Burcu Baba Yazio: Sağlık'lı Eğitim

Bu haftaki yazımın son şeklini vereyim dediğim saatlerde çok üzücü bir haber aldım. Öğretmenliğimin ilk yıllarında öğrencim olan çok sevdiğim Şebnem Köseoğlu’nu kaybettiğimizi öğrendim. Sevgili Şebnem oldukça uzun bir süredir Lösemi ile mücadele ediyordu. Maalesef çok büyük bir enerji ile yüzünden gülümsemeyi eksiltmeden verdiği yaşam mücadelesi 14 Eylül Pazartesi son buldu.

Şebnem hastalığı ile mücadele ederken yaptığı sosyal medya paylaşımlarıyla pek çok kişiyi kan bağışı, ilik nakli konularında bilinçlendirmeye uğraştı.

Çoğu zaman esprili bazen sert bir dille kan bağışı için vakit ayırmayan, ilik naklinin ne olduğunu bilmeyen kişileri eleştirdi, onları da harekete geçirmek için yılmadan uğraştı.

Peki Şebnem’in kan bağışı yapılması için neden bu kadar uğraşması gerekti? Bir gün sevgili babası Serdar Köseoğlu’nun arayıp “ilk nakli ne demek bilinmiyor, on dakikalarını alacak bir kan verme işlemi için neden harekete geçmek bu kadar zor” diye dert yandığını dün gibi hatırlıyorum. Kendim de kan bağışı konusunda insanların mesafesine tanık olmasam Serdar abinin içinde bulunduğu ruh haliyle yakındığını zannedebilirdim.

Eğitim yöneticiliği yaptığım bir dönemde okulumuzun da epeyce kalabalık olmasına güvenerek Kızılay ile bağlantıya geçtim ve Kan Bağış Araçlarından birinin bir gün boyunca okulumuzda olması ile ilgili davetimizi ilettim. Onlar da davetimizden memnun olduklarını ancak 50 kişinin altında bir bağış olursa günün ve aracın verimli kullanılmamış olacağının altını çizdiler. Okulda çalışan 100’ün üzerinde yetişkin, davet edilecek olan 900 öğrenci ailesini düşününce (okulun yeri merkezi ve park sorunu yaşanmayacak bir bölgede idi) bırakın 50 bağışın altında kalmayı, yığılma olacağına, bağış için gelenlerin çok bekleyebileceği için bekleme alanları oluşturmamız gerektiğine odaklandım. Duyduğum heyecan sadece çok sayıda kan bağışı olacağı için değil aynı zamanda 7 yaşından 18 yaşa kadar öğrencilerimiz için önemli bir öğreti ortamı sağlanacak olmasıydı. Ancak beklediğim gibi olmadı. Yapılan sorgulamalar sonucunda bağış yapması uygun olmayan kişiler çıkarıldığında toplam 35 bağışa ancak ulaşılabilmişti. Bu 35 bağışın 7’si de 18 yaşını doldurmuş öğrencilerdi. Zaten 9 öğrenci vardı o tarihte 18 yaşını doldurmuş 7 si bağış yapmıştı 2 si de bağış yapmaya uygun diğer şartları sağlayamadığı için yapamamıştı. Yani öğrenci bağışında başarımız %100 ‘dü.  Peki ama neden yetişkinlerde ancak binde ikilerdeydi bu oran.

Tabi ki bu konuda farklı nedenler üzerinde konuşabilir, nasıl iyileştireceğimiz üzerine fikirler sunabiliriz.

Benim önerim ise okul öncesi dönemden itibaren eğitim programlarımızın odağının “sağlık eğitimi” olması ve diğer programların bu odağın etrafında şekillenmesi. Sağlık eğitimi derken kendini tanımaktan, toplumsal güvenliğe, öfke kontrolünden yetişkinlerle iletişime, hijyenden sağlıklı beslenmeye, yardımlaşmadan zihinsel sağlığa onlarca başlıktan bahsediyorum. Tabii ki müfredatlarımızda bu başlıklar ayrı ayrı bulunuyor ancak odağa sağlık programı konulduğunda (bu uygulamayı yapan ülkeler var), bu eğitim okul öncesi dönemden itibaren sunulup, yıllar içinde tekrarlandığında içselleştirilebilecek.

Umarım sağlıklı ve güzel bir dünya için kurumlar ve eğitimciler bu fikre sahip çıkarlar.

Işıklar içinde uyu sevgili Şebnem, gösterdiğin mücadele için pek çok insana ışık oldun.

Popüler İçerikler

Müge Anlı'da Şok İddia: "Uğur Dündar'a Babalık Davası Açan Dilara'nın Babası Başka Bir Ünlü Sanatçı!"
Fatih Altaylı'dan Kendisine "Sözde Gazeteci" Diyen Hakan Ural'a Duyanları Dumur Eden Cevap
Cem Yılmaz, Ahu Yağtu'yla Çözemediği Nafaka Krizini Fırsata Çevirip "Benimki Madafaka" Esprisini Lügata Ekledi