Savaşın Haklısı Olur mu?

Haklı savaşın olup olmadığı tarih boyunca tartışılan ve farklı perspektiflerden değerlendirilen derin etik, hukuki ve felsefi sorudur. Konuyla ilgili sıkça tartışılan ‘’haklı savaş teorisi’’ belirli koşullar altında savaşın haklı olduğunu savunur.

Bu teoriye göre, bir savaşın haklı sayılabilmesi için, bazı kriterlerin karşılanması gerekir.

Mesela; savunma amacı gibi meşru bir nedenin olması, savaş ilan eden otoritenin meşru ve tanınmış bir otorite olması, tüm barışçıl çözüm yollarının tükenmiş olması, savaşın getireceği yararın, sebep olacağı zarardan daha fazla olması ve savaşın başarılı olma olasılığının yüksek olması gibi.

İyi ama bu gerekçeler bir insanı – kitleleri, öldürmeyi, sakat bırakmayı, yaralamayı nasıl meşru kılabilir? Birçok etik teori ve din, sivillerin öldürülmesini mutlak olarak yanlış kabul eder. Entelektüel tartışmalarda ise, bazı görüşler savaşta öldürmeyi meşru kılarken diğerleri de bunu kesinlikle reddeder. Mesela mutlak pasifizm, her türden savaşı ve şiddeti reddeder. Bu görüşe göre, insan öldürmek hiçbir koşulda haklı olamaz. Durumsal etik savunucularına göre ise belli koşullar altında, örneğin meşru savunma durumunda, öldürmek kabul edilebilir.

Uluslararası hukukta, savaşın haklılığını ve savaş sırasında insan öldürmenin koşullarını düzenleyen kurallar koyar. Bu kurallar, özellikle Cenevre Sözleşmeleri ve Birleşmiş Milletler anlaşmaları çerçevesinde belirlenmiştir. Bu hukuki çerçeveler, sivillere zarar vermeme, savaş esirlerine insanca muamele gibi prensipler içerir.

Peki iyi de savaşın haklılığı, genellikle savaşan tarafların ve uluslararası toplumun perspektifine bağlı bir durum. Yani bir taraf için haklı görülebilen bir savaş, diğer taraf için haksız ve saldırgan bir eylem olarak görülebiliyor. Sonuçta bir savaşın haklı olup olmadığını kim, neye göre belirliyor?

Bir savaşın haklı olup olmadığını genellikle, ulusal hükümetler, uluslararası organizasyonlar (örneğin BM) ve mahkemeler belirliyor. Ancak şu ortada ki bu otoritelerin kararları, sıklıkla politik ve ideolojik etkiler altında kalıyor. O halde tekrar soralım, haklı savaş var mı? Varsa kime – neye göre?

Sevgili okur, sizce de ölüme endeksli insanoğlunun savaşması karmaşık değil mi?

Bazı teoriler, insanoğlunun doğasında şiddet ve rekabet eğilimlerinin bulunduğunu ve bu eğilimlerin, toplumsal ve kültürel faktörlerle birleştiğinde savaşa yol açtığını savunuyor.

Uluslararası ilişkiler teorilerinden biri olan realizmde, devletlerin anarşik bir uluslararası sistemde yaşadığını ve bu nedenle güvenliklerini sağlamak için savaşa başvurduklarını öne sürer. Bu teoriye göre, güvensizlik ve güç dengesi için savaşın kaçınılmazdır.

Savaşlar insanları neden bir vahşiye dönüştürüyor?

Bilim insanları, bu konuyu şöyle yorumluyor; “savaş ortamı genellikle aşırı stres, korku ve hayatta kalma mücadelesiyle doludur. Bu koşullar, insanların normalde sergilemeyecekleri davranışları ortaya çıkarabilir.”

Hayatta kalma içgüdüsü: Savaş alanında hayatta kalma içgüdüsü, insanları daha agresif ve acımasız davranmaya itebilir.

Travma ve stres: Sürekli tehdit altında olmak, ağır psikolojik travmalara yol açabilir ve bu da kişinin zihinsel dengesini bozabilir.

Dehümanizasyon: Savaşta düşman olarak görülen bireyler, genellikle “insanlıktan” çıkarılır bu da onların öldürülmesini psikolojik olarak daha kabul edilebilir hale getirir. Yani düşman olarak görülen kişilere karşı empati kaybı yaşanır, bu da şiddet ve vahşeti artırır.

Gruplaşma, grup dinamikleri, sosyal baskı: Savaş sırasında insanlar genellikle kendi gruplarını koruma içgüdüsüyle hareket ederler. İnsanlar, ait oldukları grubun normlarına ve beklentilerine uymak için bireysel ahlaki değerlerini bir kenara bırakabilirler. Grup baskısı, insanların normalde yapmayacakları vahşet eylemlerini gerçekleştirmelerine neden olabilir. Mesela birlikte savaşan askerler, grup aidiyeti ve grup baskısı nedeniyle, bireysel olarak yapmayacakları şiddet eylemlerini grup içerisinde gerçekleştirebilirler.

İtaat ve otorite: Askerler, görevlerini yerine getirme ve sorumluluklarını yerine getirme konusunda güçlü bir baskı hissederler. Bu görev duygusu, bireysel etik değerlerin önüne geçebilir.

Sosyal kültürel faktörler: Savaşın sürdüğü toplumlarda şiddet ve saldırganlık normalleşebilir, bu da bireylerin bu tür davranışları daha kolay benimsemesine yol açar.

Aşırı duygusal durumlar: Savaşta yaşanan kayıplar, öfke, intikam duyguları gibi aşırı duygusal durumlar, insanların mantıklı düşünme yetisini zayıflatabilir ve aşırı tepkiler vermelerine yol açabilir.

Savaşın normalleşmesi: Sürekli bir şiddet ortamında olmak, insanların şiddeti ve öldürmeyi normal bir davranış olarak görmelerine neden olabilir. Bu, uzun süre savaş ortamında kalan bireylerin sivil yaşama döndüklerinde bile zorlanmalarına yol açar.

Propaganda ve beyin yıkama: Savaş zamanlarında hükümetler ve diğer gruplar propaganda kullanarak belirli grupları düşman olarak tanıtırlar. Bu tür propagandalar, insanları komşularını bile tehdit olarak görmeye itebilir. Dahası savaş sırasında propaganda, bireylerin düşmanı öldürmeyi meşru ve haklı görmesine yol açabilir.

Korku ve güvensizlik: Savaş ve çatışma ortamları genellikle yoğun bir korku ve güvensizlik hissi yaratır. İnsanlar, güvenliklerini sağlamak için aşırı önlemler alabilir ve bu da birbirlerini potansiyel tehditler olarak görmelerine yol açabilir.

Etnik ve dini ayrımlar: Etnik, dini veya kültürel farklılıklar, çatışma zamanlarında daha da belirginleşebilir ve insanlar bu farklılıklar üzerinden kutuplaştırılabilir.

Ekonomik ve sosyal çatışmalar: Kaynakların kıt olduğu savaş zamanlarında, ekonomik ve sosyal çatışmalar daha da şiddetlenebilir.

Geçmişten gelen düşmanlıklar: Geçmişte yaşanan çatışmalar, travmalar ve önyargılar, savaş zamanlarında yeniden canlanabilir ve insanları birbirine düşman hale getirebilir.

İdeolojik ve politik çatışmalar: Siyasi ideolojiler toplumları kontrol etmek için düşmanlık yaratabilir.

Ezcümle, SAVAŞA HAYIR!

Savaşlar, yaralanmalar, sakatlıklar ve ölümlere hayır!

Post-Travmatik stres bozukluğu, depresyon, anksiyete vs. vs.  nedenleri yüzünden savaş sonrası normal hayata uyumsuzluk sorunlarına hayır!

Ailelerin, toplulukların dağılmasına, göçlere, toplumsal bağların kopmasına hayır!

İnsani değerlerin ve etik normların aşınmasına, insan hakları ihlallerine, savaş suçlarına, soykırımlara hayır!

İnsanlığın ortak mirasını ve kimliğini olan tarihi ve kültürel mirasların yok olmasına hayır!

Kitlesel yıkımlara neden olacak, Üçüncü Dünya Savaşı’na hayır!

Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların kullanılmasına, ekosistemlerin geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar görmesine hayır!

Küresel çapta bir savaş, ekonomik sistemleri çökertir, küresel yoksulluğa hayır!

Barış, insanlığın refahı ve huzuru için vazgeçilmezdir. Barış, huzur ve uluslararası işbirliği, sürdürülebilir bir geleceğin anahtarıdır. Bu nedenle, savaşın her türlüsüne hayır demek ve barış için çaba göstermek, insanlık için en önemli görevlerden biridir. Günlük yaşamda karınca bile öldüremeyen insanların canavara dönüşmesi, çaresiz sivillerin öldürülmesi hiçbir koşulda haklı olamaz. Bir zamanlar barış içinde yaşayan insanların savaş sırasında birbirlerine düşman hale gelebilmesi hatta birbirlerini katledebimesi, hiçbir insani değerle açıklanamaz.

Bu tür durumlar, savaşın insan doğası üzerindeki yıkıcı etkilerini ve toplumların ne kadar kırılgan olabileceğini gösterir. Savaşların önlenmesi, uluslararası işbirliği, diplomasi, adalet ve eğitim gibi birçok alanın ortak çabalarını gerektirir. Yaşasın “yurtta barış, cihanda barış”

X

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Volkan Demirel, Elini Sıkmadığı Şenol Güneş'le Arasında Geçen Diyaloğu Anlattı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?