Ama ya fırça elden düşse? Ya atölye karanlığa gömülse, tuval boş kalsa? Sanat olmadan hayal gücü gelişir mi? Bu soru, bir fırtınanın ortasında sessiz bir liman aramak gibi – mümkün, ama dalgalar daha vahşi eser. Hayal gücü, evrimsel bir hayatta kalma aracıdır; şempanzelerin geleceği planlayan araçları, kargaların hırsızları öngören zekâsı gibi, sanatsız da filizlenir. Aphantasia yaşayanlar – zihinlerinde görüntü canlandıramayanlar – bile yaratıcıdır; onlar, soyut kavramlarla, dokularla, seslerle dokur hayallerini. Bir yazar, kelimelerin mimarisinde bir kale kurar; bir matematikçi, denklemlerin dansında evreni yeniden icat eder. Hayal gücü, temellerle beslenir: Perspektifin geometrisi, hafızanın haritası, olasılıkların fısıltısı. Sanat olmadan da gelişir, evet – bir tohum, çölde bile kök salar. Ama sanat, o toprağı verimli kılar; sulayan yağmurdur, güneşin sıcaklığıdır.
Araştırmalar gösterir ki, yaratıcılık geniş beyin ağlarından doğar – prefrontal korteksten frontopolar kortekse kadar – ve sanat, bu ağları genişletir, bağlantıları çoğaltır. Sanatsız bir dünyada, hayal gücü desenler görür – gerçekliğin ritmini yakalar, ama o ritmi renklendiremez, melodiye dönüştüremez. O, özgür kalır, ama yalnız – bir kuşun kanadı, rüzgârsız gökte çırpınır.
Ressam ayağa kalktı, atölyenin loşluğunda. Elini uzattı, ama fırçayı almadı. Bunun yerine, pencereden dışarı baktı – yıldızlar, kendi tuvalleriydi. Hayal gücü, sanatın gölgesinde değil, onunla iç içe; birinin yokluğunda diğeri solmaz, ama birlikte, evreni yeniden yazarlar. Bir dahaki sefere boş bir sayfaya baktığınızda, hatırlayın: Hayal, bir fısıltıdır; sanat, o fısıltıyı şarkıya dönüştüren eko. Ve beyin, bu senfoninin orkestrası – her nota, her darbe, bizi 'bilip anlayabileceğimiz her şeye taşır. Belki de sanat olmadan hayal gücü gelişir; ama sanatla, o bir mucizeye dönüşür – bir çocuğun ejderhası gibi, kaldırımda bile gökyüzüne uzanan.