? Malaparte, yazıldığı günden bugüne kadar çok konuşulan başyapıtını, 1941 yazında, Almanların Rusya'ya açtıkları savaşın başında, Ukrayna'da bir köylünün evinde yazmaya başlamış. Yalnızca cephelerdeki değil, cephe gerisindeki vahşeti de cümleleriyle okurun beynine kazıyan Malaparte, sayfalar boyunca bombardımanların altında, karla kaplı ormanların derinliklerinde, Nazi liderleriyle yapılan yemekli partilerde dolaşıyor. Avrupa uluslarının yazgılarının en zalim haliyle nasıl çizildiğini okura keskin bir dille anlatıyor. Kaputt'un okura ulaşabilmesinin ilginç bir öyküsü var; bu yolculuk boyunca Malaparte'nin elyazmalarını paltosunun astarına dikili olarak taşıması. Tıpkı okurun bir kere okuduktan sonra, bu kitabın ruhunu yüreğine dikili olarak taşıyacağı gibi...

'Orospuluk etmek şimdilerde İtalya'da pek revaçta. Herkes orospuluk ediyor, Papa da, Kral da, Mussolini de, sevgili prenslerimiz de, kardinaller de, generaller de, hepsinin yaptığı orospuluk işte. İtalya'da hep öyle olmuştu, hep öyle olacak. Ben de orospuluk ettim, hem de yıllar yılı, bütün diğerleri gibi. Derken o hayattan iğrendim, isyan bayrağını açtım, soluğu hapiste aldım. Ama soluğu hapiste almak da orospuluk etmenin bir biçimi. Kahramanlık taslamak da, özgürlük için savaşım vermek de orospuluk etmenin bir biçimi İtalya'da. Kurtuluş yok...'

6. Karanlıktan Önceki Yaz - Volker Weidermann

Önce Stefan Zweig, ardından daktilosuyla beraber sevgilisi Lotte gelir. Onu başka bir ünlü Avusturyalı yazar izler: Joseph Roth. Sonra başkaları da sökün eder: başka yazarlar, muhalifler, aydınlar…

Sene 1936’dır. Faşizmin yersiz yurtsuzlaştırdığı bu insanlar, Belçika’nın küçük sayfiye kenti Oostende’de son kez bir araya gelirler. Kitapları yasaklanmış, kendileri kovuşturulmuştur. Avrupa topyekûn savaşın ve yıkımın eşiğindeyken, zorunlu ya da gönüllü sürgündürler. Faşizm ve çok geçmeden de savaş, Avrupa’yı büsbütün yutmadan önce Oostende’de kısacık bir an birbirlerine yaslanırlar.

Karanlıktan Önceki Yaz işte bu kısa âna, dayanışma ruhuna ayna tutuyor: dostluğa, aşka, umuda ve çaresizliğe. Çünkü bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

7. Sonsuz Kaçış - Joseph Roth

Joseph Roth, 1985 yılında sinemaya da uyarlanmış olan Sonsuz Kaçış adlı yapıtında, I. Dünya Savaşı yıllarında, Avusturyalı üsteğmen Franz Tunda’nın maceralarla geçen yaşamını anlatır. Soluksuz bir şekilde akan olaylar, bu olayların geçtiği değişik ülke ve kültürler; bütün olup bitenlerin arasında ise hayatta kalmak için gösterilen muazzam bir enerji: Cephedeyken bazı belgeleriyle nişanlısının bir fotoğrafını ceket astarının içine dikmişti. Rusya’da kaldığı yıllarda ve sonra Avusturya’ya dönerken yol boyunca, kamptan kaçtığı günlerde temin ettikleri sahte belgeleri kullanmıştı. Gerçek kimliğini sınırın öteki yanına geçince, kendini güven içinde hissedeceği topraklarda astarın içinden çıkaracaktı. Ruslara esir düşen Tunda kapatıldığı kamptan kısa süre sonra kaçar. Ancak ülkesine dönemez, aylarca Sibirya’nın uçsuz bucaksız taygalarında, bir ayı avcısının yanında yaşar, Bolşeviklerle muhalifleri arasındaki savaşa katılır. Komünistlerin yanında savaşır, tüm yaşamını Rus Devrimi’ne vermiş olan Gürcistanlı bir kadın subaya aşkla tutulur. Onunla Bakû’den Moskova’ya uzanan bir yolculuğa çıkarlar. Günün birinde Viyana’ya dönmeyi başarsa da kısa süre sonra kendini Paris’te bulur. Franz Tunda gittiği yerlerde kimseyle yakınlaşamaz, savaş sonrası Avrupası’nda oluşmaya başlayan yeni toplumun dışında kalır.

8. Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok - Erich Maria Remarque

“Bu kitap; ne bir şikâyettir, ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerinden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece.”

-E. M. Remarque-

Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok geçmiş yüzyılın önde gelen savaş karşıtı kitapları arasında görülüyor; romanın adı savaşın anlamsızlığıyla, başkalarının çıkarları uğruna yaşamını boş yere kaybeden “küçük” insanın değişmeyen yazgısıyla eşanlamlı bir deyiş olarak kullanılıyor.

-Ayşe Sarısayın-

Bu kitap 20. yüzyıl dünyasının el kitabı sayılabilir. Böylesi kitaplar büyük ustalıkla yazılır, dahası can pahasına yazılır. Savaşlar insanların ölüm fermanıdır, savaşlar üstünde yaşadığımız toprakların, doğamızın ölüm fermanıdır. Sanat, gerçek sanat savaşın, zulmün, şiddetin, tüketici oburluğunun, insanca olmayan her davranışın karşısındadır... Çünkü ne olursa olsun, her biçim sanatın birinci işi başkaldırıdır. Remarque’ın 1929’da yazdığı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok bugün de taptaze, bugün de her okuyucusu tarafından yeniden yeniden yaratılarak uyarıyor, direnme gücü veriyor.

-Yaşar Kemal-

9. Madde 22 - Joseph Heller

Yayınlandığı günden beri Amerikan edebiyatının köşe taşlarından biri olarak görülen Madde 22, tarihin de en çok ilgi gören, en sıradışı kitaplarından biri. Edebiyatta kara mizahın doruk noktası.

Bu, II. Dünya Savaşı sırasında İtalya'da Amerikan ordusu adına görev yapan, bombardıman uçağı pilotu eşsiz Yossarian'ın hikâyesi. Hiç karşılaşmadığı binlerce kişi tarafından öldürülmek istendiği için kızgın olan Yossarian’ın asıl problemi ise askerlik görevini bitirmek için gereken uçuş sayısını her geçen gün artıran kendi ordusuyladır. Ancak Yossarian, tehlikeli görevlerden feragat etmek için herhangi bir girişimde bulunursa, fazlasıyla komik bir bürokratik kural olan Madde 22'ye takılacaktır: Eğer biri tehlikeli savaş uçuşlarını yapmaya gönüllüyse aklını kaybettiği düşünülür ama görevlere katılmak istemediğini belirten resmi bir başvuruda bulunursa delirmediği ortaya çıkar ve böylece görevine devam etmek zorunda kalır.

Kitabın ellinci yıl edisyonu, Christopher Buckley’nin önsözünün yanı sıra; Norman Mailer, Alfred Kazin, Anthony Burgess ve diğer yazarların da eleştirel makale ve incelemelerini barındırıyor. Nadir bulunan belgeler ve Joseph Heller'ın kişisel arşivindeki fotoğraflar da metne eşlik ediyor.

10. Mezbaha 5 - Kurt Vonnegut

Kurt Vonnegut, Batman'deki Joker'in iyi kalpli ikizi gibi. Beyne şerbet dökerken, kalbe kezzap saçıyor! Tüm zamanların en büyük savaş karşıtı romanlarından Mezbaha 5'te, Dresden bombardımanı merkezinde bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz.

Billy Pilgrim beceriksiz bir zaman gezgini; nereye gideceğini kontrol edemiyor ve seyahatleri eğlenceli falan geçmiyor. Hayatının hangi kısmında kendini oynayacağını önceden bilemediğinden, sürekli sahne korkusu çektiğini söylüyor. Billy Pilgrim bir savaş esiri. Güzel ve yaşanabilir bir kentin mahvına tanık oldu. Tanıdığı biri, başkasına ait bir demliği aldığı için vuruldu Dresden'de. Bir diğeri, şahsi düşmanlarını savaştan sonra kiralık katillere öldürteceği tehdidini sahiden savurdu.

Unutmayın: Hepsi yaşandı bunların. Aşağı yukarı. En azından savaş kısımları gerçek.İnsanlığın merkezine yapılan bu zaman yolculuğu, hayatın anlamını arayan fakat bulmaya korkan herkes için benzersiz bir rehber.

11. Silahlara Veda - Ernest Hemingway

Hemingway'in yazmayı en sevdiği konulardan biri olan savaş hakkında insanı düşünmeye zorlayacak gerçekleri müthiş bir roman kurgusuyla okuyacaksınız.

Romanda, sıcak savaşın ortasında iki genç insan hem kendi sevgi dolu dünyalarında, hem de savaşın her şeyi yerle bir eden acımasız dünyasında yaşarlar; bütün zorlukları aşarlar sevgileriyle. Bir yanda insanı yok eden savaş, bir yanda insanı insan yapan sevgi... Yaşama sevinci... Bu çelişkili yaşam içinde bu iki insanı çeke sürükleye götüren olaylar... Romanı en güzel savaş romanlarından biri yapan bir sonuç...

(Tanıtım Bülteninden)

12. Boyalı Kuş - Jerzy Kosinski

II.Dünya Savaşı sırasında ailesi tarafından güvenliği için uzak bir köye gönderilen bir çocuğun oradan oraya savruluşunun sinirleri hırpalayan hikayesi olan Boyalı Kuş,dehşetle vahşetin, masumiyetle sevginin yakınlığını irdeleyen bir şaheserdir.

Edebiyat tarihinin en önemli ve özgün yazarlarından Kosinski'nin ilk ve en ünlü eseridir.

13. Küçük Dev Adam - Thomas Berger

19. yy'da Vahşi Batı'da geçen roman, kahramanı olan 121 yaşındaki Jack Crabb'in ağzından anlatılır. Küçük bir çocukken kızılderililer tarafından kaçırılmasından başlayarak uzun yaşantısı sırasındaki abartılı maceralarını anlatırken okuyucuya alışık olmadığı bir vahşi batı tasviri yapar. Burada o zamana kadar bilinenlerin (anlatıldığı kadarıyla) aksine kızılderililer iyi ve insancıl, beyazlar ve özellikle de Amerikan askerleri kötü adamlar olarak anlatılır.

14. Sessiz Amerikalı - Graham Greene

Alden Pyle, çevresindekilerin saf, utangaç ve 'sessiz' bir adam olarak tanıdığı genç bir Amerikalıdır. Fransız Ordusu ile Vietminhler kıran kırana savaşırken Pyle, 'Üçüncü Güç'ün bölgeye demokrasiyi getireceğine dair ütopik bir inançla General Thé’ye mali yardım sağlamaktadır.

Deneyimli gazeteci Thomas Fowler, karısını İngiltere’de bırakıp Saygon’a yerleşmiş, burada Vietnamlı bir kıza âşık olmuştur. Pyle’ın izlediği politikaların sonucunda yapılan korkunç bir hata toplu katliama yol açınca Fowler, tarafsızlığını daha fazla koruyamayacağına karar verir. Ancak Fowler’ın olaya karışma nedenleri hem polis teşkilatında hem de kendi iç dünyasında şüpheler uyandırır. Ne de olsa Pyle, Fowler’ın âşık olduğu kadını da elinden almıştır.

Graham Greene, savaşın acımasızlığını ve anlamsızlığını çarpıcı bir dille gözler önüne sererken, başıboş bırakılan masumiyetin doğuracağı sonuçların dehşet verici manzarasını çiziyor.

15. Sıhhiye Bölüğü - Richard Hooker

Sıhhiye Bölüğü, Amerikalı askerî cerrah ve yazar H. Richard Hornberger'in Richard Hooker takma adıyla 1968 tarihinde yayımladığı savaş komedisi türündeki romanının adıdır. Özgün adı MASH: A Novel About Three Army Doctors (Türkçesi, MASH: Üç Ordu Doktoru Hakkında Bir Roman) olan bu çok satan roman 1970'te MASH adıyla sinemaya da aktarıldı. Filmin başarısı üzerine bu kez 1972 - 1983 yılları arasında tam 11 sezon sürecek bir televizyon dizisi yapıldı.

16. Esir Şehir Üçlemesi - Kemal Tahir

'Esir Şehir Üçlemesi' edebiyatımızın güçlü ve klasikleşmiş ismi Kemal Tahir'in başyapıtlarındandır. Her büyük ve klasik yapıt gibi, bir ya da birden çok problematiği mükemmel bir biçimde işleyen bu nehir roman dizisinin ilk kitabı olan 'Esir Şehrin İnsanları'nda Kemal Tahir, Mütareke Dönemi Osmanlı aydınının ve İstanbul'unun destansı direnişinin ve mücadelesinin benzersiz bir fotoğrafını çekmektedir.

Kurtuluş Savaşı öncesinin anlatıldığı pekçok roman yazılmıştır kuşkusuz, ama hiçbiri bu denli edebi ve ölümsüz olamamıştır.

'Türkiye'yi, Türkleri sahiden tanımak isteyen yerli yabancı herkes Kemal Tahir'i okumak,

anlamak zorundadır.'

17. Çanlar Kimin İçin Çalıyor - Ernest Hemingway

Bir savaş romanı olarak dikkat çeken “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”, Hemingway’in 1940 yılında yayımlanan acıyı ve aşkı güzel bir şekilde harmanlandığı en popüler eserlerinden biridir. Bir gazeteci ve yazar olarak katıldığı İspanya iç savaşında bizzat kendi gözlemlerini anlattığı bu roman, savaşın anlamsızlığını ve kaybettirdiklerini de gözler önüne seriyor. Savaşın ne kadar gereksiz olduğunu bize sorgulatan eser, idealleri uğruna ölmeyi göze alan insanların duygularını da bize başarılı bir şekilde yansıtıyor.

Unutamayacağınız Bir Direniş ve Aşk Hikayesi Destanına Hazır Olun!

İspanya iç savaşını konu alan kitap Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arasındaki savaşa sevgi, umut, korku, ölüm duyguları ışığında tanık olmamızı sağlıyor. Kısaca kitabın konusunu, patlayıcı uzmanı olan Robert Jordan’ın bir köprüyü havaya uçurma görevini üstlenmesi ve bu görevi gerçekleştirirken başından geçen olaylar oluşturuyor. Bu olayların ortasında gerçek aşkı bulması, aşkın zaman ve mekan fark etmeksizin en güç koşullarda bile ortaya çıkışı biz okuyucuların içini biraz olsun yeşertse de olaylar hiç beklenmedik bir şekilde son buluyor.

18. İncir Kuşları - Sinan Akyüz

Bosna tüm bilinmeyenleriyle ilk kez Sinan Akyüz kalemiyle yazıldı… Sinan Akyüz dünyanın seyirci kaldığı bir soykırımı Suada’nın öyküsüyle yeniden gündeme getiriyor. Yakın tarihi edebiyatla buluşturan yazar, aşkın içinde “savaşı ve şiddeti”, savaşın içinde de “aşkı ve inancı” ustalıkla harmanlıyor. Bu romanla Bosna Savaşı’nın bilinmeyen bambaşka bir yüzü gün ışığına çıkarken; kitap okuyucusuna sürpriz bir sonla veda ediyor.

Aynı ırktan geliyorlardı. Aynı dili konuşuyorlardı. Bir tek dinleri farklıydı. Biri Müslüman Boşnak genci, diğeri ise Hıristiyan Sırp’tı. İkisi de konservatuardaki aynı Boşnak kızına âşık olmuşlardı. Ve bir gün bu iki genç, güzeller güzeli Suada’ya aşklarını ilan ettiler. Ancak gençlerden biri aşkına karşılık bulmuş, diğeri ise “Kalbimde iki kişiye yer yok” cevabını almıştı. Takvim yaprakları 6 Nisan 1992’yi gösterirken bir bomba düştü beyaz zambakların açtığı yüreklere… Suada patlak veren savaşın estirdiği rüzgârda âdeta savrulan bir yaprak gibiydi.

Savruldu, savruldu, savruldu… Sonra da kader onu bir zamanlar ‘hayır’ dediği genç adamın eline esir düşürdü. Genç adam, o gün ela gözlü çöl ahusuna bakmış “Kader bizi ne inanılmaz bir şekilde birleştirdi, görüyor musun Suada?” demişti. Modern zamanlarda Avrupa’da yaşanmış bir soykırımda, kadere inananların romanıdır İncir Kuşları… Bu kitap tamamen gerçeklere dayanmaktadır…

Bu kitap tamamen gerçeklere dayanmaktadır...

19. Cephe Arkadaşları - Sven Hassel

Onlara insan denemezdi, birer hayvana benziyorlardı. Kimi zaman ufalmış korkmuş; sığır vagonlarında insanca sayılabilecek her şeyden uzak birbirlerine sokulmuşlardı. Yaralarının altından etleri ortaya çıkmış, vagon duvarlarındaki nemli donu yalayan dilleri soğuktan şişmişti.

Derme çatma bir ameliyat masasına ulaşamadan öleceklerin arasında, sırası gelenin kim olduğu hepsinin ortak korkusuydu. Kimi zaman kavga ederler, soygun yaparlardı; ırza geçerler; hayattan bir gün daha bir gececik daha tıka basa nasiplerini alabilmek için Hamburg'a daldıklarında olduğu gibi, kimi zaman da gerçek birer kahraman olurlardı, savaşı ve insanlıktan kalan son zerrelerini de yitirdiklerini bile bile Rus hatlarını yarıp geçen lejyoner, Sven ve küçük Kardeş gibi.

20. Güneş İmparatorluğu - J. G. Ballard

J.G. Ballard’ın yarı-otobiyografik romanı Güneş İmparatorluğu yazarın çocukluğunda bizzat deneyimlediği İkinci Dünya Savaşı’nı ve o yılların Şanghay’ını yine bir çocuğun gözünden anlatıyor. Uzun süre savaşın dışında kalan Şanghay’daki yabancılar kolonisi, Japonya’nın Pearl Harbor saldırısıyla birlikte kendini şiddet döngüsünün ortasında bulur. Gösterişli bir malikânede yaşamaya alışkın küçük Jim, savaşın kaosu içinde anne ve babasından ayrı düşer. Önce işgal altındaki Şanghay sokaklarında, sonra da kentin dışındaki toplama kampında yaşamını sürdürmeye çalışır. Uçaklara meraklı ve Japon askerlerine hayran olan Jim, savaş koşullarında hayatta kalabilecek ve ailesine kavuşabilecek midir? İlk başta her şeyi bir oyun gibi gören ama giderek masumiyetini kaybeden Jim aracılığıyla Ballard, savaşın korkunçluğunu, ölümün ve vahşetin sıradanlığını, teslimiyet ile yaşama tutunma arasındaki çizgiyi ustalıkla satırlara döküyor.

21. Göremediğimiz Tüm Işıklar - Anthony Doerr

Marie-Laure, bir müzede kilit ustası olan babasıyla birlikte Paris'te yaşamaktadır. Gözleri gün geçtikçe daha az görmeye başlayan Marie-Laure, altı yaşına geldiğinde kör olur. Babası ona yaşadıkları mahallenin mükemmel bir minyatürünü yapar, böylece her yeri parmaklarıyla ezberler ve artık dışarı çıktığında evinin yolunu bulabilecektir. Fakat bir sabah savaşın kara bulutları şehrin üzerine çökünce, yanlarında müzeye ait içi sırlarla dolu bir taş ile, Saint-Malo'da deniz kenarında bir evde yaşayan, yirmi yıldır dışarı adım atmamış olan amcalarının yanına gitmek zorunda kalırlar.

Almanya'da bir maden kasabasında kız kardeşi ile birlikte bir yetimhanede büyüyen Werner'in önündeki tek seçenek, on beş yaşına geldiğinde babasının öldüğü madende çalışmaktır. Işık kadar beyaz saçları ve sonsuz merak içinde yüzen zihni ile Werner özel bir çocuktur. Bir gün şans eseri eski bir radyo bulup onu çalışır hale getirince ve karşılaştığı her elektronik aleti dakikalar içinde tamir edince, bir subay tarafından keşfedilir ve sonradan bir katil ordusu olduğunu öğreneceği özel bir okula gitme fırsatı elde eder. Orada dâhi olmasının bedelini ödeyip, hayatın acı taraflarına tanıklık ederken, kendisini Marie-Laure ile kaderlerinin kesişeceği Saint-Malo'da bulur.

Göremediğimiz Tüm Işıklar, okuyanların birbirlerine tavsiyesiyle kısa sürede bir milyondan fazla sattı, yılın en çok konuşulan kitabı oldu.

22. Anne Frank'in Hatıra Defteri - Anne Frank

Anne Frank 12 Haziran 1942 ile 1 Ağustos 1944 arasında günlük tutmuştur.

Mektupları, radyoda sürgün olan Kültür ve Bilim Bakanı Bolkestein'in konuşmasını dinleyene kadar sadece kendine yazdı .Bolkestein, savaştan sonra Hollanda halkının Almanlardan gördüğü zulme şahitlik eden tüm belgelerin toplanıp yayınlanması gerektiğini söylüyordu. Örnek olarak da günlükleri veriyordu. Bu sözler Anne Frank'ı çok etkiledi ve savaştan sonra bir kitap çıkarmaya karar verdi. Günlükleri bu kitap için temel olacaktı.

Anne Frank Bergen Belsen kampında 1945 yılının Mart ayında 15 yaşında öldü. Aileden hayatta kalan tek kişi olan Otto Frank onun günlüğünü yayınladı. Anne Frank'ın Hatıra Defteri o zamandan beri dünyada en çok okunan kitaplardan biri oldu. Otuzun üzerinde dile çevrildi ve 16 milyon adet satıldı.

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
YORUMLAR
16.01.2020

Ateş Böceği Mezarlığı - Kitap değilde, savaşı anlatan en güzel yapıtlardan biri, boğazım düğümlenmekten helak olur her seferinde.

16.01.2020

#18 incir kuşları favorim... belki üç ay etkisinden çıkamadım, kitaplıkta her gördüğümde içim burkulur

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ